7 Şubat 2015 Cumartesi

YARI AYDIN!. ve sorunsalı.. Cem Yağcıoğlu







Bazen anlatmak zorlaşır, en basit şekliyle bile anlatsanız, anlaşılmaz kelimeleriniz.. Karşı tarafın içinde bulunduğu hal.. zaman-mekan ilişkileri, geçim standardı, fikri alt yapısı ve daha pek çok şey belirler, yazar ile okur arasındaki ilişkiyi.. ne derseniz deyin.. ne anlatırsanız anlatın, bu değişmez kuraldır.
Bugüne uyarlayacak olursak, a partili okur, başka anlar.. b partili okur, başka.. ya da geçim derdinde olan ile, pek o sıkıntılarla haşır-neşir olmayanların çok başka mesajlar çıkarması gibi..
Kişinin kiracı iken başka konuşması.. ev sahibi olduğunda başka konuşması gibi bir şey..  yani sorun ‘yazar’ sorunu değildir! ‘yazar’ derken ‘gerçek’ olanlarından bahsediyoruz elbette; yoksa sermayenin kucağına oturup ‘evrenselcilik’ ya da ‘ulusalcılık.. ya da günün modası ‘Atatürkçülük’ oynayanlardan dem vurmuyoruz..
Sorun; insanoğlunun, içinde bulunduğu şartlara göre hal ve tavır belirliyor olması ve çoğu zaman bu belirlemelerin ‘kişisel çıkar’ bağlamında sonuçlanıyor olmasıdır.. ‘fıtrat’ında var, doğasında var.. ya da kanı bozuk, duyarsız, bencil nitelemeleri bunun içindir. Bir sorun olduğunda -misal- elli kişi hep bir ağızdan konuşur; ancak, iş ciddiyete bindiği zaman ‘kişi’ genellikle yalnız kalır.. bırakılır yani..
hayatım boyunca başıma gelen hep bu olmuştur.. şikayetçi değilim elbette…
Bu yüzden kalabalıkların ‘tarih’ belirlediği bir ‘an’, yoktur tarihte..  halk her zaman, zafer yakınken ‘devrim’lerin yanında yer alır.. bu tespitim, kendi kurtuluş savaşımızla da yakından ilgilidir.. fransız ihtilalinin bilinmeyenleri ve de anlatılmayanlarıyla da..
Tarih bilimiyle ilgili ‘pandora’nın kutusu’ açılmış ve gerçek olmayan ne varsa ortaya saçılmıştır.. yani uzun zamandır egemen olan ‘yalan’dır.. ve ‘yalan’ın koruyucusu ‘insan’dır!..
Kendisiyle ilgili adalet anlayışını üst seviyede tutan ve talep eden ‘insan’, kimliğinin belli olmayacağı alanlarda bu talepleri dile getirmez.. ya da üzerinde yeterince durmaz, buna gerek duymaz.. günümüzde sosyal medya denen ‘iki yüzlü’lüğün esareti altında; ‘hayvansever’, ‘duyarlı’ ve de oldukça ‘evrensel’ portre çizenler.. geri kalan günlük hayatında bam-başka birileridir aslında..
Sistem karşıtı ‘yazar’.. ‘sanatçı’.. daha ince tabirle ‘edebiyatçı’, ‘artist’, ‘şarkıcı’ ve daha pek çok üst model; yine sistemin getirdikleriyle haşır-neşir olmaktan.. selfi çekip paylaşmaktan.. paris’te bir akşam yemeği fotoğrafını servis etmekten, imtina duymamaktadır..  ‘hayran’lık denen ucube kültüre esir edilmiş toplum, yine bu ‘tezat’ı yargılamaktan aciz.. yine yanlış yönde ‘kalabalık’ etmekte olduklarından habersizdir.. bana dostlarım arada sorar; ‘sorun nerede?’ diye..
Sorun buradadır!. Sorun; ‘iki-yüzlülük’ ve tam tersi olduğunu iddia etmektir..
Tüm dünya toplumları aslında ‘iki-yüzlüdür’; çünkü ‘insan,’ bendeniz de dahil!. çıkarlarımız işin içine girinceye ve mevzu çıkarlarımızın iptali noktasına gelinceye değin ‘özgürlükçü’ ve ‘çağdaş’.. tersi durum ve sahip olduklarımıza yönelen en yakın tehdit anında ‘faşist’!..  bu belki birilerince çok ağır bir itham olarak algılanacaktır; ve ben eminim ki, bu algıya kapılan kişi ya da kişiler.. tehlike anında gemiyi ilk terk edecek olanlardır..
Azıcık tarih bilgisi olan bunu bilir..
Toplumsal olayları ‘show’ haline getirenler bunlardır.. ve dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğu maalesef bu ‘yarı aydın’ ve gerisinden müteşekkildir.. vahim olan budur!..
Yoksa ‘işgal’ sonlandırılır!.
Yoksa sömürgeci zihniyet al-aşağı edilir..
Yoksa emperyal batı tarihe gömülür..
Ve lakin toplumların büyük bir kalabalığını teşkil eden ve son elli yılın ürünü olan bu ‘yarı aydın’ denen organizma ve türevleri.. ‘göya’ sistemin karşısında durur gibi yaparken; aslında sistemden beslenen soytarılardan başka bir şey değildir!..
