23 Şubat 2013 Cumartesi

Vatanın Bağrına Düşman Dayamış Hançerini

Aydın Üniversitesi’nde harita skandalı: Kürdistan 

Bu rezaleti kitaplara sokan herhangi bir ABD "düşünce kuruluşu" değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir üniversitesi!İstanbul Aydın Üniversitesi, öğrencileri için hazırlattığı Meslekler Rehberi Kitapçığı’nda Türkiye’yi böldü.Üniversite kitapçığındaki dil bölümlerinin tanıtıldığı sayfada yer alan haritada Türkiye’nin bir kısmı Kürdistan olarak gösterildi. Ülkelerin ve dillerinin tanıtıldığı haritada Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nin dili Kürtçe olarak işaretlendi.Gelen tepkiler üzerine açıklama yapan İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Mustafa Aydın, Twitter hesabında yaptığı açıklamada “Kabul edilemez bir hata. İnsan faktörü” dedi. Skandal haritanın 15 gün önce fark edildiğini belirten Aydın, kitapçıkların toplatıldığını söyledi.http://www.focushaber.com/aydin-universitesi-nde-harita-skandali-kurdistan-h-265298.html"insan faktörü" mü, "sehven" mi, YERSEN mi?


İstanbul Aydın Üniversitesi, öğrencileri için hazırlattığı Meslekler Rehberi Kitapçığı’nda Türkiye’yi böldü.

Üniversite kitapçığındaki dil bölümlerinin tanıtıldığı sayfada yer alan haritada Türkiye’nin bir kısmı Kürdistan olarak gösterildi. Ülkelerin ve dillerinin tanıtıldığı haritada Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nin dili Kürtçe olarak işaretlendi.

KABUL EDİLEMEZ BİR HATA

Kitapçıktaki Türkiye haritesi ile ilgili üniversitenin Facebook ve Twiter sayfalarına şikayet yağarken, İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Mustafa Aydın, konuyu ‘kabul edilemez bir hata’ olarak değerlendirdi.

Gelen tepkiler üzerine açıklama yapan Aydın, Twitter hesabında yaptığı açıklamada “Kabul edilemez bir hata. İnsan faktörü” dedi. Skandal haritanın 15 gün önce fark edildiğini belirten Aydın, kitapçıkların toplatıldığını söyledi.

ŞAPTAN ŞEKER OLMAZ

Ne kadar uğraşırsan uğraş, olmaz şaptan şeker,
Değiştim dese de inanma, cinsini sevdiğim cinsine çeker.

           AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in “İstiklal Mahkemelerini” yerden yere vurmak için TBMM de yaptığı konuşmayı dinlerken, hafızam beni 22 yıl öncesine, 1991 Genel Seçiminin propagandalarına götürdü.
Yıl 1991. Recep Tayyip Erdoğan Refah Partisi İstanbul İl Başkanı.
Genel Başkanı Necmettin Erbakan’a verilmek üzere bir “Kürt Raporu” hazırlatıyor. Raporu hazırlayan ekibin tümü “Karpuz” gibi.
Dışları “Yemyeşil” , içleri “kan kırmızısı.”
Başkan RTE-Mehmet Metiner(AKP)-Altan Tan(BDP)-Davut Dursun(RTÜK Başkanı)-İhsan Arslan(AKP)-Abdürrahman Dilipak-Yalçın Akdoğan(AKP).
Ekibin tek müşterek konusu, Lâik Cumhuriyet, çağdaşlık ve Atatürk düşmanlığı.
O zaman ki ekiptekiler çok yol kat etmişler. Başbakan olan var, PKK’nın Siyasi ayağı olan partide Genel Başkan Yardımcılığı yapıp AKP’ye kapağı atanlar var, Öcalan ile görüşmeci olan var, RTE’ ye kendi danışman olan var, oğlunu danışman yapan var, cemaatçi polislerle beraber sahte dijital deliller üretip Türk Ordusunun Komutanlarını içeri attıran şerefsiz var, ülkenin en önemli siyasetçilerinden birinin Kuzey Irak ve Azerbaycan’daki yatırımlarını organize eden var. Ekibin tamamı o zaman gariban insanlardı. Zar-zor geçiniyorlardı. Şimdi hepsi dolar zengini. Arabalar son model, elbiseler ve ayakkabılar Avrupa!  Çoğu iki hanımlı. 3 karısı olan da var.
1991’de kendini İstanbul İmamı ilan edecek olan Erdoğan, raporunda ne demiş?
*Bu bir Kürt Sorunudur. Bugün Doğu ve Güneydoğu olarak adlandırılan bölgeler, “Kürdistan” olarak adlandırılan coğrafyanın içinde yer alan bölgelerdir.
*Türkiye’de Kürt kimliğinin tanınmasını ve Kürt kültürünün geliştirilmesini engelleyici tüm yasaların kaldırılması gerekmektedir.
*Türkiye’de dileyen herkesin kendi ana dilinde eğitim-öğretim yapabilmesi savunulmalıdır.
*Her türlü ırkçılığa karşı çıktığımızı söylemeliyiz, Türk ırkçılığına ve Kürt ırkçılığına da karşı çıkmalıyız.
*PKK terörünü kınadığımız kadar, devlet terörünü de kınamalıyız. Devlet-PKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemek için, bölücü-terörist-ayrılıkçı gibi kelimeleri kullanmamalıyız.
*Bizim şansımız, inanç partisi olmamızdandır. Müslüman Kürt halkına bu şekilde yaklaşmalıyız.
Şimdi anladınız mı Recep Tayyip Erdoğan’ın değişimini? Değişim dediği şey tamamen yalan, insanları kandırıp oylarını almak için söylenen bir palavra. Irk’tan-Milliyet’e, Devlet-PKK çatışmasında tarafsız kalmaktan Öcalan’la yanak-yanağa olmaya terfi etmiş.
-Kurtuluş Savaşında, Potamya’da “Şapka Devrimine” karşı çıkan dedenin anlayışı ne ise, bugün terörle mücadelede cani Öcalan’dan medet uman torunun anlayışı aynıdır.
-Menemende Asteğmen Kubilay’ın kafası kesenler, casusluk yapıp Yunanistan’a kaçan hain Hüsniyadis ne ise, İngiliz uşağı Şeyh Sait’in torununu ağlayarak karşılayan torunun zihniyeti aynıdır.
İngiliz subaylarla birlikte Atatürk’e suikast düzenleyen dede Bedirhanoğlu ne ise, bugün Öcalan’ın serbest bırakılması için çalışan torun Bedirhanoğlu da aynı anlayıştadır.
Bundan sonra fırsat bulurlarsa gidecekleri yer “İslam Federe Devletidir.”
Bunu bilmek için müneccim olmaya gerek yoktur. Bu bademlerin eski konuşmalarını alın okuyun, görün başınıza neler gelecek!
AKP’nin adına “Süreç” dediği “İhanet Yolunu” destekleyen Medya Patronları,
Adının başında “Türk-Türkiye” bulunan İşveren-İşçi kuruluşları,
Adının başında “Cumhuriyet” bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı,
Adının başında “Türk” bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerinin Genelkurmay Başkanı,
Adının başında “Türkiye” bulunan, Cumhuriyetimizi kuran TBMM’nin Başkanı,
Adlarını Atatürk’ün koyduğu “Danıştay-Yargıtay-Sayıştay Başkanları,
Cumhuriyetin en büyük projesi olan Üniversitelerimizin aydın insanları,
Türk Bayrağını görünce hislenen, Türk Askerini görünce gözleri yaşaran AKP’ye oy vermiş vatandaşlarımız, artık uyanır mısınız?
Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, ne kadar iyi niyetli olursanız olun, şaptan şeker yapamazsınız.
Yanlışta ısrar ederseniz, bundan ötesi felakettir. Siz bilirsiniz.
Sağlık ve başarı dileklerimle 23 Şubat 2013

