9 Nisan 2014 Çarşamba

MEB istatistiklerinin gösterdiği ve seçimler/Onur Seçkin



MEB istatistiklerinin gösterdiği ve seçimler/Onur Seçkin

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) 2013-2014 istatistiklerini geçtiğimiz günlerde açıkladı. Veriler AKP’nin 11 yıllık iktidar döneminde, din temelli eğitimin ve eğitimde özelleştirmenin geldiği noktayı göstermesi açısından önemli bilgiler sunuyor. Bu yazıda eğitimin dinselleşmesine ilişkin kimi noktalara bakacağız.

AKP iktidara geldiğinden bu yana, eğitimi hem içerik olarak, hem okullardaki eğitim ortamları açısından, hem de merkez örgütlerinden okul idaresine kadar yönetim açısından dinselleştirme yönünde birçok adım attı. AKP döneminde yapılanlar, özellikle iki yıl önce adına 4+4+4 denilen sistem, eğitimde derin bir dinselleştirilmeyi yasal ve kurumsal güvencelere aldı. MEB’in son istatistikleri, 4+4+4’ün hemen ardından, AKP’nin dindar nesil yetiştirme hedefiyle imam hatip okullarını nasıl öne çıkardığını gösteriyor.

Verilere göre, 4+4+4 sistemiyle açılan imam hatip ortaokullarının (İHO) sayısı son iki yılda toplam 1361’e ulaşmış. Bu okulların 946’sı bağımsız olarak, yani başka okulların, bu okullardaki öğrencilerin okullarından ayrılması pahasına dönüştürülmesiyle açılırken, 415’i de imam hatip liseleri (İHL) bünyesinde açılmış. Ve iki yılda, yaşları 11-12 olan toplam 140 bin 15 öğrenci İHO’larda eğitim görmeye başlamış. Diğer taraftan 4+4+4 sistemi başlamadan 537 olan İHL sayısının iki yıl içinde 854’e, öğrenci sayısının da 268.245’den, 474.096’e çıkması, imam hatiplere lise düzeyinde de nasıl bir yönlendirme olduğunu ortaya koyuyor. AKP’nin bu okullara kayıtların artması için, ücretsiz servis olanaklarından yemeğe kadar, ailelere birçok teşvik sunduğu biliniyor. “İmam hatipler ülkenin göz bebeği olacak” diyerek okullar arasında ayrımcılık yapan Erdoğan ve AKP bu sözlerin gereğini yerine getiriyor.

4+4+4 ile ilgili durum sadece imam hatiplerle de sınırlı değil. Bir taraftan genel eğitimden bu yolla din temelli eğitime açık bir yönlendirme yapılırken, genel eğitim de zorunlu din dersinin yanına üç tane din temelli dersin eklenmesi ve bunların binlerce okulda “zorunlu seçmeli” hale getirilmesiyle imam hatipleştirilmeye çalışılıyor. İlkokullarda dahi mescit açılmasının gündeme gelmesi, okullarda yapılan dini etkinlikler ve türban gibi dinsel sembollerin küçük çocukların başında sıradanlaşması, içeriğin yanında okul ortamlarının da dinselleştiğini gözler önüne seriyor.

 

Din temelli bilginin temel niteliği, sunulanın kabul edilmesi esasına dayanır. Bu bilgi sorgulama ve içselleştirme üzerine değil, inançla kabul üzerine oturur. Hakkında kuşku duyulamaz, dogmatiktir. Bu bilgi bu anlamda, sorgulanabilen, deneyler yoluyla kanıtlanan ya da çürütülen ve sürekli yenilenen, test edilen bilimsel bilgi ile çelişir. Eğitim kurumları bunun için dinsel bilginin değil, bilimsel bilginin öğretildiği yerler olmak durumundadır. Ancak ne yazık ki, AKP döneminde giderek artan şekilde, okullarda din temelli bilginin öğretilmesi yaygınlaştırılmakta, bilimsel bilgi eğitim içeriğinden, bilimsel ortam okullardan giderek uzaklaştırılmaktadır. Bu tablo, sorgulamanın değil biat etmenin yaygınlaşması anlamına geliyor.