Sosyal medya denen  ve ‘maalesef’ zorunluluklarımızdan dolayı bizim de içinde bulunduğumuz bu tımarhanenin ‘asli’ hizmetkarları.. dağıtıcıları.. paylaşıcıları.. fotoğrafçıları.. her şeyidirler..
Hacetini giderdiği ‘an’ hariç.. ki ses dosyasını paylaşabilir.. her anını paylaşmaktan zevk alan.. özeli dediğiniz en az elli kişi olan; bu yeni model insan tipi, -biz ona ‘yarı aydın’ diyoruz- hayatı boyunca semtine uğramadığı ‘işçi’ ölümleri için -bu sefer genelden- ağıtlar yakarken.. fazla değil, akşamına ‘Cihangir’ sokaklarına akmakta bir beis görmez..
Bakmayın öyle ‘ritm’ tuttuklarına.. mikrofon uzatın, içleri kan ağlamaktadır.. ne yapsınlar; hep öğretilen bu değil mi zaten.. hayatını yaşa.. dünyaya bir kere geliyorsun!..
diğerleri birkaç defa geldiğinden, haklı galiba bizim ve dünyamızın ‘yarı aydın’ı..
Tabi bizim-benim öncelikli konumuzun özü ‘milli mücadele’ ve ‘nasıl’ı olduğu için, çokta ayrıntıya girmiyorum; yoksa ‘evrensel’cilik oynamanın kodlarını.. felsefe girizgahı, sosyo-ekonomik tahliller ve daha neleri… anlayacağınız uğraşmıyoruz şimdilik bunlarla; zira ‘devlet’ düşmanlığı ile -hele ki dünde kalan devlet- hükumet düşmanlığını ayıramayacak yetkinlikteki üniversite mezunları ile; sorunun sadece akp ve tayyip’ten ibaret olduğunu sanan ve inanan ‘şaşkın’larla kaybedecek vaktimiz yok açıkçası..
Açıkçası milletin yarısından çoğunu ‘aptal’ sayan ve kendilerini akıllı sanan ‘şaşkın’ kalabalıkla işimizin olmadığı gibi.. oysa ‘aptal’ ise, mevzu bahis olan.. insanoğlunun yüzde doksan dokuzu, önde gidenidir.. bütün bir suç bir millete ihale edilemez..
Acımasızlıksa mevzu bahis olan.. bütün bir insanlık arsızlık yarışındadır! ‘medeniyet’ dedikleri ‘büyük yalan’, kos-koca Afrika’yı açlığın, yoksulluğun ve de deneysel hastalıkların merkezi yapmıştır..
sizce kimsenin umurunda mı..
abd’nin köpeği olmuş ‘göya’ özgürlük savaşçıları, organımın sol yanı ‘liberal sol’cuların gözbebeği..
liberalliğin solu olur mu!. olursa, o sol olur mu.. sağın mayası, solda tutar mı!.. ayrıca konuşuruz..
tayyip’i seçenler aptal ise -kimilerine göre-.. kılıçdaroğlu’na oy verenler deha mı!..  kılıçdaroğlu son on yılda iktidar olsaydı, uçağımızı kendimiz mi yapmış olacaktık!..
veya bahçeli başta olsaydı, bütün Türk Cumhuriyetleri birleşmiş mi olacaktı!..
işte avanaklık buradadır.. yani karşı tarafın ‘aptal’lığından ziyade, kendinin ne olduğuna bakmak.. görmek.. bilmek.. ve anlamaktır asıl olan!..
tayyip ve diğerleri ve öncekiler.. hepsi aynı fabrikanın ürünü! Birini ber-taraf etmeniz, düşündüğünüz ya da hayal ettiğiniz günlerin müjdecisi olmayacaktır.. bunu anlamak bu kadar mı zor! desem olmayacak; zira daha da zor! Yoksa son elli yıldır aynı ‘tezgah’a gelir miydi insanlar!..
A.Necdet Sezer’in bu ülkeye nelere mal olduğunu bilmeyen.. anlamayan.. ve hala.. ve şu an, bu satırları okurken bile.. tayyip.. tayyip..
tayyip! bir sonuçtur .. 12 Eylül’ün.. 28 Şubat’ın.. ve hatta İsmet İnönü’nün bir sonucudur!.. A.Necdet Sezer’in fırlattığı anayasa kitapçığının bir sonucudur!.. Çevik Bir denen, ‘the general’in bir sonucu..
Uğur Dündar çok arzu etmişti Çevik Bir’in Cumhurbaşkanlığını.. yazık olmadı..
İşte çok ‘böyük’ Atatürkçü -kimilerine göre-  Uğur Dündar’ın 28 Şubatçılara verdiği destekten bir bölüm:
‘’ Çağdaş başarıda büyük payı olan komutanların bir bölümü, 30 Ağustos’ta silahlara veda edecekler. Bu değerli komutanlardan biri, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çevik Bir… Çevik Paşa, tartışılmaz askeri başarısının yanı sıra, cumhuriyet rejimine yönelen tehditler karşısında Türk Silahlı Kuvvetleri adına tavır almaktan çekinmeyen ve bu uğurda yıpranmayı göze alan cesur bir komutandı.’’ (1999)
(Bu konunun asıl detayı  yakında yayınlanacak olan ‘Tezgah’ isimli kitabımda işlenmiştir.. (28 Şubat-Çevik Bir)
ki bu destektir ‘tayyip ve akp’yi yaratan.. ama gel de sen bunu, o ‘yarı aydın’a anlat.. o da anlasın!..