RİFAT SERDAROĞLU

TSK HER DÖNEM TEK HEDEF

Mezarının Isparta'da olduğu haberiyle yeniden gündeme gelen Said-İ Nursi ile ilgili yeni bilgiler ve belgeler ortaya çıktı. TBMM darbeleri araştırma komisyonuna gelen belgelere göre Nursi TSK'yı içten fethetmeye çalışmış. ve Bunnu için de assubaylardan başlamış. MİT belgelerinde Nursi "boşta gezer, sinsi" olarak tanımlanıyor
23 Şubat 2013 Cumartesi 12:18
 
Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu'na gelen evraklar arasında sadece Bediüzzaman Said Nursi'nin mezar yerini gösteren belgeler yok! Emniyet, Jandarma ve MİT tarafından Said Nursi'nin hayatı boyunca takip edildiğini gösteren pek çok belge de mevcut.
Belgelerden anlaşıldığına göre; 1925'ten itibaren istihbarat birimleri Said Nursi'yi adım adım takip etmiş. Nursi, ziyaret ettiği il ve ilçelerde yakın takibe uğramış, gittiği bakkaldan, ziyaretine gelen isimlere kadar birçok kişi fişlenmiş. Bu fişlemeler doğrultusunda fikirleri ve yaşam tarzları nedeniyle pek çok kişi mağdur edilmiş. Öyle ki; istihbarat birimlerinin raporları haricinde neredeyse her ay il valileri düzenli olarak İçişleri Bakanlığı'na Said Nursi ve o illerdeki Nurcuların faaliyetleriyle ilgili bilgi notları yollamış. Bu notlarda yazılanların uygulanması için emniyet ve jandarma birimlerine gönderilerek yüzlerce insan tutuklanmış...

Belgeler arasında en ilginci 1950'li yılların ortalarında hazırlanmış dört sayfalık bir evrak. Dönemin istihbarat kurumu MAH tarafından hazırlanan belge "Nurcuların Muhtelif Vilayetlerdeki Temsilcileri" başlığını taşıyor. Bu belgede il il Nurcuların temsilcilerinin adı mevcut. Bugün çoğu hayatta olmayan bu isimler listesinde Said Nursi'nin en yakınındaki talebelerinin adları yazıyor. Belgede Nurcuların İstanbul temsilcisi olarak Şair Necip Fazıl Kısakürek'in adı da dikkat çekiyor! Yine belgelerde Said Nursi'ye sempati duyan Demokrat Partili milletvekilleri, il ve ilçe başkanları da fişlenmiş.

Komisyona ulaşan belgeler arasında Said Nursi'nin TSK'ya sızmaya çalıştığı da vurgulanıyor. İstihbarat birimleri bu görüşlerini desteklemek için, astsubay rutbesinden albay rutbesine kadar TSK'da görevli birçok subay ve astsubayın adını da 'Nurcu' şeklinde fişlemiş!

1958 yılında hazırlanan bir belgede Sid Nursi'nin Nakşibendi tarikatına mensup olduğu, 1925 yılındaki Şeyh Said isyanına destek vermese de Kürt milliyetçiliği fikir ve gayesini, din ve tarikat kisvesi altında yaymaya çalıştığı belirtiliyor.

'Çok Gizli' damgalı bir başka belgede ise şunlar yazılı:

Adı: Saidi Kürdi, Said Nursi, Bediüzzaman
Kayıtlı bulunduğu kısım ve sıra numarası: A fişinin 5 sayısına kayıtlıdır
Yaptığı iş: Boşta gezer
Alınması lazım gelen durum: Kürtçülük mevkuresi taşıdığı, dini hassasiyetleri buna alet ettiği, Nurculuk teşkilatı kurmak istediği görüldüğünden... Dini hassasiyetleri alet ederek devletin emniyetini bozacak hallere halkı teşvik etmek ve Nurcular adında gizli bir cemiyet kurmak... Fırsat düşkünü, sinsi ve kurnaz bir şahıs olan adı geçenin kötü emellerini gizli gizli tahakkuk ettirmek istediği görülmüştür. Durumun denetlenmesi lüzumu görülmüştür. (Habertürk)

22 Şubat 2013 Cuma

KOMUTANLAR İTİRAFLARA BAŞLADI…


Beş ay önce yayımlanan “ATATÜRKÇÜLER YENİLDİ” adlı kitabımda, çok sağlam belgelere ve kaynaklara dayanarak son 60 yılımızın geniş bir değerlendirmesini yapmıştım.
Kitabıma ilgi çok büyük oldu, bu ilgi artarak sürmektedir. Okuyanların neredeyse tamamı; üzüntü, öfke, aldatılmış duygusu, karamsarlık ve kaygı yaşamış olsalar da, beğenilerini ve övgülerini yazarak, telefon ederek ve şahsen beni gelip görerek duyurdular.
Kitabın adına takılıp kalan, aldatmaya ve aldanmaya, avutmaya ve avutulmaya yatkın olanlar, kitabımı okumadan tepki gösterdiler. Kitabımı okumaya cesaret bile edemeyenlere ben diyebilirdim ki?
21 Şubat 2013 günü Aydınlık gazetesini aldım.
Gazetenin ön sayfasının tamamını kaplayan haberi okudum ve kendi kendime, “Atatürkçüler Yenildi” kitabım umduğum olumlu yankıyı yapmış, diyerek sevindim.
Gazetenin ön sayfasının tümünü kaplayan haberde, Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin ve Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz’un Silivri’den yolladıkları mektup ayrıntılarıyla verilmekteydi.
Ben sizlere o mektuptan sadece iki paragraf aktaracağım.
Bakın, Silivri’deki bu iki komutanımız neler diyor:
“Ülkemiz, 1952’de NATO’ya girdikten sonra, kendi omuzlarının üzerinde başkasının kafasını taşımanın bir bedeli olarak, düşünme yetisini kaybetmiştir.
NATO döneminde halkın kaderini paylaşma zayıflamış, onun değerlerinden uzaklaşılmış, Ordumuz kendisine kan pompalayan damarları kendi içerisinde çürütmüştür.”
İki komutanımızın Silivri’den yazdıkları şu satırlar can alıcı değerde itiraflardır:
“Maalesef Ordumuzu yöneten bizler, Atatürk’ü doğru anlama ve anlatma becerisini gösteremedik.”
Bu acı itiraflar, benim “Atatürkçüler Yenildi” kitabımda ortaya koyduğum çok sağlam belgelerden sonra varmış olduğum yargıydı!
Diyeceğim şudur:
Umarım bundan sonra yalnız Silivri ve Hasdal’daki komutanlarımız değil, hâlihazırda görev başında olan komutanlarımız da gerçek Kemalist olma yoluna girerler.
Hiçbir zaman “çok geç” sayılmaz!
Bir de dileğim var:
Silivri’de, Mamak’ta, Hastal’daki tüm komutanlarımız, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki tüm komutanlarımız ve subaylarımız ve de Aydınlık okuyucuları tez zamanda “ATATÜRKÇÜLER YENİLDİ” yi alıp okusunlar.
Öğrenilecek çok ders var…
Yılmaz Dikbaş
22 Şubat 2013
0532 233 31 52

