28 Aralık 2013 Cumartesi

İşte Müstakbel Başbakan!..





AKP’de çözülmeler sürüyor. Gidişat, 28 Şubat sürecinde DYP’nin başına gelenleri ve Refahyol’un çöküşünü hatırlatıyor…. Son kilit isimler Abdülkadir Aksu ve Kadir Topbaş olacak. Bakalım onlar ne zaman, hangi cenahı seçecek?.. Ali Babacan ve Mehmet Şimşek hepsinden önemli tabii!..
Bugün itibarıyla “hasar tespit raporu”  şöyle:
Başbakan Erdoğan’ın önünde iki seçenek kalmış gibi; İstifa ve yeniden hükümeti kurma görevini alıp, Meclis’ten güvenoyu isteme ya da erken seçime gitme…
İstifasını verdiği gün, şimdilik “Çin işkencesi”  şeklinde sürdürülen AKP’deki çözülme öyle hızlanır ki, Meclis çoğunluğunu kaybedebilir. Bu durumda da Cumhurbaşkanı Gül, Erdoğan’a değil, bir başka isme hükümeti kurma görevini verir. Yani Erdoğan, Hocası merhum Erbakan gibi “havada-karada ikmal”  falan yapamaz, Köşk’e çıkamadan çakılır, kalır!..
Direnir ve Cemaatle savaşı sürdürürse; AKP’yi Meclis çoğunluğunu kaybedecek şekilde yine parçalarlar. Gül, AKP’den kopmuş bir isme hükümeti kurma görevini verir. Yeni AKP ve CHP ortaklığı, yetmezse yanlarına BDP’yi de katıp ülkeyi yerel seçime, ardından erken genel seçime götürürler.
Her iki durumda da Meclis’te çoğunluğu yitiren Erdoğan’ın dokunulmazlığı kaldırılır, askeri darbe değil, ama “Cemaat  darbesiyle”   “Mursi’nin akıbeti”  yaşatılır!..
Olası bu geçiş döneminin müstakbel Başbakan adayına gelince; Hemen hemen belli gibi. Kim mi?
Önce Başbakan Erdoğan’ın hasta olduğunun ortaya çıkması üzerine 4 Aralık 2011’de Silivri’den yazdığım “İngiltere-ABD-Almanya Şeytan Üçgeni”  başlıklı yazımdan bazı bölümleri aktarayım:
“Bugünlerde bir anket yaptırıp Erdoğan sonrası AKP’nin akıbeti ve başına kimin gelmesinin iyi olacağının sorulduğu ortaya çıktı!.. Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç favoriymiş.
ABD’de bir düşünce kuruluşunun bir süre önce Ali Babacan’lı senaryo geliştirdiğini yazmıştım… Ne tesadüf?!..
ABD’nin 2 numarası Biden çok önemli bir çuvalla Türkiye’ye geldi. Gül’le görüşmesi 1 saat plânlanmışken 2 saat sürmüş ve Biden’in izlenimi: ‘Gül bilge biri, sorunlara yaklaşımına takdir duyuyoruz’ olmuştu… 
Biden’e Ali Babacan refakat etti. O da epey takdir ve beğeni topladı… Ya, böylesi bir ziyaretçi ve gündem varken Dışişleri Bakanı Davutoğlu neredeydi? Neonazilerin öldürdüğü Türklerin hak ve hukukunu savunmak için Almanya’da. Hem de 5 günlüğüne, hem de yanına öyle bir gazeteci ordusu almadan… 
Davutoğlu’nun zamanlaması ve içeriği açısından dikkat çeken bu uzun ziyareti için, Erdoğan sonrasının lider arayışlarında Avrupa’nın patronu haline gelen (İngiltere’yi hiç Avrupa’da saymadım; o ABD’nin yanında-arkasında) Almanya’nın nabzını tutma desem… Burada durayım, o kadara aklım ermez!..
Almanya’ya gelince; şöyle bir daha durup düşünmemiz gerekiyor, söylenecek ve sorulacak çok şey var zira. 2002’de DSP-MHP-ANAP hükümetinin, Almanya’da yazılan bir ‘senaryo’  yüzünden erken seçime gittiği ve AKP’nin hepsini silip-süpürdüğü…” 
-O Senaryo-
Silivri’deki bu yazımda bahsettiğim Ali Babacan’lı senaryo New York Üniversitesi’ndeki Küresel İlişkiler Merkezi (CGA)’nce hazırlandı, adı da “Türkiye 2020”  idi.
CGA’nın özelliği, daha önce Irak, İran, Çin ve Rusya üzerinde çalışmış olması. “Türkiye 2020”de yer alan üç senaryo ana hatlarıyla şöyleydi:
Bağnaz  İslâmcılık : AKP 2020′de, laik muhalefetin zayıflığından yararlanıp, muhafazakâr kentli alt-orta sınıfların taleplerini karşılayarak, İslâmcı Saadet Partisi (SP)’yla ittifak oluşturur. Sünni İslâm iç ve dış politikada başat güç olur, azınlık görüşleri dışlanır.
Bağnaz Laiklik : Gelecek yıllarda AKP sosyo-ekonomik sorunlarla, İslamcı eğilimlerine yönelik artan direnişle ve kötüleşen bir güvenlik durumuyla yüz yüze kalır. Bu da CHP için, ordunun ve MHP’nin desteğiyle iktidara gelme fırsatı yaratır. Yeni koalisyon güçlü, güvenli ve laik bir Türkiye’yi hedefler. Ancak bu hedef doğrultusunda otoriterliğe meyleder.