Seçimlerin ardından, savaş suçundan yolsuzluklara ve rüşvete kadar çeşitli belgelerle ortaya çıkan onca iddiaya rağmen AKP’nin nasıl halen yüzde 44 civarında oy aldığı sorgulanırken, bu sonuçların özellikle eğitimde dinselleşmesiyle ilişkisi üzerine de düşünmek gerekiyor. Ipsos adlı şirket, seçimlerin yapıldığı gün 1383 seçmenle bir araştırma yapmış. Sonuçlara göre AKP seçmeninin yaklaşık % 80’lik bölümü oy kararlarını 4 ay öncesinden aldıklarını söylerken, yüzde 75’i ortaya atılan rüşvet ve yolsuzluk iddialarının, tercihleri üzerinde etki yaratmadığını, yüzde 20’si ise tercihinin daha da kuvvetlendiğini söylemiş. AKP seçmeninin yaklaşık yüzde 90’ı ekonominin iyi yönetildiğini düşünürken, yine aynı oranda kişisel geçimlerinin de yakın gelecekte daha iyi olacağını düşünüyormuş. Veriler açısından önemli görünen bir nokta da, ilk defa oy kullanan seçmenlerin yüzde 33’ünün oyunu sandıkta AKP’ye vermiş olduğunu söylemesi.

AKP 2002’de iktidara geldiğinde ilkokula başlayan ve bütünüyle AKP’nin biçimlendirdiği tedrisattan geçen gençler 30 Mart seçimlerinde ilk defa oy kullandılar. Seçim sonuçlarına göre belli ki bu gençlerin de azımsanmayacak bir bölümü AKP’ye vermişler ilk oylarını. Din temelli bir formasyonla şekillenmişliğin, din temelli düşüncenin bilimsel düşüncenin önüne geçmesinin bu tercihle ilişkisini daha fazla düşünmeye ve tartışmaya ihtiyacımız var.

 