ATATÜRK'ÜN MAL VARLIĞI KONUSUNDAKİ YALANLARA YANIT

ATATÜRK'ÜN MAL VARLIĞI KONUSUNDAKİ YALANLARA YANIT PDF Yazdır e-Posta

Yalan Makinesi Gibi

Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığını hayat biçimi haline getirmiş, Atatürk ve cumhuriyet düşmanlığı ile ürettiği tarihi yalanlarla geçimini sağlayan cemaatin kadrolu tarihçisi (?) bugüne kadar ürettiği onca tarihi yalana son olarak “Atatürk’ün mal varlığı” yalanını da ekledi. Ona göre "Atatürk mal varlığını gayri meşru yollardan elde etmiş! Aslında bu mal varlığını hazineye bağışlamak istememiş! İsmet İnönü’nün zorlamasıyla hazineye bağışlamış!" Mış mış da mış mış!... (Bkz.Çok-konusulacak-Ataturk-iddiası)
Malum! Bütün bu iddiaları da daha öncekiler gibi KOCAMAN BİR YALAN! En hafifiyle ÇARPITMA!
Ancak bu yalan, biraz aklı başında ve biraz da Atatürk’ü ve yakın tarihi bilen birinin söyleyebileceği türeden bir yalan da değil doğrusu! Çok mantık dışı bir yalan! Ben bu yalan makinesinin daha mantıklı yalanlarını da görmüştüm!
Çanakkale kahramanı, Muş ve Bitlis’in kurtarıcısı, Kurtuluş Savaşı’nın örgütleyicisi ve Başkomutanı, emperyalizmi dize getiren ilk Doğulu ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Atatürk, yaşadığı dönemde Türkiye’de mala, mülke, eve, çiftliğe, paraya hiç ihtiyacı olmadan hayatını krallar gibi sürdürebilecek bir SAYGINLIKTA ve SEVİLİRLİKTE bir liderdir. Atatürk’ün cebinde beş parası, yatacak yeri olmasa bile milletinin onu el üstünde tutacağı çok açık bir gerçektir.  Nitekim neredeyse gittiği her yerde ona bir ev, köşk hediye edilmiştir. Atatürk’ün mala, mülke ve paraya ihtiyacı olmadığı gibi, üstelik annesi, babası yakın akrabaları (kız kardeşi Makbule Hanım dışında) ölmüş, çocukları da olmadığı için mal mülk, servet edinip buları akrabalarına miras bırakması gibi bir durum da söz konusu değildir.

Atatürk'ün Örnek Çiftlikler Projesi

Atatürk yokluk, yoksulluk ve parasızlık içinde bir Kurtuluş Savaşı verip, ardından yeni bir devlet kurmanın ne demek olduğunu çok iyi bildiği için, hem o zamanki halka, hem gelecek nesillere örnek olması amacıyla ÖRNEK TARIM, HAYVANCILIK VE SANAYİ PROJELERİ geliştirmiştir. (Bkz. Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, “Atatürk’ün Akıllı Projeleri, 2 Cilt, İnkılap Yayınları, İstanbul, 2011). Bu projelerin en önemlisi ATATÜRK’ÜN ÖRNEK ÇİFTLİKLER PROEJESİ’dir. Atatürk, Türkiye’nin çağdaşlaştırmıştı köyden, köylüden başlatılması gerektiğine inandığı için “Köylü milletin efendisidir” demiş ve bu doğrultuda köylüye örnek oluşturmak amacıyla modern tarım ve hayvancılık yöntemlerinin uygulandığı ÖRNEK ÇİFTLİKLER kurmuştur. Akl-ı Kemal’in I. cildinde anlattığım gibi Atatürk sonradan hazineye bağışladığı birçok örnek çiftlik kurmuştur: Ankara Orman Çiftliği (Orman, Yağmurbaba, Balgat, Macun, Güvercinlik, Tahar, Etimesut, Çakırlar çiftlikleri)  Yalova’da Millet ve Baltacı çiftlikleri, Silifke’de Tekir ve Şövalye çiftlikleri, Dörtyol’da portakal bahçesi ile Karabasamak Çiftliği, Tarsus’ta Piloğlu Çiftliği.... Atatürk, bazen parasını vererek aldığı, bazen de kendisine bağışlanan bu çiftlikleri işletip para kazanmak değil, bu çiftliklerde modern tarım, hayvancılık ve hatta sanayi uygulamaları yaparak Türk halkına Türk köylüsüne örnek olmak istemiştir.
Atatürk, Anadolu’nun  her yerinde tarım ve hayvancılık yapılabileceğini göstermek için önce Ankara’nın en bataklık, en kötü yerinde Gazi Orman Çiftliği’ni kurdurarak işe başlamıştır. Bu işle bizzat ilgilenmiş, çiftlik inşası sırasında fırsat bulabildiğinde çiftliğe giderek çalışmaları çok yakından izlemiştir. Daha sonra da Yalova, Mersin gibi birçok yerde birçok ÖRNEK ÇİFTLİKLER edinip işletmiştir. Atatürk, bu örnek çiftliklerin, hem modern tarım, hayvancılık ve sanayi yapılan yerler olmasını, hem de ağaçlandırılarak adeta yeşil bir cennete dönüştürülmesini istemiştir. Bu amaçla örneğin Ankara’daki Gazi Orman Çiftliği’ne her yıl 50.000 ağaç diktirmiştir. Burada tarım ve hayvancılık yaptırmış, fabrikalar kurdurmuş, hatta BİYOYAKIT kullanımı konusunda bile çalışmalar yaptırmıştır.
Atatürk, her konuda olduğu gibi tarım, hayvancılık, sanayi ile iç içe geçmiş yeşil bir çevre konusunda da milletine örnek olmak istemiş, bu konuda da milletine elle tutulur bir şeyler bırakmak istemiştir. Örneğin, milletine doğa ve ağaç sevgisi konusunda örnek olmak için Yalova Çiftliği’ndeki köşkünü, sırf yanındaki bir çınar ağacının dallarını kesilmekten kurtarmak için, altına ray döşetip birkaç metre  kaydırmıştır. O günden sonra bu köşkün adı “Yürüyen Köşk” olmuştur.
Atatürk’ü düşünsenize! Bütün ömrü milleti için mücadele etmek uğrunda cephelerde geçmiş. Önce emperyalizmle ve yerli işbirlikçilerle, sonra da kendi ifadesiyle“kavrama sınırları biten” bazı arkadaşlarının muhalefetiyle, değişime karşı gelen kitlerle mücadele ederek tam bağımsız ve çağdaş bir devlet kurmuştur. Daha önce de belirttiğim gibi ne yapsın malı mülkü? Gittiği her yerde zaten krallar gibi ağırlanmaktadır. El üstünde tutulmaktadır. Hiçbir yerde kendisine para ödetilmemektedir! En güzel köşklerde, evlerde yatırılmaktadır. En güzel yiyecekler ikram edilmektedir kendisine! Milletinin kalbinde çok özel bir yeri olan Atatürk, üstelik çocukları, yakınları da olmadığına göre bu Çiftlikleri, malı, mülkü ne  yapacaktır. Tabi ki milletine, milletini kalkındırmak için kurduğu Halk Partisi’ne, yine milletinin tarihini ve dilini araştırması için kurduğu Tarih ve Dil Kurumlarına bırakacaktır. O da öyle yapmıştır. Yani, yalan makinesi tarihçimizin “Atatürk çiftliklerini İsmet İnönü'nün zoruyla hazineye bağışladı” iddiası kendiliğinden çürümektedir.