çünkü onun Atatürkçülüğü; Mustafa Kemal’in fikirleri değil, çatalı nasıl tuttuğu.. nasıl poz verdiğiyle ilgilidir.. ona göre ülke ‘laik’ olsun da.. ingiliz mandasında olsun, çokta önemli değil..
oysa defalarca yazdık; asıl olan tam bağımsızlıktır, ‘laik’lik gerek olandır!. diye..  var mı burada anlaşılmayacak bir şey..
yok işte.. ben de onu anlatıyorum..



Suç makinesi gibiydiler.



Günün sözü: Eskiden eşkıya dağa çıkar ve bölgeyi haraca keserdi. Artık dağa çıkmıyor. Peki ne yapıyor?
Vekil olup meclise çıkıyor!! (Z. Uçar)”
Suç makinesi gibiydiler. İşlenebilecek bütün suçları işlediler. Yaşadıkları, doydukları, soydukları ülkeyi kırk yerinden bıçakladılar. Suç işledikçe korktular. Korktukça daha çok suç işlediler…
“Çocuklarımı okutma imkanım yok” dedi, çocuklarını bir iş adamı okuttu. Hatta iş adamını arayıp;
“Kıza şu kadar para yolla” bile dedi…
Fransa Devlet Başkanına;
“Benim maaşım yetmiyor, sen ne yapıyorsun?” diye sızlandı. Bursla okuyan çocukları armatör oldu. Çocuğunu okutamayan, maaşı yetmeyen(!) babanın İsviçre Bankalarında yedi ayrı hesabı olduğu söylendi. Yoksulluktan dem vuranlar, paralarını kamyonetle taşıdı, gene de sıfırlayamadı.
12 Yıllık çöküşün ana başlıkları:

1-Ülke varlıklarının yarısı yabancıların elinde. Diğer yarısı da yabancı ortaklı… Trakya’dan Akdeniz’e tarım alanları bankalara, özellikle yabancı bankalara ipotek edildi. Ödenemeyen krediler nedeni ile tarım alanları yabancı bankaların eline geçiyor.
2-Dereler, akarsular büyük oranda yabancı şirketlerin eline geçti.
3- Maden yasası yabancıların lehine çıktı. Dağ-taş “maden çıkarsın diye” yabancıya verildi.
4-Ege’de 17 Ada Yunanistan’a verildi. Yani, Cumhuriyet tarihinde Türkiye ilk defa toprak kaybetti.
5-Güneydoğu’da paralel devlet kuruldu.
6- 40 bin insanın ölümünden sorumlu uyuşturucu baronu, tecavüzcü bir cani, “eş başbakan” olarak, hapishanesinden AKPKK’ya talimatlar yağdırdı. Örgütünü yönetti. Tehdit etti.
7- İlk defa bir hükümet emperyalist devletlerin maşası kanlı bir terör örgütü ile masaya oturdu. İsteyen terör örgütü, diz çöküp veren AKPKK oldu.
8- İlk defa terör örgütüne özgürlük verilirken, Türk Ordusu kışlaya hapsedildi.
9- CİA’nın pençesinde açılım yapabilmek için, hükümet edenlerce Türk Ordusu’na tuzak kurularak esir alındı.
10- Türk askerleri kanlı terör örgütü PKK’lıların gizli tanıklığı ile linç edildi. Esir evlerine tıkıldı.
11- Genelkurmay Başkanı dahil, ülkede dinlenmeyen kurum ve kişi kalmadı. Türk Milletinin evi “Biri bizi gözetliyor” programında ki evlere döndü. Kafaları bağladılar ama, insanları çırılçıplak bırakacak şekilde afişe ettiler.
12- Siyaset ve ticaret, şantaj kasetleri ile şekillendirildi. Rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık olmazsa olmaz kural haline geldi.
13-Rant alanları yaratıp, haksız kazanç sağlayarak, hem kendileri köşeyi döndü, hem de yandaş milyonerler yaratıldı.
14- Ülkenin sit alanları dahil, bütün ederleri yağmalandı.
15- Kadim İstanbul’un tarihi yok edilerek; ruhu öldürüldü. Tarihsel hikayesi olmayanların şehri New York gibi, paraya tapanların kurduğu şehirlere dönüştürüldü.
16- AVM hakimiyeti kurularak; yerli üretime, küçük esnafa, bakkala savaş açıldı. Yabancı markaların üstünlüğü sağlandı. Ülke ithalat çöplüğüne döndürüldü.
17- Milli Eğitim sistemi, sömürge devletlerin eğitim seviyesine indirildi.
18- Sınav hırsızlığı olmazsa olmaz kural haline geldi. Hırsızlık-yolsuzluk olmayan tek bir sınav yapılamadı. Bütün kurumlar gibi ÖSYM’nin de itibarı sıfırlandı. ÖSYM’nin başına intihalci(başkalarının eserini çalıp, kendi eseri gibi yayınlayan kişi) bir şahıs getirildi.
19-Üretim yerine tüketim özendirildi. Türk halkı borca batırıldı.
20- Taşeron işçilik, taşeronun taşeronu gibi bir sistem icat edilerek, işçi ölümlerinde AB ülkelerinde birinci, dünyada ikinci olduk.
21- Yargı, özelleştirme, dinlemeler, madenlerin kiralanması tek kişinin eline verildi.
22- Camilere, ibadet yerlerine siyaset sokuldu. Diyanet AKPKK’nın emrine girdi.