Başbakan Erdoğan hapiste! Cemil Fuat Hendek

Tayyip Erdoğan kimse fark etmeden hapse girdi! Bunda şaşacak ne var? Bunca ihtirasla, bunca iktidar tutkusuyla, kendisine biat etmeyenlere karşı bunca kin ve nefretle dolu bir ruha sahip olan ve böylesi bir ruhun kendisini sürüklediği hedeflere varmak için her türlü yola başvurmaktan çekinmeyen her insanın eninde sonunda varacağı sona vardı. Hapsoldu!
İstanbul Büyük Belediye Başkanı iken kan kokusunu alıp, büyük kentlerdeki rant yağmasına kapı açtı. Yakın-uzak akrabalar, tanıdıklar, yandaşlar, ortaklar... iltimaslar, kayırmalar, talimatlar... Böylece tam bir bataklık oluştu. Recep Tayyip şimdi bu bataklığı tam ortasında tutsaktır.
Emperyalizmin taşeronu oldu. Kendi ülkesinde yabancı sermayeye çektiği peşkeş yetmedi. Suriye'de alçakça bir planın parçası olarak dışardan ithal çetelerle başlatılan terörün içsavaşa dönüşmesine alkış tuttu. İslam adına kafa kesenlerle, canlı canlı insan yakanlarla, kadınların ırzına geçenlerle cephe kurdu. Onlara canla başla silah-para-politik yardım yaptı. Yetmedi, yeri geldiğinde onlara yalancı şahitlik de etti. Tayyip Erdoğan şimdi Suriye'deki emperyalist komplonun ayrılmaz bir parçası olarak tutsak alınmıştır. Bu ülkedeki savaş suçlarıyla örülmüş aşılmaz duvarlar arasında kalmış bulunmaktadır.
Recep Tayyip „her istediklerini verdiği“, onlardan da her istediğini aldığı eski ortaklarıyla girdiği kavgada tutsak düştü. Bir zamanlar kendi katkısıyla da abartılan, devlet kadrolarına doldurulan „Cemaat“ adındaki çetenin „inlerine gireceğim“ dedi. Ama aslında baştan beri o indeydi. Şimdi ise o inde zindan hapsindedir. Bu zindanın duvarlarındana başka bir şeyi gözü görmemektedir.
Başbakan kasetlere, tapelere alkış tuttu. Bunlardan delil üretilen davalar için “savcısı benim” dediği bile oldu. Derken kendisiyle ilgili kayıtlar da dökülmeye başladı ortalığa. İleride daha başkalarının dökülmesi korkusuyla şimdi tiril tiril titremektedir. Tayyip Erdoğan yalancı şahitlerin, tarafgir hakim ve savcıların ve tabii tapelerin de hapsindedir.
Göstericilerin üstüne, psikologlara araştırma konusu olacak bir vahşetle saldıran “polisine” kendisinin emir verdiğini söyledi öğünerek. Aralarında katil polislerin de saklandığı birimlere iltifatlar dağıttı, ödüller verdi. Derken, bunların tümünün “onun polisi” olmadığı ortaya çıktı. Ama o, çoktan polislere tutsak düşmüş oldu. Tayyip Erdoğan şimdi ordan oraya sürdürdüğü polislerin de hapsindedir.
Karşı görüşten olanlara tehditten, hakaretten yana hiçbir sınır tanımadı. Ağzına geleni söyledi. Herkesin yaşam tarzına, inancına dil uzattı. Aklına uymayanı, işine gelmeyeni aşağıladı, ötekileştirdi. Çağın ufkuna sığmayacak gericilere, halkın oylarıyla belediye meclisine seçilmiş kadına yer vermeyen örümceklenmiş kafalara alan açtı. Tayyip Erdoğan artık bir daha asla kurtulamayacağı şekilde, bir yanda bu yobazlar takımının diğer yandan da tüm “ötekiler”in çektiği duvarlar arasında hapsolmuş bulunmaktadır.
İşçilerin haklarını gaspetti, ücretlerine, kazanılmış haklarına göz dikti. Sendikal haklarını ayaklar altına aldı, patron düzeninin uydusu sendikalar kurdurarak onları şaşırttı. İşyerlerini özelleştirerek işsiz bıraktı onları. Milyonlarcasının taşeron firmalara esir olmalarını sağladı. Şimdi bu yaptıklarının hapsindedir. Hiç belli olmaz, bugün çoğu suskun görünen işçi, yarın başını kaldırırverir. İşçiden yana esmeye başlayıverir rüzgar. Tayyip Erdoğan şimdiden bu olacakların korkusunun ördüğü duvarlar arasında tutsaktır.
Kır emekçilerini daha da yoksullaştırdı. Tarımı, hayvancılığı bitirdi. Tarım ürünleri işleyen fabrikaların kapanmasına önayak oldu. Doğanın kırsal alanda yaşayan insanların yaşam alanı olduğunu hiçe saydı. Ormanlarını, akarsularını, göllerini, sermayenin talanına açtı. Onların ayrılmaz bir parçası olan doğayı mahvetti. Tayyip Erdoğan şimdi bu insanların lânetinden oluşmuş duvarlar arasında hapistedir.
Recep Tayyip öylesine bir hapis hayatı yaşıyor ki, çevresini sarmış bir koruma ordusu, onların da çevresini sarmış ve “kendisinin” olup, olmadığını bilmediği bir polis ordusunun dışına çıkamıyor. Çevresinde, ceketini ilikleyip, iki ellerini göbek altına kavuşturup, belden öne doğru 15 derecelik açıyla eğilerek karşısında duranlarla da aşması zor bir duvar örüp, içine sıkışmış bulunuyor. Balkonda tutacak başka el bulamadığı için en yakın aile fertleri de başka bir duvar. Hiçbir yere bırakmıyorlar onu. Ama çevresindekilere gerek yok. Asıl içini titretmekte olan korku, başı dik, halkın içine çıkmaya bırakmıyor onu. Tayyip Erdoğan korumalar ve polislerin duvarları arasında tutsaktır.
Bir bataklık ortasında, birbirinin etrafına örülmüş bunca duvardan oluşan bir hapishanede yaşayan politikacıdan hayır gelir mi?
Aslına bakılırsa, Tayyip Erdoğan'ın geleceğini aldığı oylar değil, kendi kurduğu ve içinde sıkışıp kaldığı bu hapishaneler belirleyecek. Söyleyeceği her şeyi bu hapishanelerden söyleyecek, yapacağı her işi, atacağı her adımı bu hapishanelere göre atacak.
Tayyip Erdoğan'ın hapisten kurtulma olasılığı kalmamıştır. Bu duvarlar arasından çıkamayacak. Hiçbir yere kaçamayacak. Olsa olsa, bu duvarlar giderek daralacak ve RTE yaşamının son gününü orada beklemek üzere, bir başka hapishaneye gidecek.
NOT: Bu yazdığım müneccimlik değil. Kültür fakiri ve her türlü dünya bilgisinden yoksun olduğu görülen danışmanları, tarih boyunca benzeri politikacıların nasıl sonlandığını inceleyip, aktarsınlar kendisine. Aktarsınlar da, benzeri bir sona hazırlasın kendisini.