Siyasi Çoğulculuk : AKP’nin gücü bu yıl zirveye çıktı, ama gelecek yıl ve sonrasında kısmen seçmenlerin beklentilerini karşılamadaki başarısızlıklar, kısmen de anayasal sınırları zorlaması ve muhalefetteki canlanma nedeniyle hegemonik pozisyonuna yönelik meydan okumalar artar. Erdoğan’ın başkanlık sistemini getirme çabaları, medyaya yönelik süregiden kısıtlamalar ve apaçık ‘İslami’  bir dış politika, birçok ılımlı seçmenin ve siyasetçinin iktidar partisinden uzaklaşmasına yol açar. 2015′teki seçimlerden AKP’nin hâlâ en büyük parti olduğu, fakat net çoğunluğa sahip olmadığı dengeli bir meclis çıkar. Bunun sonucunda yaşanacak siyasi tıkanıklık da 2017′de AKP’nin bölünmesi ve erken seçimlerle aşılır… Ali Babacan ön plana çıkıp, Erdoğan’la arasına mesafe koyar ve onu Kıbrıs sorununu görmezden gelerek AB üyeliği projesini çıkmaza sokmakla suçlar.
Son senaryoda CHP için de şu ilginç ifade kullanılıyordu:
“Yeni bir CHP liderleri kuşağı, partinin Kemalizm’in kutuplaştırıcı ideolojik yönleri yerine, demokratik yanlarını vurgulayan sosyal demokrat bir parti olarak yeni imajını sağlamlaştıracak.” 
-Kılıçdaroğlu’na Göre “Temiz AKP’li”-
Şimdi yolsuzluk operasyonu başladıktan sonra dış ve iç çevrelerden gelen bazı açıklamaları alt alta koyalım:
AKP’nin kurulması ve iktidar olmasında önemli rol oynayan, özellikle “Kürdistan açılımlarının”  mimarı CIA uzmanı Henry Barkey, “Taraflar arasında bir kırılma yaşanıyor, ancak bu kırılma geçici olacak ve partinin başına başka bir isim geçtiği takdirde sona erecek, çünkü partinin tabanı ile Gülen Hareketi’nin tabanları aynı ideolojiye sahip… Yolsuzluk soruşturması sadece bakanlara değil, belki de Başbakan Erdoğan’a yakın başka isimlere de sıçrayarak daha da büyüyebilir. Bu nedenle adı yolsuzluğa karışmayan milletvekillerinin partiyi kurtarmak için dönebilecekleri tek isim Abdullah Gül’dür”  dedi.
Cemaatin Washinton Temsilcisi Ali H. Aslan, Pazartesi günü şöyle yazdı:
“Washington, Türk siyaset sahnesine daha makul ve şaibesiz aktörlerin girmesini ümit ediyor.”
Geçmişte CHP ile kavga eden ve “AKP’den vazgeçmeyeceklerini”  açıklayan Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Hannes Swoboda, bakanların istifa ettiği gün Twitter’dan, “İstifaların ardından Erdoğan’ın başı dertte. Belki de Türkiye’nin yeni bir başbakana ihtiyacı vardır; Daha az otokratik ve diyaloğa daha hazır”  şeklinde mesaj attı.
Partinin başına yeni isim… Adı yolsuzluğa karışmayan milletvekilleri… Makul ve şaibesiz aktörler… Yeni bir başbakan…
Türkiye’ye Başbakan aradıkları ve birilerini tarif ettikleri ortada!..
Bu mesajlar arasında hafta sonu bir isim daha ilginç bir açıklama yaptı. Bu kişi, son dönemde Washington ve ABD Büyükelçisi ile mesaisini yoğunlaştıran CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ydu. Antalya programı sırasında bir grup gazeteciye şunu söyledi:
“Bunların ar damarı çatlamış. Bir iki bakan hariç hepsi kirli. Temiz adamlardan biri, kabinenin en genç bakanı Ali Babacan. Kendi işini yapan, tutarlı birisi…”
Kılıçdaroğlu’nun “Babacan”  vurgusu, tesadüf mü, yoksa yoğun dış mesailerde paylaşılan bir “bilginin”  ağızdan kaçırılması mıydı bilinmez, ama tüm yolların Babacan’a çıktığı kesin.
Bazı çevrelerin de İngiliz vatandaşı Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i “çok temiz”  diye ön plana çıkarmaya başladığını hatırlatıp, şunu söylüyorum:
Çok geç olmadan Türk Milleti’ne ait “milli senaryoyu”  yazmak zorundayız…
Değilse, yağmurdan kaçarken, çok feci bir doluya tutulacağız!..
Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler
Müyesser YILDIZ
27 Aralık 2013