"Çiftlikleri Hangi Kuruma Bıraksam" Tartışmasından Bir Yalan Üretmek

Atatürk, bu çiftlikleri mezara götürmeyecekti herhalde! Bu çiftlikleri ne amaçla kurup, ne amaçla işlettiğini de bildiğimize göre Atatürk, tabi ki bilerek, isteyerek ve hatta önceden planlayarak bu çiftliklerini ölmeden önce milletine bağışlamıştır! Bu sırada tabi ki İsmet İnönü başta olmak üzere yakın dostlarıyla bu konuyu konuşmuştur. "Çiftlikleri hangi kuruma bırakırsak, çiftlikler geliştirilerek işletilir ve millet bu çiftliklerden daha iyi yararlanır? sorusuna yanıt aramıştır. Nitekim önceleri çiftlikleri Halk Partisi’ne bırakmayı düşünmüştür. Halk Partisi’nin halkın yararına olarak çiftlikleri işletmesini planlamıştır, ama daha sonra halkın çiftliklerden daha iyi yararlanması için çiftliklerini doğrudan hazineye bağışlamayı uygun görmüştür. Yalan makinesi tarihçimiz, Atatürk'ün "Çiftlikleri hangi kuruma bırakırsak halkın yararına olarak daha iyi işletilir sorusuna" yanıt ararken İsmet İnönü'nün görüşü doğrultusunda karar alıp çiftliklerini hazineye bırakmasını, "Atatürk'ü İsmet İnönü ikna etti! Atatürk çiftliklerini hazineye bırakmak istemiyordu! Atatürk, çiftlikler zarar ettiği için hazineye bağışladı" biçiminde çarpıtmıştır. İşin ilginç yanı, Atatürk'e saldırmak için İsmet İnönü'yü kullanan yalan makinesi tarihçimiz aslında iflah olmaz bir İsmet İnönü düşmanıdır. Her fırsatta İsmet İnönü'ye saldırn bu yalan makinesi tarihçimiz, örneğin İsmet İnönü'nün Kurtuluş Savaşı'na katılması için "bohçalanarak" Anadolu'ya gönderildiğini iddia etmiş ve  son olarak İsmet İnönü'yü "cami düşmanı" olmakla suçlamıştır.
Atatürk, ölmeden önce de gözü gibi baktığı çiftliklerini, içindeki mal varlıklarıyla birlikte milletine bağışlamıştır. Çiftliklerini “zarar ettikleri için hazineye bağışladığı” iddiası kocaman bir yalandır. Bunun yalan olduğunu anlamak için Atatürk'ün içinde çiftliklerinin de olduğu bütün mal varlığını bir an önce milletine bağışlamak için gösterdiği çabayı bilmek gerekir.

Atatürk'ün Bütün Mal Varlığını Milletine Bağışlama Israrı

Atatürk; 1927 yılında Büyük Nutku’nu okuduğu C.H.P’nin 2.ci Kurultayı’nda, taşınır-taşınmaz tüm mal varlığını C.H.P.’ne bağışlayacağını duyurmuştu. Daha ileride, bu partinin artık devletle tamamen bütünleştiğini görerek fikrini değiştirmiş ve mal varlığını C.H.P’ye değil, Hazine’ye bağışlamaya karar vermişti. İşte 1933 yılında bu konuda ilk adımı atmış ve gereken hukuki hazırlığı yapmasını da Genel Sekreter’i Hasan Rıza Soyak’a emretmişti. (Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, s.754).
Soyak, Atatürk’ün bu emrinin yerine getirilebilmesinin mümkün olmadığını, Miras Hukuku’nda “mahfuz hisse” denen bir kavram bulunduğunu, buna göre kız kardeşi Makbule Hanım sağ olduğu için mal varlığının yüzde 25’inin Makbule Hanım’a ait olduğunu, o nedenle tümünü değil ama kendi tasarrufundaki yüzde 75 üzerinde dilediğini yapabileceğini uzun uzun anlatmıştır.
Atatürk tatmin olmamış, tüm varlığını milletine yani hazineye bağışlamak konusunda ısrar etmiştir.. Sonunda; “...Her neyse, bir çaresini bulmalı ve mutlaka benim istediğim gibi bir vasiyetname yapmalıyız. Sen bu işle meşgul ol...” demiştir. Emir kesindir.
Hasan Rıza; bunun üzerine bir hukuk bilgini olan Saruhan (Manisa) milletvekili Mustafa Fevzi Efendi’ye danışmış, konuyu inceleyen M. Fevzi Efendi şöyle bir öneri sunmuştur:
Miras Hukuku hükümleri çok açık. Oradan bir çıkış göremiyorum. Yalnız aklıma bir başka nokta geliyor: TBMM Gazi için özel bir kanun çıkartsın. Sorun herhalde o zaman çözülebilir.
Atatürk’ün de uygun görmesi üzerine konu Meclis’e götürülmüş ve bu kanun çıkartılmıştır. (Kabul Tarihi: 12.6.1933, numarası: 2307.)
Atatürk'ün mal varlığının tamamını hazineye bağışlayabilmesi için Atatürk'ün isteği ile Meclis tarafından çıkarılan 2307 nolu kanunun maddeleri şunlardır:
Madde 1: Gazi Mustafa Kemal Hazretleri'nin, Kanunu Medeni'nin 452. maddesi dairesindeki tasarrufları, mahfuz hisseler hakkındaki hükümden müstesna olup, bütün mallarında muteberdir.
Madde 2: Bu kanun neşri tarihinden itibaren muteberdir.
Madde 3: Bu kanunun hükümlerini icraya, İcra Vekilleri Heyeti memurdur.
Tüm mal varlığının ulusa yani hazineye ait olduğu, 1933’te çıkarılan işte bu yasayla hüküm altına alınmış oluyordu.
İntikallerin tamamlanması ise 12 Haziran 1937’de bitmiştir.
Prof. Orhan Çekiç'in dediği gibi "Özel yasa çıkarttırarak kendine özel çıkarlar sağlayan devlet adamlarına, dünyanın her yerinde dün de, bugün de rastlanıyor, yarın da rastlanacak... Ama özel yasa çıkarttırarak nesi var nesi yok milletine bağışlayan devlet adamına, ne Atatürk’ten önce, ne de sonra bir daha rastlanmadı."
Atatürk, kâğıt üzerinde nice mal-mülk sahibi görünüyor olsa da 1933’ten itibaren O’nun artık bir dikili ağacı bile yoktur.
Atatürk’ün, yaptığı bağışlara temel olan yasayı Meclis’ten rica ederek çıkarttırdığı tarih; 12 Haziran 1933’tür... Yani, Cumhuriyet henüz 10 yaşındadır. Hastalık belirtileri de daha ortaya çıkmamıştır. Çiftliklerinin zarar etmesi diye bir durum da söz konusu değildir, çünkü daha çiftlikler yeni kuruluş aşamasındadır. Atatürk, bilerek, isteyerek, daha işin başında malını mülkünü milletine bırakmaya karar verniştir.
Aslına bakılacak olursa Atatürk'ün mal varlığının çoğu kendisine bağış ve hediye olarak verilen köşklerden, evlerden, bağlardan bahçelerden oluşmuştur. Prof. Orhan Çekiç'in de belirttği gibi: "Atatürk’ün zaman zaman ziyaret ettiği yerler belediyelerinin kendisine “yörenin bir şükran ifadesi olarak” köşkler hediye etmişlerdir. Atatürk nezaketen kabul ettiği bu köşklerin tümünü ilk fırsatta belediyelere iade etmiş, buraları o belediyeler tarafından ya “Atatürk Evi” olarak muhafaza edilmiş veya müzeye dönüştürülmüştür. Bugün Anadolu'nun neredeyse her ilinde bir Atatürk Evi ve Müzesi olmasının nedeni bundandır.
Atatürk; kendine hediye edilenler bir yana dursun, kendi parasıyla edindiklerini bile ya Yalova’da, Mersin’de olduğu gibi yöre köylüsüne veya yukarıda belirtildiği gibi hazineye bağışlamıştı. Örneğin, o günlerde bataklık olan bugünkü Etimesgut’un tüm arsalarını, bedelini ödeyerek parsel parsel satın almış, ıslah ettirmiş ve buralara Rumeli’den göç eden muhacir hemşerilerini yerleştirmiştir. Aynı şeyi Yalova için de yapmıştır ve Yalova’ya ilk gidişinin nedeni, bu bölgeye yerleştirilen Rumeli göçmenlerinin durumunu görmek içindir. Kooperatif kurulmasına öncülük etmiş 1 numaralı üyeliği kendisi almış ve bu yoldan da köylüye örnek olmuştur. Kendi çiftlikleri başarılı bir düzeye geldiğinde de bunları o yörenin köylerine bağışlamıştır."