23- Cumhuriyet tarihinde ilk defa AKPKK tarafından bir ayetin okunması yasaklandı. Yasaklı ayetin yazılı olduğu levhayı kaldırmayan Müftü Yardımcısı sürüldü. Bir müezzin YALAN SÖYLEMEDİĞİ için sorgulandı ve sürgün edildi.
24- Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir ayetle dalga geçildi. Müslüman olduğunu söyleyen yandaş, bu duruma susarak suça ortak oldu.
25- Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir parti başkanı “Allah’ın sıfatları ile sıfatlandırıldı.” İlk defa bir partili kadın, parti başkanı ile nikahlı gibi olduklarını söyledi.
26- Milli öncüleri sahiplenenleri putperestlikle suçlayan güruhtan biri;
“Tayyip’i üzmek Allah’ı üzmektir” diyecek kadar sapıklaştı ama bu söze kimsenin gıkı çıkmadı.
27- AKPKK’nın Düzce vekili kendisini Hz. İbrahim ilan etti. Hz. Muhammet de küçük kardeşim dedi. Kendinden olmayanları dinsizlikle suçlayan partili münafıklar, bu söze de sesini çıkarmadı.
28- Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir il başkanı(AKP Kırıkkale il başkanı), Parti adına Hz. Muhammed(s.a.v) adına kimlik çıkarmaya cüret etti. Din ticareti yapan güruh buna da sesini çıkarmadı.
29- ABD askerlerinin bir yeniyıl gecesi,  İncirlik’te mescide girerek mimberi dağıttı. Kur’an-ı parçaladı. Elin ülkesindeki karikatürler için(işin kolay yanı çünkü) ayağa kalkanlar, kendi ülkelerinde Conilerin Kur’an-ı parçalamasının üzerini örttü. Din istismarı ile köşeyi dönen AKPKK ve taraftarları üç maymunu oynadı. Rahatsız bile olmadılar.
30- İlk defa; müttefik dedikleri bir ülkenin askerleri, Türk Askeri’nin başına çuval geçirdi. Hükümet edenler gıkını çıkarmadı. Hatta “nota verecek misiniz?” diye soranlara;
“-Müzik notası mı?” diye cevap vererek alay edildi.
31- Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir Başbakan ve Cumhurbaşkanı, Suudi Kralı’nın ayağına otele gitti. Sandıklar içinde gelen hediyelerin akıbeti ise bilinmiyor.
2.                   Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir başbakan, “Yahudi kuruluşlarından” hizmet madalyası aldı.
33- Türkiye Cumhuriyeti Tarihinde ilk defa bir Cumhurbaşkanı, İngiliz Kraliçesinin Türk Bayrağı asmadan demir attığı savaş gemisine giderek, Kraliçe’ye bağlılığını sunmuş oldu(!).. Sömürge ülkelere gittiği gibi tacını takarak ülkemize gelen Kraliçe tarafından Gül’e Haç’a hizmet nişanı takıldı(!)..
34- İlk defa görev süresi dolan bir Cumhurbaşkanı, devletin saraylarından bir olan Huber Köşküne yerleşerek, milletin sırtından geçinmeye devam etme yolunu seçti.
35- İlk defa bir başbakan, kendi ülkesi dahil Ortadoğu’da 22 ülkenin bölünme projesinde rol aldı.
36- İlk defa “din ticareti ile siyaset yapan” bir hükümet, Haçlı Ordusu ile birlik olup, emperyalist devletlerin, Müslüman Coğrafyanın yer altı ve yer üstü kaynaklarına el koymak için açtığı savaşa destek verdi.
37- İlk defa bir başbakan; Müslüman bir ülkeyi talan eden, kadınlara tecavüz eden Haçlı askerlerine, “ülkelerine sağ salim dönsünler diye dua etti.”
38- İlk defa bir hükümet Ortadoğu’da; “İngiltere-İsrail-ABD” çıkarlarını korumak adına, kendi ordusunu etkisiz hale getirdi. Donanmayı çökertti.
39- İlk defa bir bakan(Taner Yılmaz), “eğitim seviyesi yükseldikçe AKP’ye oy verme oranı düşüyor” diyerek, kendi seçmenine “Cahil” dedi.
40- İlk defa bir AKPKK’lı vekil, “Başbakan’ın da bir çoban olduğunu” söyleyerek, kendi seçmenine “KOYUN”  ya da “SIĞIR” demiş oldu.
“Demek ki, onca ihanete rağmen hala kendilerini destekleyenlerin olmasına kendileri de akıl erdiremiyor….”
41- T.Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bütün medya susturuldu. Havuz medyası oluşturuldu.
42- T.Cumhuriyeti tarihinde ilk defa devlete karşı işlenen suçlar suç olmaktan çıkartılırken, hükümete karşı yapılan muhalefet bile terör kapsamına alınarak, “darbe” sayıldı.
43- T.Cumhuriyeti tarihinde ilk olarak bir başbakan, maden kazasında yakınını yitiren bir vatandaşı tokatladı. Koruması tekmeledi.
44- İlk defa bir Başbakan şehit babasını dava etti.
43-T.Cumhuriyeti tarihinde ilk defa NUTUK kitabı suç delilleri arasına girdi.
44-Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa basılmayan kitap “darbe” unsuru sayıldı.
45- Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa; “yurt dışından gelerek kumpas davanın davetine icabet eden askerler, “kaçma(!)” şüphesiyle tutuklandı.
47- Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa; gaziler, askerler iftiralar ve linç nedeniyle intihar etti.
48- Toma ve zehirli gaz ile polis şiddeti, AKPKK hükümetinin ayrılmaz bir parçası haline geldi.
49- T.Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir Başbakan, vatandaşı hedef alarak öldüren polisleri, göz çıkaran polisleri, “destan yazdılar” diyerek övdü. Vatandaşa en ağır şiddeti uygulayan polisleri bir maaş ikramiye ile ödüllendirdi.
50-T.Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir başbakan “Alevi-Sünni” kışkırtması yaptı.
51- T.Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir Başbakan milleti etnik parçalara bölerek bir milletin adını etnik azınlığa indirgedi. Türk adına ve simgelerine karşı savaş açtı.
52- T.Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir hükümet zamanında Türk Bayrakları indirildi. Yakıldı, yırtıldı. Tahrik unsuru sayıldı.
53- Milli bayramlar yasaklandı. Kurtuluş Savaşı Müzelerinin ismi değiştirildi.
54- Türk Milleti’nin bayramları yasaklanırken, Papa öldüğünde bayraklar yarıya indirildi.
55- Türk düşmanı Suudi Kralı öldü. Kendi ülkelerinde bile yas ilan edilmemişken, AKPKK Türkiye’de yas ilan etti.
56-Türkiye kara para cenneti oldu. Sürekli af çıkarılarak ülke ekonomisine sıcak kara para pompalanarak ayakta tutma politikası geliştirildi.
57- Zina suç olmaktan çıkarıldı. Fuhuş %300 arttı. Ahlaki çöküş zirve yaptı.
58-Kadın cinayetleri adi vaka haline geldi.
59- Türkiye’nin endemik tohum çeşitliliğine karşı savaş açıldı. Yerli tohum yasaklandı. Üretici, kısır İsrail tohumlarına mahkum edildi. Milyon dolarlar İsrail’e aktarıldı.
60- Yerli ilaç firmaları bitirildi. Hastalık olmadan önlemek için çalışan sağlık kurumları kapatıldı. Sağlıkta devrim diye başlayıp, hastayı tedavi olmaktan uzak, göz boyayıcı bir sisteme mahkum ettiler. SGK yandaş sağlık kurumlarınca soyuldu. İlaç ve aşıda tamamı ile dışa bağımlı bir ülke haline geldik.
61- T.Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir hükümet; terörist gruplara açıktan destek verdi. Ülkeyi teröristlerin üssü haline getirdi. Terör gruplarının ülke içinden terörist devşirmesine göz yumdu. Ülke güvenliğinin altına dinamit koydu. Türkiye’nin savaş suçlusu olarak yargılanma tehlikesi ortaya çıktı.
62- İlk defa bir hükümet 911 km. lik en uzun sınırımız olan Suriye sınırını silerek ülke güvenliğini ateşe attı. AKPKK öncesi sınıra Suriye Devleti hakimdi. Yani, bir muhatap vardı. AKPKK mahareti ile teröristlerin üstlendiği bir bölge haline geldi. Kısacası;
Türk Milletinin Güvenliğini göz ardı ederek, düşman cephesinde yer aldı.
63-T.Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir hükümet; meclis kararı olmaksızın, Libya’yı parçalattırdıkları terör gruplarına elden para dağıttı. Libya’dan getirdikleri yaralı teröristleri tedavi ettirip, beş yıldızlı otellerde ağırladı.
64- T.Cumhuriyeti tarihinde ilk defa, besledikleri terör grupları Reyhanlı’yı kana buladığında, başbakan Reyhanlı’ya gitmek yerine Amerika’ya gitti.
64- T.Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir hükümet; hazırladığı anayasa taslağını muhalefet dahil kendi vatandaşından saklayarak, ABD’ye onaya gönderdi.(Özbudun’a hazırlattılar. Halktan saklayıp ABD’ye onaya gönderdiler.)
65-İlk defa bir hükümet kendileri hakkında dava açanları içeri tıktırmakla övündü. Yolsuzluk davası yürüten (Deniz Fenerin davasından rüşvet ve yolsuzluk davasına kadar) yargıçları görevden aldı. Haklarında soruşturma açtırdı.
66- T.Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir başbakan halkı “biz-siz” ekseninde kutuplaştırdı. Taraftarını kinlerine sahip çıkmaya davet etti. Her demokratik ülkede yapılan eylemlere karşılık;
“%50’yi evde zor tutuyorum” bile dedi. Hatta;
“Biz de onbinlerle karşınıza çıkarsak…” diye halkı tehdit bile etti.
Komşuya komşusunu şikayet etmesini söyledi.
67-T.Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir başbakan yaşadığı ülkeyi katil ilan etti. Ülkeyi sanık sandalyesine oturttu.
68-İlk defa; İtalya’dan kalkan Türk Hava Yolları uçağında bulunan dergide, bölünmüş Türkiye haritası yayınlandı.
69- İlk defa Dışişleri Bakanlığı ajandasında “Ermenistan’da bulunan sözde soykırım anıtının resmi” yer aldı.
70-İlk defa bir Cumhurbaşkanı 1150 odalı kaçak saray yaptırdı.
71- İlk defa bir cumhurbaşkanı kaçak sarayına tanesi bin liraya su bardağı aldırdı.