26 Aralık 2013 Perşembe

Erdoğan sız AKP ile Kurulması Düşlenen, CHP Hükümeti Senaryoları



   BASIN AÇIKLAMASI
(Erdoğan sız AKP ile Kurulması Düşlenen, CHP Hükümeti Senaryoları)
Emperyalizme ve sermayeye koşulsuz hizmet karşılığı iktidara getirilen,  Hırsızlığı, yolsuzluğu, din sömürüsünü kullanarak egemenliğini sürdüren faşist tarikatlar koalisyonu dağılma sürecine girmiştir. Ancak bu dağılma ve çözülme sürecinde, işgal güçlerinin Anadolu’dan kaçarken geride kalan ne varsa yakıp yıkmaları gibi, devletin tüm kurumlarını çökerterek, yıkarak gidiyorlar.
AKP diktatörlüğünü bu “son”a getiren, “sofraya birazda ben oturayım, tam zamanıdır” diyerek, özünde bir iktidar yani egemenliği paylaşma kavgasını “cemaat-AKP kapışması”na indirgeyerek, cemaatin teğmenliğine soyunanlar değil,  gezi direnişinde, 29 Ekimde, 10 Kasımda” sokaklara dökülen milyonlardır.
Şimdi Pensilvanya ’nın, Bürüksel in, Washington un karanlık dehlizlerinde Erdoğan sız AKP ile kurulması düşlenen, CHP hükümetinin senaryoları yazılmaktadır.
Bir ülkeyi, bir halkın geleceğini, sabah akşam, gece gündüz yalan söyleyerek çalan, siyasi projenin, yani AKP’nin, bir daha gelmemek üzere gönderilmesi; küresel çetenin, işbirlikçi sermayenin, Pennsylvania, Bürüksel, Washington da çöreklenmiş odakların çıkarlarına, hesaplarına ters düşmektedir.
Bu nedenle ölüm döşeğindeki AKP ye “cansuyu” vererek diriltecek, yükselen toplumsal muhalefetin heyecanını yatıştıracak, direncini kıracak bir “payanda” olarak CHP kullanılacaktır.
Artık tutulacak tarafı kalmayan AKP’ye sağdan payanda bulmak çözüm değil, çözülmeyi hızlandıracaktır.  “Sol’dan beslenen” ama sol olmayan bir takviye ile sağın tarihsel çözülüşünün önüne geçme senaryoları piyasaya sürülmüştür.
Y-CHP yönetimi bu ahlaksız projeye  “teşne” olduğu bir sır değildir. “Türkiye’de Laiklik tehlikededir diyemem” le başlayan, türbanı okullar ve kamu kurumları yetmezmiş gibi, Gazi Meclisin çatısına asılmasına yadsınamaz katkı koymak, yerel seçimlerde sağ, özellikle AKP den transfer Belediye Başkanı adaylarına öncelik tanımakla süren, ikide bir ABD büyükelçisi ile gizli görüşmeler yapan, Cemaatin koruma müdürlüğünü üstlenen bir Y-CHP vardır karşımızda.
Cumhuriyet yıkıcılığı, Yolsuzluk ve hırsızlıkla özürlü Sağ biterken sağcılık, siyasi dincilik biterken dincilik, halkın ezici çoğunluğu tarafından kabul görmeyen,  Amerikancılık ve AB’cilik sevdasına kapılmış Y-CHP kendi ayağına değil, beynine kurşun sıkmaktadır.
CHP tabanının böylesine kirli ve alçakça bir oyunun parçası, dişlisi olmayacağını, sinsi gericiliğin oyununa gelmeyeceğini, Cumhuriyet düşmanları ile ittifaklar kurarak  “çözüm” üretmeye kalkışanların oyunlarını bozacağına inanıyoruz, inanmak istiyoruz.
Eğer bu iktidarı Pensilvanya’nın, Bürüksel in, Washington’un kurmayları götürürse,  yerine kendilerine daha iyi hizmet edecek birini bulduğu için götürecektir.
Bu nedenle, AKP diktatörlüğünü yıkacak olan yegâne güç, 1920’lerde yedi düvele meydan okuyan, tam bağımsız laik demokratik Cumhuriyeti kuran  soylu Türk ulusudur.
YÖNETİM KURULU ADINA:
                                                                    Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