Hırsızlıktan teslimiyete /Arslan BULUT



Hırsızlıktan teslimiyete  /Arslan BULUT

Konuya iki okur mektubu ile gireyim... Bursa’dan Aynur Turan, “Merhaba hocam, ‘İstifa aklından bile geçmiyor’ başlıklı yazınızı okurken fark ettim; aslında insanlar Erdoğan ve ekibinin siyasi entrikalarından bıkmış durumda. Herkes, iddiaların doğru olduğunu da biliyor... Bilmedikleri ve aslında onları korkutan şey bu iddiaların doğruluğu ispat edildikten sonra ne olacağı... Bu tedirginliği gidermek için birkaç satıra, gelecek yazılarınızda yer vermeniz mümkün olabilir mi diye rica etmek istedim” diyor.
Tespitler önemli ama o tedirginliği giderecek olan bizim birkaç satırımız değil halkın tümüne her gün çeşitli kanallardan ulaşabilmesi mümkün olan siyasi parti liderleridir. Biz sadece Yeniçağ üzerinden mesaj veriyoruz. 

***
Ramazan Bayraktar ise “Aynı yolda beraber yürüyüp beraber ıslandığı paralel yapı konusunda 12 yıl sonra jetonu düşen BOP eş başkanı, Kıbrıs, Güneydoğu, Ermeni iddiaları ve talepleri gibi konulardaki uyanışını sizce hangi tarihte ve başımıza hangi çoraplar örüldükten sonra açıklayabilir?” diye soruyor.
BOP eş başkanının bu konularda uyanması söz konusu değildir. Çünkü ne yapıyorsa bilinçli yapıyor. Türk kimliğine savaş açan bir kişinin, yolsuzluk ve hırsızlık operasyonlarıyla köşeye sıkıştırıldıktan sonra kendisini kurtarmak için ABD ve Avrupa’ya her türlü siyasi tavizi vermesi beklenir. Obama’nın Tayyip Erdoğan’a telefon ederek Kıbrıs konusundaki girişimlerinden dolayı teşekkür etmesi bu yolun açıldığını gösteriyor! Ermeni meselesi konusunda ise tehcirle göç edenlerin torunlarının Türkiye’ye davet edilmesi, hepsine yeniden vatandaşlık verilmesi, hükümetin gündemindedir. Bunu zaman zaman tepki ölçmek için kendileri açıklamışlardır. Büyük tepki oluşacağını görünce, bu yöndeki taleplerin seslendirilmesini bazı bölücü yazarlara bırakmışlardır. Güneydoğu’da ise PKK, fiilen özerk hale gelmiştir. Dolayısıyla, hırsızlığa ses çıkarmayan seçmen, Türkiye’nin yabancılara teslim olmasına ve büyük bedeller ödemesine yol vermiştir. 

TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı, yani bir Anayasa Profesörü olan Burhan Kuzu, twitter üzerinden yayınladığı bir mesajında “Halkın arasındayım. İnanın bu uydurma kaset ve ses kayıtlarına doğru olsa bile inanan yok. Millet bu iktidardan memnun. Enerjinizi başka yere harcayın” diyorsa, AKP seçmeninin nasıl davranmasını beklersiniz!
***
 “Erdoğan’ın gidişinden sonra ne olacak?” endişesi yerindedir. Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şubesi Başkanı Mahmut Özyürek, “Türk halkını kimse ölümü gösterip sıtmaya razı edemeyecektir. Yani kimse meşruiyetini yitirmiş hükümetin yerine zararsızlaştırılmış, uysallaştırılmış, cemaat ve bölücülerle hemhal, sözde halkçı seçeneklerle halkımıza yeni tuzaklar kuramayacaktır” diyor ve çıkış yolu olarak Kuvayı Milliye’yi örnek gösteriyor ama ama biliyorsunuz, bu yönde çaba sarf edenler, Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk iddianameleri ile cezaevlerine dolduruldu. Komuta kademesi, iktidardan gelen “milli orduya kumpas kuruldu” itirafına kadar ordunun çökertilmesine seyirci kaldı! Yani Kuvayı Milliye düşüncesi önderlikten yoksun bırakıldı. 
***
Bu durumda New York Times’ın, “Türkler her zaman iyi dizileri sevdi. Yıllar önce takıntı ‘Dallas’ idi... Daha yakın bir tarihte ise ‘Muhteşem Yüzyıl’... Şimdi ise, izlenecek dizi Türkiye’nin kendi siyasi krizi” yorumu akla geliyor. Evet, çok kimse olan biteni dizi gibi seyrediyor ve kazananın yanında olmanın planlarını yapıyor!
Tayyip Erdoğan veya diğer liderler, Türk halkının yansımalarıdır. Onlar uzaydan gelmedi! Hepsi halkın içinden çıktı. O halde, onların yaptıklarından da herkes sorumludur.
Türk halkı bilmeli ki kazananın, kaybedenin değil, doğrunun ve gerçeğin yanında durmak, hem insan olmanın, hem Türk olmanın hem de Müslüman olmanın birinci şartıdır!  Arslan BULUT
Açıklama: http://www.yenicaggazetesi.com.tr/s/i/1x1.gifAçıklama: http://www.yenicaggazetesi.com.tr/s/i/1x1.gif
27.02.2014