72- İlk defa bir hükümet kendisi ve yandaşlarını yargı dışına çıkartarak yasaları çiğnedi.
73-İlk defa bir hükümet Sayıştay denetiminden kaçıp Sayıştay raporlarını baypas etti.
74- İlk defa bir başbakan bütün başbakanların harcadığı örtülü ödenek toplamından daha fazla para harcadı.
75- İl defa bir başbakan; “anamız ağladı sayın başbakanım” diyen çiftçiye;
“Ananı da al git lan” dedi.
76-İlk defa bir başbakan eşi devlet uçağı ile bir başka ülkeye düğün davetiyesi vermeye gitti.
78- İlk defa rüşvet parası ile umre ziyareti yapıldı(!)…
Şeytan alışverişte görsün….
79-İlk defa bir başbakan yabancı ülkeler ile yaptığı görüşmeleri devletin kayıtlarından kaçırdı. Türk tarafından kimse içeri alınmadı.
80- İlk defa başbakan, bakan, danışman ve parti yönetimi sınavdan muaf tutularak devlet kadrolarına yerleştirildi.
81- Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir hükümet, yolsuzluk ve rüşvet davasını mağduriyete dönüştürdü. Mağdur olabilmek için emniyet ve yargıyı hallaç pamuğu gibi attı. Rüşvet ve yolsuzluk suçlamasından yargılananları milletin gözünün içine baka baka, alay edercesine yargı dışına çıkardı. Yetmedi!!. Asla aklanamayan, vicdanlarda kabul görmeyen paralara bir de FAİZ ALDI….
Din-iman deyip, dini tapulu malı sayan münafık takımı, bu durumu bile savundu.
Meğer dinlerinin de bir fiyatı varmış. Fiyatları ödenince önceden savundukları ne varsa sattılar.
83- Tük Milleti şirketlerin, bankaların insafına terk edildi. Vergiler vergi olmaktan çıkıp haraç haline geldi. Özelleştirdikleri kurumların yandaş şirket sahiplerine halkı kaz gibi yolduruyorlar.
84- İlk defa bir hükümet umre yapan birine mecliste oy kullandırma başarısını(!) gösterdi. Sahte seçmenler icat etti. Her alanda sahtecilik olmazsa olmaz kural haline geldi.
Suç makinesi haline gelen şahıs ve parmak çocukları, suçları çoğaldıkça panikliyor. Panikledikçe yasa üzerine yasa çıkarıyor. Cumhuriyetten derebeyliğine keskin bir viraj alıyoruz. Bir tarafta Derebeyi’nin korumaları haline gelen emniyet güçleri, diğer tarafta yaşadığı kaos nedeniyle şoktan çıkamayan bir halk….
 Korktukça alınan uçak sayısı, uçak filosuna dönüştü. Durumlar kelleşirse, bütün aileyi doldurabilmek için herhalde… Tabii, bir de sıfırlanamayan dolarlar var….
Saraylar içinde korunabileceğini sanan şahıs, sarayın altından kaçış tünelleri de yaptırdı mı acaba(!)?
Sonuç olarak:
“Eskiden eşkıya dağa çıkar ve bölgeyi haraca keserdi. Artık dağa çıkmıyor. Peki ne yapıyor?
Vekil olup meclise çıkıyor!! (Z. Uçar)”

Zahide Uçar

 http://www.edebiyatgazetesi.com/2015/02/06/suckolik-ve-korku-zahide-ucar/

6 Şubat 2015 Cuma

“Laiklik Günü” de Nereden Çıktı?



Her yıl olduğu gibi bu yıl da, 5 Şubat günü kamuoyunda “Atatürkçü olduğu” sanılan çok sayıda siyasetçinin, Demokratik kitle örgütü yöneticilerinin “laiklik günü” ile ilgili açıklamaları kimi medya organlarında yayınlandı.
Yayınlanan açıklamaların ortak noktası ise şöyleydi.  Laiklik; 5 Şubat 1937 günü ‘Altı Ok’ ilkeleri ile birlikte anayasanın 2. Maddesine eklenmiştir. Anayasanın ikinci maddesinde laiklik ilkesine yer verilmesi ile de Türkiye Cumhuriyeti’nin lâik bir devlet olduğunun resmiyetinin yolu açıldı. En önemli Devrim Yasası olarak, yasal güvenceye alınmış oldu. Kutluyoruz”
Demek ki 5 Şubat 1937 de Anayasamıza “Altı Ok” olarak bilinen ilkelerde girmiş. Ama nedense kimse 1937 de “cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik ve devrimcilik” olarak anayasada yer alan 5 ilkeden söz etmiyor da, niçin ille de “laiklik” üzerinde duruluyor? 
Biz bu soruya doğru yanıt verebilmek için, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2. Maddesinin başına gelenlere kısaca göz atalım.
1924 Anayasası'nda 2. madde şöyleydi: “Madde 2: Türkiye devletinin dini, dini İslâm'dır; resmi dil Türkçedir; makarrı(Başkenti) Ankara şehridir.”
1937 de anayasanın 2'nci maddesi şöyle değişti. “Madde 2. Türkiye devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçıdır. Resmi dili Türkçedir, makarrı(Başkenti) Ankara şehridir."
1961 Anayasasında ise 2'nci madde şu şekilde yazıldı: " Madde 2. Türkiye cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir."