24 Aralık 2013 Salı

ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ ISPARTA ŞUBESİ - BAŞSAĞLIĞI MESAJI

           
  İzmir Tersanesinde havuzda bakımda olan TCG Değirmendere Römorkörünün havuzda “Dalış” esnasında henüz bilinmeyen bir nedenle sağ tarafa yan yatmak suretiyle “alabora” olması sonucunda 10 personelimiz hayatını kaybetmiş; 17 personelimiz yaralı olarak kurtarılmıştır. 
                İzmir'in Karşıyaka ilçesinde bakım yapıldıktan sonra denize indirilirken yan yatan römorkörün içindeki personelden 10'u hayatını kaybetti, 17'si ise yaralı olarak kurtarıldı. Hayatını kaybedenler arasında 1 astsubay, 7 er ve 2 işçi olduğu öğrenildi.

23 Aralık 2013 Pazartesi

TÜRK AYDINLANMASI’NIN ÖLÜMSÜZ BEKÇİSİNE



Cihan Dura   

Menemen’de iki ulu anıt yükselir: Biri Şehit Kemal Anıtı’dır; öbürü Kubilay Anıtı... Bu anıtlar, ikisi birlikte, ne güzel anlatır ulusal bağımsızlığımızın temellerini. Çünkü birincisi dış düşmana, öbürü iç düşmana karşı kurtuluşumuzu simgeler.
Çünkü ilki, Bağımsızlık Savaşımızda ilçeyi düşmana teslim etmeyen, hükümet binasından ayrılmayarak şehit düşen Kaymakam Kemal Bey’in anısına; öbürü iç düşmana, Skolastik zihniyete tek başına karşı çıkıp şehit düşen Asteğmen Kubilay’ın anısına dikilmiştir.
Şehit Kemal Anıtı bize, Bağımsızlık Savaşımızın yasını ve sevincini hatırlatır.
Kubilay Anıtı ise, Dogmatizmin boyunduruğundan kurtuluş savaşımızı!..
1930 Türkiye’si... Demokrasi ideali ile, yepyeni ve laik bir cumhuriyet kurulmakta, halk çağdaş uygarlık düzeyine erişme ülküsüyle ileri yürümektedir. Kulluktan yurttaşlığa geçilmekte, ulusal bir kültür yaratılmaktadır. Başdöndürücü bir sanayileşme süreci başlamak üzeredir.
Ancak, yurtta bu büyük değişime karşı olanlar da vardır. Sinmiş, ancak pusuda, bir fırsat çıksın bekliyorlar. Tüm reformlara karşın, ortam da buna elverişli... Çünkü yüzyılların pası, kiri ve karanlığı birkaç yılda silinemiyor.
Kubilay’ın yakın arkadaşı Kemal Üstün; 23 Aralık 1930 sabahı, keskin ve dondurucu bir soğukta okul yolundadır[i]. Sokaklar ıssızdır; pencerelerden tedirgin yüzler görünüp, telaşla içeri çekilmektedir. Olağan değildir bu!..
Okula vardığında, öğretmen arkadaşlarından dinler olup biteni; Kubilay’ın, kanıyla yazdığı destanı!..
Öğleye doğru, askeri birlikler girer Menemen’e. Sokağa çıkma yasağı da kaldırılınca, Kemal Üstün; arkadaşlarıyla üzüntülü ve düşünceli, olay yerine, Belediye Meydanı’na yollanır. Çevrede, birçok yapı makineli tüfek mermilerinden delik deşiktir. Camiye yakın kaldırım kenarında, sakallı üç ceset yatmaktadır. Bunlar; daha sabah, “Bize kurşun işlemez!..” diye bağrışıp tepinen sözde “mehdiler, İslam’ın koruyucuları”dır. Halk; yobazların bu perişan durumuna, ibret ve tiksintiyle bakmaktadır. Gözleri yaşlı, öbür yerleri de gezerler; Kubilay’ın başının kesildiği, bekçilerin şehit düştüğü, yeşil bayrağın dikildiği yerleri de!..