Atatürk'ün Çiftliklerini Milletine Bağışlaması

Atatürk, kurmuş olduğu çiftlikleri 13 yıl bizzat işlettikten sonra 11 Haziran 1937 tarihinde yazmış olduğu vasiyet mektubu ile hazineye devretmiştir. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü  tarafından Maliye Bakanlığı’na havale edilen o tarihi mektup şöyledir:
Başvekalete,
Malum olduğu üzere ziraat ve iktisat sahasında fenni ve ameli tecrübeler yapmak maksadı ile muhtelif zamanlarda memleketin muhtelif mıntıkalarında müteaddit çiftlikler tesisi etmiştim.
On üç sene devam eden çetin çalışmaları esnasında faaliyetlerinin, bulundukları iklimin yetiştirdiği her çeşit mahsulattan başka, her nevi ziraat sanatlarına da teşmil eden bu müessesleri ilk senelerden başlayan bütün kazançlarını inkişaflarına sarf ederek büyük küçük müteaddit fabrika ve imalathaneler tesis etmişler, bütün ziraat, makine ve aletlerini yerinde ve faydalı şekilde kullanarak bunların hepsini tamir ve mühim bir kısmını yeniden imal edecek tesisat vücuda getirmişler, yerli ve yabancı birçok hayvan ırkları üzerinde çift ve mahsul bakımından yaptıkları tetkikler neticesinde bunların muhite en elverişli ve verimli olanlarını tespit etmişler, kooperatif teşkili suretiyle veya aynı zahiyette başka suretlerle civar köylerle beraber, faydalı şekilde çalışmalar, bir taraftan da iç ve dış piyasalarla daimi ve sıkı temasta bulunmak suretiyle faaliyetlerini ve istihsallerini bunların isteklerine uydurmuşlar ve bugün her bakımdan verimli, olgun ve çok kıymetli birer varlık haline gelmişlerdir. Çiftliklerin yerine göre araziyi ıslah ve tanzim etmek, muhitlerini güzelleştirmek, halka gezecek, eğlenecek ve dinlenecek sıhhi yerler, hilyesiz ve nefis gıda maddeleri temin eylemek, bazı yerlerde ihtikarla fiili ve muvaffakiyetli mücadelede bulunmak gibi hizmetleri de zikre şayandır.
Bünyelerinin metanetini ve muvaffakiyetlerinin temelini teşkil eden geniş çalışma ve ticari esaslar dahilinde idare edildikleri ve memleketin mıntıkalarında da müessilleri tesis edildiği takdirde, tecrübelerini müspet iş sahasından alan bu müesseselerin ziraat usullerini düzeltme, istihsalatı artırma ve köyleri kalkındırma yolunda devletçe alınan ve alınacak olan tedbirlerin hüsnü intihap ve inkişafına çok müsait birer amil ve mesnet olacaklarına kani bulunuyorum ve bu kanaatle tasarrufum altındaki bu çiftlikleri, bütün tesisat, hayvanat ve demirbaşları ile beraber hazineye hediye ediyorum. Çiftliklerin arazisi ile tesisat ve demirbaşını mücbel gösteren bir liste ilişiktir.
Müktazi kanun muamelesinin yapılmasını dilerim. 11.06.1937-  Mustafa Kemal Atatürk”
Orijinal mektupta çok ayrıntılı olan söz konusu listeyi şöyle özetlemek mümkündür:
Ankara’da Orman, Yağmurbaba, Balgat, Macun, Güvercinlik, Tahar, Etimesut, Çakırlar çiftliklerinden meydana gelen Orman Çiftliği, Yalova’da Millet ve Baltacı Çiftlikleri, Silifke’de Tekir ve Şövalye Çiftlikleri, Dörtyol’da portakal bahçesi ile Karabasamak Çiftliği, Tarsus’ta Piloğlu Çiftliği.
Bu yerlerdeki Bira Fabrikası, Malt Fabrikası, Buz Fabrikası, Soda ve Gazoz Fabrikası, Deri Fabrikası, Tarım Aletleri ve Demir Fabrikası, iki modern Süt Fabrikası, iki büyük yoğurt imalathanesi, şarap imalathanesi, değirmen, iki yağ ve peynir imalathanesi, iki tavuk çiftliği, iki özel iskele ve liman, beş satış mağazası, Çelik Fabrikası’nın %40 payı, 16 traktör, 13 komple biçerdöver, 1 deniz motoru, 5 kamyon ve kamyonet, 2 binek otomobil, 19 binek ve yük arabası, 13.100 adet koyun, 443 sığır, 69 at, 58 eşek, 2450 tavuk.
Atatürk’ün çiftliklerini hazineye bağışladığı bu vasiyet mektubu, Atatürk’ün “Örnek Çiftlikler (Yeşil Cennet) Projesi”nin amaçlarını gözler önüne sermesi bakımından çok dikkat çekicidir. Mektup, dikkatle okunduğunda Atatürk’ün aslında tüm Türkiye’yi ağaçlandırmayı, yeşillendirmeyi düşündüğü ve dahası tarımsal ve hayvansal üretimi arttırmayı amaçladığı görülecektir.
Mektupta ifade edildi kadarıyla Atatürk:
* Tarım ve ekonomi alanında bilimsel ve uygulamalı denemeler yapmak için değişik zamanlarda ülkenin değişik yerlerinde çiftlikler kurmuştur.
* Bu çiftliklerdeki çalışmalar 13 sene sürmüştür.
* Bu çiftliklerde, iklime göre her çeşit ürünler yetiştirilmiş, küçük büyük fabrikalar kurulmuş, makineli tarım yapılmış, bu makinelerin bir kısmı bu çiftliklerde kurulan tesislerde imal edilmiş, yerli ve yabancı bir çok hayvan ırkları üzerinde incelemeler yapılmış, civar köylerle işbirliği içinde faydalı çalışmalar gerçekleştirilmiştir.
* Çiftliklerin kuruldukları bölgelerdeki araziler ıslah edilmiş, düzenlenmiş ve o bölgeler güzelleştirilmiştir.
* Çiftlikler halka gezecek, eğlenecek ve dinlenecek temiz yerler, sağlıklı ve nefis gıda maddeleri sağlamıştır.
* Atatürk, bu çiftliklerin daha da geliştirildiği takdirde ziraat teknikleri, düzeltme, üretimi artırma ve köyleri kalkındırma yolunda çok işe yarayacaklarını belirtmiştir.
Meclis’te Atatürk’ten gelen bu “çiftlik vasiyeti” mektubunun okunmasından sonra Başbakan İsmet İnönü söz alıp özetle şunları söylemiştir:
“Sevinç ve heyecanla dinlediğimiz armağan olayı, üzerinde büyük bir önemle durulması gereken  yüksek bir değerdedir.Hazineye geçen bu çiftlikler, değerleri milyonlara varan bir zenginliğe sahiptirler. Atatürk bu çiftlikleri yıllardan beri kişisel biriktirmeleri ve özellikle kişisel emeği ile meydana getirmiştir. Ve bunları herkesin Anadolu ortasında nasıl bir bayındır oturma yerinin yapılabileceğini düşünüp karamsarlığa düşerken, bilim ve çalışma ile bunun mümkün olabileceğine örnek vermek için yapmıştır. Atatürk, her türlü kişisel çıkarların, kişiliğine yönelik her türlü yararların daima üstünde kalmış ve daima kalacak olan bir ulusal varlıktır. Bu eserleri hazineye armağan etmesinin de temelli, büyük ve politik bir ideali vardır. Çünkü o, Milli Mücadele’nin ilk gününden beri bu memleketin kudretini ve zenginliğini köylülerimizin kalkınmasında, zenginliğe ve rahat geçime sahip olmasında gördü. İlk günden beri bu doğrultuda yürüdü. Biz de aynı doğrultu da yürüyoruz. Bugün de Atatürk, memleketin güçlenip zenginliğinin artması için köylünün durumunun ve ekonomik varlığının yükselmesi gerektiği kanısındadır. Atatürk, bu anlayışın ve siyasetin memleket için çok yararlı olacağı kanısı ile bu konudaki mücadelenin başındadır. Biz de onu izlemekte çok dikkatliyiz.
Atatürk bu çiftlikleri Halk Partisi’nin malı olarak saklıyordu. Fakat köylülerin buralardan bir okul, bir öğretici araç olarak yararlanabilmelerinin devlet elinde bulunmaları ile daha kolay ve mümkün olacağını düşündü…. Böylece Atatürk bir kere daha kendi huzur ve rahatının, vatanının şan ve şerefinde ve güçlülüğüne olduğunu gösteriyor. Biz de diyoruz ki Atatürk bizim en değerli hazinemizdir. Onun şan ve şerefini vatanın şan ve şerefi sayıyoruz.”
İnönü’nün Meclis Zabıt Ceridesi’ndeki bu konuşması yalan makinesi tarihçimizin maskesini bir kere daha düşürmektedir.  İnönü, “Atatürk bu çiftlikleri Halk Partisi’nin malı olarak saklıyordu. Fakat köylülerin buralardan bir okul, bir öğretici araç olarak yararlanabilmelerinin devlet elinde bulunmaları ile daha kolay ve mümkün olacağını düşündü” bu nedenle hazineye devretti demiştir.