Özellikle Aydın-Atatürkçü kesimlerce “ilerici” olarak nitelenen 1961 Anayasasından kaşla göz arası, bir oldubitti ile  cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik ve devrimcilik” çıkarılmıştır. Bununla da yetinilmemiş.
Bu ilkelerin tekrar anayasaya girmesi için yapılması olası girişimlerde 1982 Anayasasının 4. Maddesi ile engellenmiş. “MADDE 4. – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.”
Örneğin, Bu ilkelerin anayasaya yeniden girmesi ile ilgili bir imza kampanyası başlatanlar, TCK 220. Maddesi gereğince “Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kurmak veya yönetmek”, TCK 309. Maddesi gereğince “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye” teşebbüs suçu ile yargılanabileceklerdir.
Peki, 5 Şubatta  “Atatürkçü olduğu sanılan” kimileri neyi kutluyorlar? Kemalizm’in olmazsa olmaz ilkelerinin TC. Anayasasından çıkarılışını!  Yani “Kemalizm’in iğdiş edilişini! 5.Şubat “Laiklik Günü” Kemalizm’in antiemperyalist özünün ortadan kaldırıldığını, “emperyalizme teslimiyetin anayasal güvence altına alındığını” perdelemek için, mandacılar tarafından “icat edilmiş” bir soytarılıktan başka bir şey değildir. Bağımsızlığın olmadığı bir ortamda ulusal egemenlikten söz etmek “abesle iştigaldir.  Bağımsızlıktan ve ulusal egemenlikten yoksun bir ulusun laik olup-olmaması hiçbir şeyi değiştirmez.
İster istemez aklımıza şöyle bir soru geliyor. Atatürkçü! Bildiğimiz kimi aydın ve askerler 1961 Anayasasından Kemalizm’in özünü oluşturan  cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik ve devrimcilik” ilkelerini niçin çıkarmışlar? Peki, bu beş ilke çıkarılırken “laiklik” niçin madde içinde kalmıştır?
Bir yazımda bunun yanıtını şöyle vermiştim. “Atatürkçülüğü masonik bir laikliğe indirgeyerek, 1938 den bu yana gericiliğin beslendiği ana damar olan “batıcılığı” Atatürkçülük olarak Türk halkına yutturmaya çalışmaktadırlar. Türk halkını “Atatürk’le aldatıp” kandırmaktadırlar.  Bu soysuzlar böylece tarihte ilk kez emperyalizme karşı başkaldıran ve onu yenen soylu Türk ulusunu emperyalizme ve dince gericiliğe mahkûm etmişlerdir.”
Anayasanın 2. Maddesinde ifadesini bulan laiklik, “Kemalist Laiklik” değil, “masonik laikliktir.  Çünkü Kemalizm’in ilkeleri bir bütünlük oluşturur. Biri diğerinin “olmazsa-olmazıdır.” Birinin diğerine göre önceliği, ya da “olmasa da olur” olması söz konusu edilemez.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye dede gericiliği ayakta tutan, besleyen temel güç emperyalizmin varlığıdır. Cahil bırakılmış, Toprak ağalarının, mütegallibe ve şeyhlerin baskısı altındaki bir topluluk emperyalizmin ekonomik sömürüsü için çok daha elverişli bir zemin oluşturur.
Toplumsal uyanışı engelleyen, ulusal ekonomiyi olanaksız kılan, ucuz işgücü sömürüsüne ortam yaratan yapı emperyalist sömürünün engelsiz sürmesini sağlar. Bu nedenle Emperyalizmi yıkmadan gericiliği ayakta tutan çağdışı toplumsal ilişkileri ortadan kaldırmak da olanaksızdır. Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir.
Bu evrensel gerçeğin ayırdında olan Mustafa Kemal ve Türk devriminin öncü kadrosu, yeniden emperyalizmin ağına düşmemek için, Sömürgeciliğin en azgın güçleri olan Batılı haçlıları ülkeden kovarken, devrimler yolu ile Toplumsal uyanışı engelleyen gerici yapıyı da tasfiye etmişlerdir. İşte “altı ok” bu nedenle emperyalizmin ve gericiliğin “panzehridir”.
Cumhuriyet tarihinde, Laikliğin devrimci özünün ödünsüz uygulandığı dönemler, emperyalizmden kopulduğu ve gericiliğin ekonomik altyapısının zayıfladığı dönemlerdir. Emperyalizme bağımlılık ise Türkiye’de gericiliği hortlatmıştır.
Bu bağımlılık ilişkisini belgelerle ortaya koyalım.
Bilimsel bir yasa gibidir: Büyük bir devletle ittifak ve ikili anlaşmalar yapan, ondan “yardım” alan nispeten küçük boyutlu azgelişmiş ülkeler; bağımsızlıklarını çok geçmeden yitirmeye başlıyor. Başka bir deyişle “kendiişlerinde Millî İrade’ ye uygun olarak serbestçe karar alma güç ve yetkileri” zayıflıyor, hatta ortadan kalkıyor.(1)
13 Nisan 1939’da başlayan Türk-İngiliz görüşmeleri, 12 Mayıs 1939’da İngiltere ile Türkiye arasında Türkiye’yi “Barış Cephesi” ne bağlayan bir deklarasyonunun ilanıyla sonuçlanmıştır.
Rockefeller (1956): “Azgelişmiş ülkelere yapılan yardımda özel amaç, o ülke ekonomilerinin kilit noktalarını ele geçirmektir.”