İnsan, Menemen Olayı’nı konuyu yakından bilenlerin kaleminden okudukça, kimi veriler karşısında ürker; bugünkü Türkiye’nin gerçekleriyle -ne acıdır ki- benzerlikler görüp kaygıyla ürperir. Ancak karamsarlığa düşmez. Görelim nedenlerini bu kaygının da, bu iyimserliğin de:
1) Olay, Atatürk’ün, demokrasiye geçişi ikinci kez denediği döneme rastlar. Yeni bir parti, “Serbest Cumhuriyet Fırkası” kurulalı daha birkaç ay olmuştur. Politik ortam “daha özgür, daha demokratik”tir. Ne var ki irtica her demokratik açılımda azmıştır. Bu kez de ortamı elverişli görüp pusudan çıkmış, çıkarcı kimi çevrelerle birlikte, laiklik ilkesini -bugün olduğu gibi- kendi amaçlarına göre kullanma çabasına girişmiş, yeşil bayraklar açmıştır. Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları; -kendilerinden sonra gelecek olan “devlet adamlarımızın” aksine- durumun nereye varacağını kısa sürede sezer ve gerekli önlemleri duraksamadan alırlar. Yobazları azdıran, işte bu birkaç aylık göreli demokratik ortamdır.
Gericiler; benzer fırsatlara sonraki yıllarda, özellikle 1980 sonrasında yeniden kavuşmuşlar ve yine aynı -ya da benzer- suçları işlemişlerdir. Örneğin, TCK’nun din devleti kurmak isteyenlere yasak getiren 163. maddesi kaldırıldı. Şeriatçı siyasal oluşumlara göz yumuldu. Bir “şaibelinin aklanması” uğruna, Devlet; irticanın başına teslim edildi. Yapılanları ve sonucu 1997 yılında hep birlikte gördük.
2) Olayı başlatan altı yobazdan en yaşlısı olan Derviş Mehmet, İstanbul Erenköy’de bir köşkte oturan Nakşibendi Şeyhi Esat’ın müridi ve has adamıdır. Manisa Nakşibendi hocası Laz İsmail’in de etkisi altındadır. Hareket; Laz İsmail, Şeyh Esat Efendi ve oğlu tarafından, birlikte hazırlanmıştır. Askerî mahkemede olaya başka Nakşibendilerin de karıştığı belirlenmiştir. Demek ki olayın ardında bu tarikat vardır.
Bilindiği gibi, Nakşibendilik -Şerif Mardin’in deyişiyle- en “çarpıcı bir rejim düşmanı” görüntüsü verir. Cumhuriyet’e, Kemalist reformlara ve laikliğe hep karşı çıkmış, bu yolda şiddet kullanmış, politika yapmıştır. Geliştirdiği “ideolojik araçlar”la, halk yığınlarını harekete geçirmede başarılar göstermiştir. Aynı tehlike -12 Eylül darbesinden sonra, kaynağı daha da gürleştiğine göre- bugün de vardır. Çünkü Dogmatizm geçmişte ne yaptıysa, bugün de aynısını yapacaktır. Belki yalnızca girişimlerin yöntemi ve biçimi farklı olacaktır.
3) Olaya dört yobazın yanında katılan ikisi de Hasan adlı kişiler henüz çok gençtir; yaşları 18’i bile bulmamaktadır. Önemsiz gibi görünen bu veri, aslında büyük bir ulusal belanın göstergesidir: Kara irticanın gençlerimizin üzerindeki pençesi, kancası ve tasallutu... Durum ne yazık ki günümüzde de böyledir: Bugün gençliğimizin önemli bir bölümü; Kur’an kurslarında, imam-hatip okullarında, kimi “şaibeli” özel okullarda ve yurtlarda, kafaca ve ruhça kara zihniyetin buyruğunda yürüyecek militanlar olarak yetiştirilmektedir.