GEÇMİŞ OLSUN ve KINAMA MESAJI


8 Nisan 2014 Salı

Ukrayna ve Aydınlanma!.. Cem Yağcıoğlu



Ukrayna ve Aydınlanma!.. Cem Yağcıoğlu
Ukrayna’da yaşananları görüyorsunuz; yeni ‘trend’(eğilim) bu!
Bir: hedefteki ülkenin iktidar ve muhalefeti ele geçirilir, yolsuzluklara bulaştırılır..
İki: çürümüşlüğe ve de kokuşmuşluğa tepkili olan halk, sahte özgürlük sloganları ile motive edilir..
Üç: sol ve sağ gruplar ayrıştırılarak kendi içlerinde de bölünerek ‘forum’ adı altında eğlenceli -faşing- ortamlar yaratılır..
Dört: önceden sıradan olan adli vakalar, ‘devlet’ in zafiyete uğratılması için provokasyon(kışkırtma) için kullanılır.. Ve buradan, çökmekte olan yapı, daha da ağır hasar alır ve halk arasında kutuplaşmalar daha da derinleştirilir.. Kadın ve çocuk ölümleri istismar edilir!..
Beş: azınlık gruplar ya da kendilerini azınlık hissedenlerin, ‘ana Yapı’yla olan sorunlarının ‘gündem’ olması sağlanır..
Altı: geçmişteki şaibeli olaylar, bugünle ilişkili hale getirilir ve halkın belli bir kısmı daha da kışkırtılır..
Yedi: ülkenin gençliği kendi değerleri üzerinden değil, sözüm-ona ‘evrensel’ değerler üzerinden bir çalışma içine sokulur ve sokaktaki vatandaş ile ayrıştırılır..
Sekiz: bu tür hareketlenmelerin hükumet aleyhine ve ancak sahip oldukları ‘devlet’ lehine olmadığını gören evindeki vatandaş, harekete destek vermez. İşte bu noktada da ‘halk uyuyor’ propagandasıyla kitleler arasında çok daha derin uçurumlar yaratılır..
Dokuz: halkın bir bölümü ‘devlet’ ine sahip çıktığı için, hükumetin yolsuzluklarını onaylamış imajı yayılarak, ayrışma daha da derinleştirilir. Kutuplar yaratılır..
Dünyanın her yerinde aynı tip ve aynı sloganlarla ‘özgürlük’ şarkısı okuyan ‘yarı aydın’ kesim, hükumete olan haklı tepkisinin, aslında o hükumetleri yaratanlarca kullanıldığının farkında değildir..
Bahçesindeki fareyi etkisiz kılmak için, yılanların yolunu açtığından habersizdir. Oysa başkalarının dayattığı ya da ortaya attığı sahte ‘özgürlük’ naraları yerine, kendi ‘özgün’ ‘direniş’ hareketini başlatsa..
Fareleri temizlemek için yılana ihtiyaç olmadığının farkında olacaktır..
İnsanoğlu binlerce yıllık kopyala yapıştır huyundan vazgeçmediği sürece, aynı trajedileri yaşamaya mahkûmdur..
Koka-kolaya kızıp, pepsi içmek gibi..  ABD’ye kızıp, Rusya’nın kucağına oturmak gibi..
Oysa kucak dansı, kişisel fanteziler için belki uygun olabilir; ancak milletler için vahim sonuçlar doğurduğu ortadadır! Son örnek Ukrayna! Görmemek ve de anlamamak için…
Bizde de bundan sonraki süreç çok farklı olacağa benziyor; bilhassa ‘ulusalcı’ ya da ‘milliyetçi’ tabana oynayan medya organlarının hükumet karşıtlığını işlerken, yabancı ajanslardan aldığı desteğe dikkat etmek gerekiyor. AKP'yi ve de Tayyip’i eleştiren ab ve ABD medyası ve hükumetleri haberlerinin, halkta yarattığı etkiye kayıtsız kalmamak, olayları iyi tahlil etmek açısından çok önemli.. ABD’nin karşı olduğu bir AKP, sizce halkta nasıl bir duygu yaratır, kendinizden örnekle çıkın işin içinden.. ‘ters gard propaganda’.. Tüm oyun bu kurguyla oynanmakta..
Sıradan adam, AB ve ABD’nin son dönemdeki Tayyip karşıtlığını gördükçe ve bu gözüne sokuldukça, -bahsettiğim medya tarafından- acaba, deme durumunda kalıyor olabilir mi! bu ‘medya’ bu tip haberlerin halkta karşılığının böyle olacağını bilmiyor mu? Yoksa bu işin içinde ‘yeni istihbarat;’ savaşları mı yatıyor!.. ’ters gard propaganda’..
Bizim derdimiz, 28 Şubat’ı hazırlayanların -ki içinde bugün Atatürkçü bilinen pek çok gazeteci ve aydın vardır- yeni bir ‘tezgâh’ peşinde olduğunu anlatmak.. O zaman da hatırlarsanız; Atatürkçü olduklarını sanan belli bir kesim bu ‘tezgâha gelmiş ve hatta ‘Çevik Bir’ denen NATO’cu bir generali de medyanın gazına gelerek neredeyse Cumhurbaşkanı ilan edeceklerdi!.. Direkten döndük..