-G. Ford (ABD başkanlarından): “Dış yardım yoluyla ilişkili olduğumuz ülkelerin iç ve dış işlerine karışabiliriz.”
Thornburg Raporu’ndan (1947): “Türkiye, Amerikan çıkarlarının büyük önem kazandığı bir yerde bulunmaktadır. Türkiye bizden yardım isterse, yalnız sermayemizi değil, aynı zamanda hizmetlerimizi, geleneklerimizi ve ideallerimizi değerlendireceğimiz ve elden gitmesine izin vermeyeceğimiz bir yatırım fırsatı doğacaktır.”
Türk Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Feridun Cemal Erkin (1946): “Türkiye, kaderini ancak Amerika ve Büyük Britanya’ya bağlarsa, esenliğe kavuşabilir.”
Bu öneri Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu tarafından kabul görmüştür.
1950’de özel girişimciyi desteklemek üzere Türkiye Sınai Kalkınma Bankası, Dünya Bankası’nın önerisiyle kurulur. Bankanın özel bir kuruluş olmasına, Amerikalılar tarafından ayrı bir önem verilmiştir.
1945-47 yılları… CHP iktidarda… Cumhurbaşkanı İsmet İnönü… Sivil ve asker Amerikan heyetleri, savaş gemileri Türkiye’de. CHP Hükümeti ABD’den borç istiyor. Türkiye IMF ve Dünya Bankasına üye oluyor. Türkiye ve ABD arasında askerî ve ekonomik temaslar başlıyor. Dostluk derneği kuruluyor. Türk subayları Amerikan tipi üniformalar giymeye başlıyor
Milli Eğitimimiz 27 Aralık 1947'de imzalanan ve “Fulbright Antlaşması” olarak anılan ”Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma’nın sonucu olarak, bütünüyle Amerikalı uzmanlar ve CIA tarafından, Amerikan çıkarları doğrultusunda biçimlendirildi.
-ABD ile 1947 Antlaşması (Truman Doktrini)… “ABD’nin dünya egemenliği” doktrini olan Truman Doktrini ile başlayan Amerikan “yardımı” ülkemizi Kemalist Yoldan saptırdı. Türkiye Amerikan emperyalizminin gereklerine uygun şekilde yeniden yapılandırıldı. 1923-1938 Türkiye’sinde, Atatürk zamanında ne yapılmışsa yıkılmaya başladı, ters yüz edildi: Bağımsızlığımızın yitirilmesine karşı yükselebilecek sesler susturuldu.(1)
Toplumsal uyanışın olmadığı yerde gericiliğin yükselmesinden daha doğal bir şey olamaz. Gericiliğin önünü kesecek olan da Atatürkçülük temelinde bir toplumsal uyanıştır. Bu uyanışı boğanlar elbette ki gericiliğin ekmeğine yağ sürmüşlerdir.
Atatürk’ün 1935 Yılında Kökü Dışarıda Olduğu İçin kapattığı Mason Locaları, İsmet İnönü'nün aldığı ani bir kararla 5 Şubat 1948 yılında İnönü'nün emri ve Celal Bayar'ın desteği ile Türkiye Mason Derneği'nin kurulması ile tekrar faaliyete girmiştir. Masonlar açtıkları davalarda Halkevlerine devredilen tüm mal varlıklarını tekrar ele geçirdiler. 1952 de ise Atatürkçü geçinen ve onunla iftihar eden CELAL BAYAR locaların varlığını yasal güvenceye aldı.  
-J. F. Kennedy (ABD Başkanı, 1962): Dış yardım ABD’nin dünyayı denetleme ve etkileme araçlarından biridir.”
Tarihte hiçbir şey “rastlantı” değildir. Batıcılık ve şeriatçılık Türkiye’ye eşzamanlı olarak girmiştir. Türkiye Batıya bağımlılaştıkça, uydulaştıkça gericilik ona paralel olarak istikrarlı bir şekilde yükselmiştir.
Atatürk, gericiliğin dayandığı toplumsal ekonomik yapıyı ortadan kaldırmaya yöneldiği için O’nun ölümüne dek gericiler sığındıkları inlerinden çıkıp bir türlü belini doğrultamadı. Gericiliğin ininden çıkması, dirilmesi Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye’nin tekrar Batı yoluna sokulmasıyla gerçekleşti.
Bu gün Türkiye de Toplumsal muhalefeti siyasal alanda temsil etme iddiasında olan siyasal partiler gericiliğin karşısına Atatürkçülükle çıkmak yerine IMF’yi, NATO’yu, Amerika’yı, AB’yi, sağa kaymayı savunarak Kemalizm’e ihanet etme yolunu seçmişler, böylece halkı gericilik karşısında seçeneksiz bırakmışlardır.  Üstelik Mustafa Kemal Atatürk “Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden mahrumiyeti beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir.” Diye haykırırken.
Konu ile ilgili son sözü yine Mustafa Kemal Atatürk’e bırakalım. “Efendiler! Avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Hâlbuki hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!”
    “Yabancılardan insaf ve iyilik dilenmek gibi bir ilke yoktur. Türk ulusu, Türk ilinin gelecek çocukları bunu bir an olsun akıllarından çıkarmamalıdır”.(Mustafa Kemal Atatürk)
06.02.2015  Isparta
Mahmut ÖZYÜREK
  
Kaynak(1)TÜRKİYE’NİN BAĞIMSIZLIĞI NASIL YOK EDİLDİ? Prof. Dr.Cihan Dura