Ben Gerektiğinde Milletime Canımı Vereceğim

İnönü’nün bu konuşmasından sonra 13 milletvekili, Atatürk’ün çiftliklerini milletine bağışlamasıyla ilgili konuşmalar yapmış, yüzlercesi de Atatürk’e teşekkür telgrafları çekmiştir.  Meclis Başkanlık Divanı, “Büyük İyiliği” için Atatürk’e bir teşekkür telgrafı çekmiştir. Bunun üzerine Atatürk de önce Başbakan’a sonra da Meclis’e birer mektup göndermiştir.
Atatürk’ün Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği mektup şudur:
“Hatırlarsınız, Türk köylüsünün Türk’ün efendisi olduğunu söylediğim zamanı. Ben o efendinin isteği ve iradesi altında yıllardan beri çalışmış olan bir hizmetçiyim. Şimdi beni çok duygulandıran olay, değersiz olsa da Türk köylüsüne ufak bir görev yapmış olduğumdur. Milletin Yüksek Temsilciler Kurulu bunu iyi görmüş ve kabul etmişler ise, benim için en unutulmaz bir mutluluk anısını bana vermişlerdir.  Bundan ötürü çok yüksek bir zevkle millet, memleket ve Cumhuriyet hükümetine yapmak zorunda olduğum görevlerden en basiti karşısında gösterilmiş olan iyi duygulardan ne kadar heyecanlandığımı anlatacak güçte değilim. Söz konusu olan armağan Yüksek Türk Milletine benim asıl vermeyi düşündüğüm armağan karşısında hiçbir değere sahip değildir. Ben gerektiği zaman en büyük armağanım olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim.” (Mahmut Goloğlu, Tek Partili Cumhuriyet, s. 264.)
İşte büyük adam…İşte vatanseverlik… İşte tevazu…
Bütün mal varlığını, 15 yıl uğraşıp didinip adeta yoktan var ettiği örnek çiftliklerini, milletine bağışladığı için kendisine teşekkür eden Meclise, “Ben gerektiği zaman en büyük armağanım olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim” diye karşılık veren bir lider…  O günlerde "milletine canını vermekten" söz eden Atatürk'ün kastettiği Hatay Meselesi idi. Atatürk Hatay'ı anavatana katmaya kararlıydı ve bu uğurda canını vermeyi bile göze almıştı.
Atatürk, Büyük Millet Meclisi’ne de “Yapılan bir görevdir” şeklinde kısa fakat çok anlamlı bir mektup göndermiştir. (TBMM Zabıt Ceridesi, 14 Haziran 1937.)

Atatürk’ün Vasiyeti Çiğneniyor: Atatürk Orman Çiftliği Yok Edilmek Üzere

Atatürk’ün Örnek Çiftlikler (Yeşil Cennet) Projesi’nin ilk uygulaması olan Atatürk (Gazi) Orman Çiftliği,  Atatürk'ün kişisel mal varlığı içinde olduğundan 1937 yılında Atatürk tarafından şartlı olarak hazineye bağışlanmıştır. Bağışla ilgili resmi belgeye göre; Atatürk Orman Çiftliği üzerindeki bütün zirai işletmeler, donanımları ile birlikte bir zirai üretim birimi olarak korunması ve işlerliğinin devamı şartı ile hazineye devredilmiştir. Bağış senedinde ayrıca, çiftlikte arazi ıslahı ve düzenlenmesi yapılması, çevrenin güzelleştirilmesi, halka gezecek-eğlenecek ve dinlenecek sağlıklı yerler sağlanması, halka nefis ve katıksız gıda maddeleri üretilmesi ve temini amacı açıkça belirtilerek bunların gerçekleştirilmesi yükümlülüğü konulmuştur. Atatürk'ün kişisel mülkünü bağışladığı hazine, Atatürk Orman Çiftliği'nin mülkiyetini yukarıdaki yükümlülükleri ile birlikte devralmıştır.
Atatürk’ün milletin hizmetine sunduğu Atatürk Orman Çiftliği, zaman içinde Atatürk’ün vasiyeti çiğnenerek işletilmeye başlanmıştır. İhmaller, suiistimaller ve yanlış politikalar yüzünden Atatürk Orman Çiftliği gittikçe küçülmüştür. 2008 yıl sonu itibarıyla çeşitli sebeplerle çiftlik arazilerinde meydana gelen kayıp, 22.078 dekara ulaşmış bulunmaktadır. Bu miktar Atatürk’ün vasiyetiyle hazineye hediye etmiş olduğu toplam arazinin % 42’sine eşit bulunmaktadır.
2006 yılında çıkarılan 5524 sayılı yasa ile Atatürk Orman Çiftliği'nin imara açılması kanunlaşmış ve bu konuda Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne geniş yetkiler verilmiştir. Var olmayan gerçek dışı gerekçelere dayanılarak çıkarılan bu yasanın amacı, Atatürk Orman Çiftliği’nin mal varlığının belediyenin kontrolüne bırakılmasıdır. Bu yasa ile AKP’li Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin kontrolüne bırakılan Atatürk Orman Çiftliği, bilinmeyen bir sona sürüklenerek yok olacaktır. 5524 sayılı kanuna dayanılarak Atatürk Orman Çiftliği için yapılan imar planlarının, Ziraat Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası ve Ankara Barosu tarafından anayasaya ve yasalara aykırılığı nedeniyle iptali istemiyle dava açılmıştır.
Atatürk Orman Çiftliği’nin mülkiyeti Atatürk'ün bağışlama iradesi ile sınırlı olarak hazineye geçmiştir. 5524 sayılı yasa ile getirilen düzenlemeler ile Atatürk'ün anayasa ve medeni hukuktan doğan hakları çiğnenmektedir ve bu kanun, anayasanın mülkiyet hakkını koruyan kurallarına aykırıdır. 5524 sayılı kanun, anayasanın kamulaştırma için koyduğu kurallara aykırıdır. 5524 sayılı kanun, anayasanın kültür ve tabiat varlıklarının korunması ile ilgili kurallarına aykırıdır. 5524 sayılı kanun, anayasanın toprak varlığımızın korunması ile ilgili kurallarına aykırıdır.  5524 sayılı kanun, Atatürk’ün kişisel haklarına ve Cumhuriyetin ruhuna aykırıdır. (Güven Dinçer, "Atatürk Orman Çiftliği ve Anayasal Koruma", Cumhuriyet gazetesi, 18 Mayıs, 2007). 5524 sayılı kanun Atatürk’ün Yeşil Cennet Projesi’ne vurulmuş bir darbedir.