4) Derviş Mehmet silahlı adamlarıyla sabah erken, doğru, çarşı içindeki camiye gitmiştir. Camide sabah namazı için gelmiş birkaç ihtiyar vardır. Elebaşı, bunlara kendini “mehdi” olarak tanıtır. Bu, birinci yalanıdır. ikinci yalanı şudur: “İlçe dışında yetmişbin kişilik halife ordusu beklemektedir. Öğleye değin Şeriat bayrağı altında toplanmayanların tümü kılıçtan geçirilecektir.” Sonra üçüncü yalanı savurur: “Bize kurşun işlemez!..” Yobazın temsil ettiği zihniyet, tarih de tanıktır ki, büyük oranda yalana dayanır. Yüzyılların oluşturup biriktirdiği yalanlar, Cumhuriyet’ten sonra da yok olmamıştır. Bugün de, yenileri katılarak, halk katmanlarına -daha yaygın ve daha hızlı olarak- aktarılmakta; gençlerin, hattâ çocukların beynine tıka basa doldurulmaktadır.
Bu gidiş, tekin değildir. Bataklık gittikçe büyüyor ve derinleşiyor. Kırsalda ve kentlerde 1930’ların köy enstitülerine benzer, halka yönelik eğitim uygulamaları başlatılmadıkça; yeterli sayıda aydınımız, örneğin bir T. Dursun, bir İ. Arsel, bir E. Aydın gibi savaşım vermedikçe, yalana dayalı bu zihniyet karşısında kalıcı utkular kazanmak zor olacaktır.
5) Olayı bastırma görevi, Asteğmen Kubilay’a verilmiştir. Kubilay -K. Üstün’ün anlattığına göre- ulusal konularda duyarlı ve titiz, ideallerine bağlı, okumaya düşkün, tartışmayı seven, hareketli ve etkileyici bir gençtir. Daha 24 yaşındadır. Menemen’de yedeksubay olarak askerliğini yapmaktadır. Aldığı emir gereği, birliğiyle hemen yola çıkar. Eğitim çalışmaları yaptıklarından, üzerinde silah, erlerinde mermi yoktur. Meydana yakın bir sokakta askerlerini durdurur ve süngü taktırır. Yalnız kendisi ilerler ve meydana varır. Silahlı yobazların karşısına tek başına  çıkar. Şimdi, bu tabloyu akılda tutarak, Şubat 1923’e dönelim. Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya kulak verelim:
“Ben kişisel olarak [hoca kılıklı sahte din adamlarının] düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları her adım, benim ulusumun yüreğine yollanmış zehirli bir hançerdir. Benim ve arkadaşlarımın yapacağı şey, o adımı atanı tepelemektir. Dahası, bunu sağlayacak yasalar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, böyle adımlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepelerim.”
Kubilay; 23 Aralık 1930 sabahı, sanki Atatürkleşmiştir: Karşısında sahte din adamını, amansız düşmanını görmüş; onun, ulusun yüreğine savurduğu zehirli hançeri fark etmiş ve anında, yapacağı tek şeye odaklanmıştır: O adımı atanı tepelemek!.. Gerçekten herkes çekilse, çevredeki halk kaçışsa, ortada kimse kalmasa bile, ideali ve görevi uğruna tek başına ileri atılmakta bir an bile duraksamamıştır.
Öğretmen Kubilay! Ey Türk Aydınlanmasının ölümsüz bekçisi!..
Sen, biz Atatürkçüler için, düşünce ve eylemde en anlamlı örneklerden birisin! Sende yeniden doğuyoruz; seninle kendimizi aşıyor, büyüyor ve çoğalıyoruz. Seni daha iyi araştırmak, daha yakından tanımak, seni sık sık düşünmek başta gelen bir görevimiz...
Sevgiler sana!.. Saygılar sana!.. Minnetler sana!..  

KAYNAK: Cihan Dura, Atatürk Devrimi Yarım Kaldı, Kayseri 2000, ss.252-255