Bu sebepten, bir şeylerin peşinden giderken, bir amaç için bir araya gelirken ince eleyip sık dokumak önemlidir; biz bunu yaptığımız için çok eleştiri alıyor olabiliriz, ancak haklı çıktığımız ortada.. Bunu da kimse inkâr edemez!..
Sahte Atatürkçülerin bize olan saldırılarına alışığız; önemli olan onların saldırıları değil.. Onların etki alanında kalan ve ancak iyi-niyetli pek çok kişinin ‘doğru’ olanı görüp ayrışmasını sağlamaktır..
Batı tarzı ‘özgürlük’ eylemleri belli bir kesimin hoşuna gidiyor olabilir ve hatta eğlenceli de olabilir.. Ancak Yugoslavya ve Ukrayna örnekleri ortada dururken, sonucun hiç de düşünülen gibi olmadığı açık ve nettir! Çünkü ‘özgürlük’, ‘diren’, ‘halkların kardeşliği’, ‘benim vücudum, benim kararım’ gibi insani isteklerin ve de taleplerin nasıl kullanıldığından ziyade, kimler tarafından kullanıldığıdır önemli olan!
Taleplerin ‘insani’ olması; en başta, niyetin farklı olduğunu anlayanların eleştiri mekanizmasını kırmak için gereklidir! Yani bir yerlere giden yol önce ‘iyi niyet’ taşlarıyla döşeniyor.. Üzücü olan taşları döşeyenlerin bundan haberdar olmaması. Taş oraya nasıl geldi, parasını kim verdi; bunları sorgulamayanların maruz kaldığı son! UKRAYNA!.. En yakın ve bariz örnek olduğu için tekrarlıyorum..
İki ucu b..lu değnek; aşağı insen Amerikan demokrasisi! Yukarı çıksan Rusya hegemonyası! Peki, bunun hesabını kim verecek! Bunları yazıyorum; zira henüz gösteriler son halini almadan Ukrayna’nın darmaduman olacağını yazmıştım! Ve bölünme daha da parçalanmaya yol açacaktır, yani bunlar daha iyi günleridir!
Suriye ve Ukrayna birlikte değerlendirilmeli ve Rusya-ABD ikili sarmalının yenidünyaya hayırlı(!) olması dileğimle..
Başkalarının aklı ile başkalarının yöntemleri ile gidebileceğiniz bir yer yok, öncelikle bunu anlamakla başlamalı! Kuva-i Milliye ruhu bize pek çok ayrıntıyı sunmaktadır, önemli olan günümüze uyarlamaktır; e ona da biraz kafa patlatalım artık! Yoksa bizim kafamızı patlatacakları açık!..
Yeni dönemde başımızı ağrıtacak ve ismiyle-cismiyle ortaya sürülecek olan ‘Avrasya'cılık’, işte yukarıda anlattığım tablonun bir sonucu olarak karşımıza çıkacaktır. Henüz büyük bir çoğunluğun bundan haberi yoktur, ancak detaylarını bir başka yazımda açıkça yazacağım ve uzunca bir zamandır ‘tezgâhlanan oyunun arka planında..
‘Ergenekon’ sürecinin bağlantıları ve kodları da burada yatmaktadır..
Yeni bir ABD ‘tezgâhı ile karşı karşıyayız ve kutuplaşmalar bu şekilde sağlanacaktır!
Son olarak, Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırı ile geçmiş olayların bağlantısını ve de kişinin bağlantılarını iyi irdeleyin ve ulusalcı geçinen medyanın bu bağlantıları nasıl kurguladığına dikkat ediniz! Ve yeni 28 Şubatlara hazırlıklı olunuz, tabi yeni ve geliştirilmiş şekilleriyle..
İhanet yol değiştirmedi, ancak yön ve yöntem değiştirdiği açık, AKP ve cemaat çatışması bunun öncelikli kanıtıdır.. Ama sizin asıl dikkat etmeniz gereken yine sizden ve çıkarlarınızdan ‘dem vuran’ medyadır; zira son dönem bu kadar güçlenmeleri sizce de manidar değil mi! enteresan değil mi! ab ve ABD medyasının borazanlığını yapıyor olmaları, oradan referans almaları tuhaf değil mi?
Çok değil, azıcık düşünseniz kâfi..
Bugün tüm Türk Milleti, bilinen ve menşe-i ne olursa olsun tüm medyaca yönlendiriliyor ve herkes kendisine yakın medya olgusu ile aslında hayatlarının en büyük ‘yanılgı’ sına doğru tek bir merkezden yolculuğa hazırlanıyor…
Büyük oyunu göremeyenlerin rezaleti; UKRAYNA ile ortadadır! Aynı ‘yanılgı’ ya düşülmemesi dileğiyle…