Yalova Çiftliği Araplara Satılıyor

Atatürk’ün 1929 yılında, yanı başındaki ulu çınar ağacının bir dalı zarar görmesin diye altına ray döşetip birkaç metre kaydırdığı Yalova’daki Yürüyen Köşk’ün öyküsü zaman içinde neredeyse unutulmuştur. Bırakın yürüyen köşkün ibret dolu öyküsünü, bu köşkün Atatürk’ün anısını taşıdığı ve Atatürk’ün vasiyeti gereği hazineye devredilerek milletin hizmetine sunulduğu da unutulmuş, unutturulmuştur.
Ve bir gün gelmiş, bu tarihi köşkün de içinde bulunduğu Yalova Çiftliği önce AKP’li Yalova Belediyesi’ne devredilmiş, daha sonra da Yalova Belediyesi tarafından Araplara satılmak istenmiştir.
2005 yılında AKP’li Belediye Başkanı Barbaros Binicioğlu’nun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmesinin ardından, Atatürk’ün kendi parasıyla kurup, ölmeden önce hazineye bağışladığı Yalova Çiftliği, turistik tesis yapılması için Araplara verilmiştir. Tesisleri, Dubai İslam Bankası ile Çalık Holding’in birlikte kurmasına karar verilmiştir.
Yüksek Planlama Kurulu kararıyla gerçekleştirilen operasyon sonucunda arazide kurulacak turistik tesisiler için 2005 yılında Dubai İslam Bankası ile ön protokol imzalanmıştır. İslam Bankası ile Çalık Holding’in kuracakları tesisler için atılan bu ilk imzada AKP’li Devlet Bakanı Ali Babacan da bulunmuştur. (“Çiftliği AraplardaHürriyet Gazetesi, 13 Temmuz 2005, s.22.)
Atatürk’ün, “vatanın  tek bir dalı  bile çok kıymetlidir” anlayışının sembolik ifadesi olan Yürüyen Köşk’ün de içinde olduğu Yalova Çiftliği, AKP’nin “babalar gibi satarım” anlayışıyla yandaşlara  ve yabancılara haraç mezat satılmaktadır.
Atatürk’ün hazineye devredip Türk milletinin hizmetine bıraktığı Yalova Çiftliği’nin, Atatürk’ün vasiyeti hiçe sayılarak Araplara satılmak istenmesi, Cumhuriyet’in geldiği noktayı göstermesi bakımından çok düşündürücüdür!
Bugün içinde “HALİFELİK VAR” sanarak Atatürk’ün Gizli Vasiyeti peşinde koşanların, önce Atatürk’ün elimizdeki “açık vasiyetinin” hukuka aykırı olarak çiğnenmesine ses çıkarmaları gerekir. Atatürk’ün bir “vasiyet mektubuyla” hazineye devrederek Türk milletinin hizmetine sunulmasını istediği çiftlikleri, bugün bu vasiyete aykırı olarak yandaşlara ve yabancılara haraç mezat peşkeş çekilmektedir. Bu durum, hukuka, insan haklarına ve kamu vicdanına aykırıdır. Bu durum, Mustafa Kemal Atatürk’e yapılmış büyük bir saygısızlıktır.
Yalan makinesi tarihçimizin de tarihi gerçekleri çarpıtmayı bırakıp Atatürk’ün vasiyetine aykırı olarak Atatürk’ün Örnek Çiftliklerinin yandaşa haraç mezat satılmasının hesabını sorması” gerekir. Namuslu bir aydının yapması gereken şey budur!

Yalan Makinesi Tarihçimiz Atatürk’ü Bugünkü Siyasilerle Karıştırmış!

Edindikleri servetleri eşe dosta, yandaşa akıtan günümüzün Başbakanları ve bakanlarının Atatürk’ten alacakları çok ama çok büyük dersler vardır.
Yalan makinesi tarihçimiz anlaşılan Atatürk’ü bugünkü cukkacı siyasilerle karıştırmış! Siyasi hayatları süresince mal,mülk,servet peşinde koşan, hem kendi ceplerini hem de eş, dost ve yandaşlarının ceplerini dolduran, İsviçre bankalarında gizli hesaplar açtıran, oğula gemicik alan, eşe kuyumcu dükkanı açan bugünkü siyasilerle Atatürk’ü kıyaslamak, Atatürk’ün de onlar gibi “mal, mülk, para düşkünü” olduğunu kanıtlama gayreti işçinde çırpınmak, bana soracak olursanız komik olmuş!
Yalan makinesi tarihçimiz, bugünün çalan-çırpan, eşi dostu kayıran siyasetçisine meşruiyet kazandırabilmek için “Atatürk de çalmıştı, çırpmıştı, malı, mülkü vardı!” diyebilme densizliğini göstererek hem komik duruma düşmüştür, hem de yandaşlığın-yalakalıkla tarihi çarpıtmanın son örneklerinden birini vermiştir.
Yalan makinesi tarihçimize şunu da hatırlatalım ki; eğer Atatürk, para pul peşinde koşsaydı I. Dünya Savaşı sırasında Alman komutan Falkenhayn tarafından kendisine verilmek istenen sandıklar dolusu altın rüşvetini kabul ederdi! Eğer Atatürk mal mülk düşkünü olsaydı kelle koltukta, yokluk ve yoksulluk içinde bir Kurtuluş Savaşı’nın önderi olmaya soyunmaz, işbirlikçiler gibi İngilizlerin kanatları altında gayet rahatça hayatını sürdürürdü. Ya da kendisine yapılan Halifelik tekliflerini kabul eder, para pul içinde yüzerdi.
Ah Atatürk düşmanı yobaz kafa ah!...
Yalan makinesinin daha mantıklı, ayakları daha sağlam yere basan yeni yalanlarını bekliyoruz!!!
NOT: Atatürk’ün Örnek Çiftlikler Projesi’nin ayrıntılarını AKL-I KEMAL, “Atatürk’ün Akıllı Projeleri”, C.I, adlı kitabımdan okuyabilirisiniz.
Sinan Meydan - 17 Haziran 2012
Kaynak gösterilmeden kullanılamaz: Kaynak: www.sinanmeydan.com.tr
Fotoğraflar:
Atatürk (Gazi) Orman Çiftliği ve ATATÜRK

Atatürk'ün emriyle, Yalova Köşkü'nün altına tren rayları döşetilerek kaydırılması çalışmalarından görüntüleri

21 Şubat 2013 Perşembe

“Gazi Kurşun Kalemler”




“Gazi Kurşun Kalemler”

Emperyalist işgal; her zaman silahlı saldırı ile yapılmaz. Emperyalistler maliyeti yüksek bir fiili savaş yerine elde etmek istedikleri ülkenin halkını, maliyeti daha düşük olan Kültürel savaş yoluyla sömürgeleştirmektedirler.
 Özellikle günümüz koşullarında işgal,  ekonomi ele geçirilerek ve tüm yönetim kademeleri kontrol altına alınarak örtülü işgal biçiminde gerçekleştirilmektedir. Bu yöntemle ülkeler işgal edilirken her türlü araç, Yüzyılın en şeytanca plan ve projeleri kullanılır.
Hedef kitlenin, yani hedef ulusların ve halkların, Medya, internet, Gazete, TV, Sinema, BASIN, Müzik, Casus, Ajan Misyonerler ve Kripto Gizli çift kimlikliler kullanılarak, algıları, bilinçleri silinerek HADIM edilir düşünceleri, beyinleri KISIRLAŞTIRILIR. Halk cahilleştirilir, Emperyal güçlerin pompaladığı değerlerin yüceltilerek benimsenmesi, ulusal/ milli değerlerin aşağılanması, itibarsızlaştırılması böylece sağlanır. Ulusal bilinci dumura uğratılan halk artık her türlü sömürüyü benimsemeye hazırdır.
Emperyalist işgalciler hesabına çalışan yerli-yabancı toplum mühendisleri, toplumların algısını yönetir. Bu sayede “bağımsızlık ruhu taşıyanların sayısı azaltır,  “manda ruhu” taşıyanları çoğaltır! Sonra ipleri eline alır, kuklaları oynatır. Okşanarak kandırılan, iğfal edilen toplumlar çaresizlik içinde haline şaşar kalır!
Bu yıkım planının en önemli ayağı olan Avrupa Birliği, beşinci kol etkinlikleri kapsamında, bu kez de hedef tahtasına Anadolu Basınını koydu. Avrupa Birliği Bakanlığı tarafından programlanan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) tarafından yürütülen “Türk Yerel Medyası AB Yolunda” projesinin üçüncüsü Isparta Barida Otel'de yapıldı.
3 gün süren seminere, daire müdürleri ile Isparta, Aksaray, Antalya, Aydın, Burdur, Konya, Denizli, Karaman ve Muğla illerinden gelen yerel medya çalışanları katıldı.
AB İletişim Projesi ve AB Sürecinde “Türk Yerel Medyası AB Yolunda” seminerinin Türkiye Cumhuriyeti kimlikli, yabancı konukları da var.  AB Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mr. Fatih Hasdemir, AB Bakanlığı Sivil toplum İletişim ve Kültür Başkanlığı Koordinatörü Miss. Başak İlisulu, Avrupa Gazeteciler Birliği Üyesi Mr. Zeynel Lüle, Today’s Zaman Ankara Temsilcisi Mr. Abdullah Bozkurt ve AB vizyonuyla "Nur"lanmış Isparta Valisi Memduh Oğuz. 
Bu nadide konuklar, İngiltere Büyükelçiliği Siyasi İşler Uzmanı Loise Taylor, Avrupa Parlamentosu eski milletvekili Ozan Ceyhun, konuşmalarında Türkiye-AB İlişkilerinde Değişen Dinamikleri işlemişler. AB konusunda bilgisiz(!), kara cahil(!) yerine koydukları yerel medya mensuplarını, AB vizyonuyla "Nur"landırıp,  bilgilendirmişler.
Engin AB kültürünü paylaşıp, AB’nin faziletlerini anlatmışlar. Yerel Medya temsilcilerini AB’ye özendirmek,  "devşirmek", "muhipleştirmek", “iğfal” etmek, Emperyalist işgalciler hesabına çalışan yerel misyonerler haline getirmek için en şeytani plan ve projelerini balandıra ballandıra sunmuşlar. Bu “iğfal” seminerinden çıkacak “önemli mesajları bölge halkıyla paylaşmaları” için yerel medya temsilcilerine çok önemli görevler düştüğünü hatırlatmayı da ihmal etmemişler.
Avrupa Birliği aşığı Mr. Hasdemir ve AB vizyonuyla "Nur”lanmış kimi konuşmacılar,  işi o kadar ileri götürmüşler ki, “Avrupa Birliğine girme konusunda tereddüdü olan kişi ve kuruluşları, çağdışı düşünen, Türk toplumunun ve ilerlemenin önünü tıkayan siyasi engeller olarak “ göstererek, ,  “komplocu”, “paranoyak”, “statükocu”  suçlamalarını getirmişler.
AB’nin kurnaz temsilcileri ve içimizdeki devşirilmiş AB muhipleri; Yerel Medya temsilcilerinin AB-D fonlarının veya başkalarının doldurduğu dolmakalemler değil, ham maddesi Anadolu toprağından fışkıran  kurşun kalemler”  olduğunu,  Türk Yerel Medyasının Milli Mücadelede harcı olan “gazi” medya olduğunu unutmuşlar. AB’ciler işte bu “kurşun kalem”, gazi Anadolu Basınını eğitip yetiştirmeye, hâle yola koymaya, "devşirmeye", "muhipleştirmeye", “iğfal” etmeye soyunmuşlardır. 1919larda nasıl yanılmışlarsa yine yanılmışlardır.
Tarihi iyi bilen AB’cilerin,  İstanbul’daki medya patronlarından yana bir sıkıntıları yok! Onlar gazetelerinin logosunun yanına bile AB bayrağını yerleştirmek suretiyle Vahdettin İstanbul’undaki mütareke basını gibi teslimiyet bayrağını çoktan çekmişlerdir.
Milli Mücadele düşmanı mütareke basını için, Mustafa Kemal’in yaptığı “satılmışların hâkimiyeti kalemiyesindeki matbuat” tanımlaması bugünün gerçeğini de ifade etmektedir.
İçişleri Bakanlığı da yapmış olan Ali Kemal’in Peyam–ı Sabah, Refi Cevat Ulunay’ın Alemdar Gazetesi, Sait Molla’nın İstanbul Gazetesi, Mehmet Asım Us ve Ahmet Emin Yalman’ın Vakit Gazetesi işgalcilerin yanında saf tutan dönemin mütareke medyasıydı. Ali Kemal, “Padişaha sadakatle bağlı Anadolu halkı, Mustafa Kemal denilen şakiye haddini bildirecektir.” (20 Nisan 1920 Peyam-ı Sabah), Refi Cevat, “İngilizleri bekliyoruz. Türkler kendi güçleriyle adam olamaz. İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak… Azimli bir hükümet, ’Kuvayı Milliye’ adı altına sığınan bu haydutların kafasına neden bir yumruk indirmiyor?” (21 Nisan 1919 ve 16 Mart 1920 Alemdar Gazetesi) diyordu.
Dünün mandacı siyah–beyaz mütareke medyası, bugün renk tonlarında biraz mutasyona uğrayıp “çağdaş mütareke medyası” oluverdiler. AB, ABD ve IMF mandalarının ve bu küresel mandaların yerli işbirlikçilerinin safında yer tuttular. 
“Çağdaş mütareke medyası”, küresel sömürgecilerin safında yer almakla yetinmeyip, işbaşındaki kimi yerli işbirlikçilerinin özel gayretleriyle milletimizin madenlerini, yer altı kaynaklarını, altınını, bakırını, gümüşünü, GSMH’sını sülük gibi emiyorlar.
Milli Mücadele günlerinde İstanbul’daki mütareke basınının karşısında ilkel koşullarda ama inançla bağımsızlık savaşı veren Anadolu Basını vardı. Atatürk de, Anadolu Basınının gücüne güvenmiş, 1919 yılında İrade-i Milliye gazetesinin kuruluşuyla bizzat ilgilenmişti. Ulusal Bağımsızlık Savaşı sürecinde, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında ve sonrasında Konya’da “Babalık”, “Yeni Adana”, “Antalya”, “Bartın”, “Kastamonu Açık Söz”, “Hâkimiyet-i Milliye” gibi gazeteler Anadolu’nun isyan bayrağı oldu. Anadolu’nun birçok yerinde bin bir zorluğu aşarak çıkan bu gazeteler, milli direnişin mahalli sesleri olarak çok önemli sorumluluklar üstlenmişlerdir.
Bu günde AB’den hibe alarak iğfal edilmiş Türk ulusunun içine girmiş BEŞİNCİ KOL olarak hizmet veren “çağdaş mütareke medyası” karşısında Türkiye yerel medyası AB yolunda değil, bağımsızlık yolunda bayrağını dik tutmayı sürdürmektedir.
Türk Yerel Medyası AB Yolunda” projesinin Isparta ayağında, Isparta Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Şevket Karahan’ın , Ancak bu süreçte AB’nin dağılması durumunda bütün emeklerimiz boşa mı gidecek? Amiyane tabirle ‘Yalakalıklar boşa mı gidecek?’ Çünkü AB için çok ödün veriyoruz. Eğer AB’ye gireceksek, Türkiye’nin değer ve şartlarını öne sürerek girmeliyiz” sözleri, yerel medya mensuplarını AB vizyonuyla "Nur"landırmaya gelen AB muhiplerini şaşkınlığa, hayal kırıklığına uğratırken, katılımcıların ezici çoğunluğu tarafından takdirle karşılanması bu kanımızı doğrulamaktadır.
Yerel medya mensuplarını, AB vizyonuyla "Nur”landırma işgüzarlığına soyunan AB Muhiplerine hatırlatırız. Anadolu Basını’nın onurlu mensuplarının elinde İzmir’de Yunan işgalcilere ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin’in bağımsızlık silahı vardır. Bu silah, dün olduğu gibi bu gün de Anadolu’yu işgal etmeye kalkışan küresel sömürgecilerin, AB’nin kurnaz mimarlarının ve işbirlikçilerinin kafalarında patlayacaktır.
Mahmut ÖZYÜREK