21 Şubat 2015 Cumartesi

BASIN AÇIKLAMASI (İç Güvenlik Değil, Kalıcı Sıkıyönetim Yasa Tasarısı)



Sayı: 2015/7
Konu:İç Güvenlik Değil, Kalıcı Sıkıyönetim Yasa Tasarısı                                                       21.02.2015
BASIN AÇIKLAMASI
(İç Güvenlik Değil, Kalıcı Sıkıyönetim Yasa Tasarısı)
Bir yandan emperyalistler, bir yandan gericiler, bir yandan yeni mandacılar... Hepsi el ele, kol kola girmiş Cumhuriyet’i yıkmaya, ulus devleti tasfiyeye çalışıyor. AKP iktidarının başını çektiği bu yıkım politikası, toplumda giderek artan bir öfke birikmesine, toplumsal muhalefetin yükselmesine neden oluyor.
Hükümet’e yakın araştırma kuruluşlarının yaptıkları dâhil olmak üzere, tüm anketler AKP’nin oy oranının baş aşağı gitmekte olduğunu gösteriyor. Bu nedenle ortaya çıkma olasılığı yüksek bir halk hareketinden korkan iktidar, oy tabanını korumak, varlığını polisiye tedbirlere sürdürmek için “İÇ GÜVENLİK” yasa tasarısına sarılmıştır. 
AKP iktidarı, Kral’ın yetkilerini sınırlaması açısından hak ve özgürlükler mücadelesinde önemli bir yeri olan Magna Carta Libertatum belgesinin 800. yıl dönümünde 1215 öncesinin Kral yetkilerini andıran kalıcı sıkıyönetim yasa tasarısını topluma dayatıyor.
Polisi yargı denetiminin dışına iten, Faşizmi, İslam rengiyle topluma dayatan bu tasarı özgürlüklere karşı pimi çekilmiş bir bomba niteliği taşımaktadır.
Bu tasarı yasalaşırsa; geçmişteki OHAL ve sıkıyönetimlerden daha tehlikeli bir kalıcı plebisiter diktatörlüğün inşası tamamlanmış olacaktır. Geçmişteki olağanüstü rejimler “geçici” rejimlerdi. Şimdi kalıcısı geliyor.
Derebeyi Valiler dönemi başlıyor. Savcı ve yargıç yetkileri mülki amirlere, kolluğa veriliyor. Emniyet teşkilatındaki değişikliklerle AKP kendi ordusunu kurmak istiyor.
Jandarma ve Sahil Güvenlik siyasi iktidara bağlanırken, Emniyet Genel Müdürü, İstihbarat Daire Başkanı, Jandarma Genel Komutanlığının, Jandarma İstihbarat Daire Başkanlığının emriyle 48 saat mahkeme kararı, savcının izni olmadan iletişimlerimiz denetlenebilecektir
Tutuklamayı gerektirir suçlar arasına toplantı ve gösteri hakkının kullanılması, propaganda da dâhil ediliyor. Jandarmanın yetkisi arttırılıyor. Belediye sınırları içinde de görev yapabilmesi düzenleniyor.
Faşist Mussolini'nin bir itirafı vardı; "her şey devlet için, devlet içinde; hiçbir şey devlet dışında ve başka bir şey için değildir." Bu yasayı isteyenler, düzenleyenler Mussolini'nin yolunda gidiyorlar. Mussolini ve Hitler, bu zihniyetle dünyayı cehenneme çevirdiler. Franco, Salazar, Pinochet ve benzeri diktatörler aynı anlayışla; devlet güvenliği adına halklarına, özgürlüklere savaş açtılar.
Hitler, geniş halk yığınlarına yapmış olduğu konuşmalarda "ben hepinizdeyim, hepiniz bendesiniz" diyordu. Bunun anlamı;  Führer, halkını dilediği gibi yönetir. Führer’in görüşleri halkın görüşleridir! Bu kuralın bir sonucu olarak parlamentonun bir yasayı görüşmesi de Führer’ in iradesinin onaylanmasından başka bir şey değildir. Benzerliğe bakın ki;  TBMM R.T Erdoğan’ın iradesinin onaylanması dışında başka bir şey değildir.
Böylece Hitler tarafından; ‘Reichstag Yangını Kararnamesi’yle, anayasanın birey hak ve özgürlüklerini koruyan tüm maddelerini askıya alındı. Hitler e karşı olan tüm kişi ve örgütlenmeler Vatandaşlık ve siyasal haklarından men edildiler.
Hitler’in 1933’te çıkarttığı ‘Tehlikeli Daimi Suçlulara Karşı Kanun’un’ neredeyse bire bir kopyası olan bu tasarı tüm ulusal üstü hukuktan doğan yükümlülükleri ortadan kaldıran, tüm temel hakların özüne karşı savaş açmayı meşrulaştıran faşist bir anlayışın ürünüdür.
 Hitler’i ve Goebbels’i bile kıskandıracak bir içerik taşıyan bu yasa tasarısı; kan emici Emperyalizmin ve ‘vahşi Batı’nın, Türkiye üzerindeki projelerini gerçekleştirirken önlerine çıkabilme olasılığı olan ulusal – halkçı – devrimci direnişi daha başından ezme, yok etme amacına yönelik büyük bir soysuzluk örneğidir.

Yönetim Kurulu Adına:                                                                                         Mahmut ÖZYÜREK
                                                                                                                                Ulusal Eğitim Derneği
                                                                                                                                 Isparta Şube Başkanı

20 Şubat 2015 Cuma

Eğri Oturup, Doğru Konuşmanın Zamanıdır! - 1



Artık yalanları ifşa edip, doğrularla yüzleşmenin ve kapı, kapı dolaşıp iktidarın, İmralı-Kandil-HDP şer üçgeninde ülkeyi üç buçuk eşkıyaya nasıl pazarladığını anlatmak zamanıdır.
Geç kalınsa bile yola çıkmak için pusatları, akıl ve bilimi kuşanmanın zamanıdır.
Hamaset yok!
Duygusallık yok!
Halkı aldatmak;
“ Kemalizm, köylüyü ve işçiyi ezerek yükselen bir burjuvazi rejimidir.” “Mustafa Kemal zorba bir diktatördür.” deyip, Atatürkçü geçinmek hiç yok…
“Analar ağlamasın” yalanının arkasına sığınıp, ana vatanı ağlatmak;
Sokaklarda “Laik- Bilimsel Eğitim”  eylemleri düzenleyip, “Ana Dilde Eğitimi” savunmak gibi bir gafletin içine düşmek,
Ülkedeki uyanışı görüp bir takım oluşumlarla, bu ayağa kalkışın önünü kesmek;
Sandık müsameresine bel bağlayıp; Müdafa-i Hukuk anlayışından vaz geçmek yok.
Gladyo, CIA ve işbirlikçileri ülkeyi ele geçirirken, kolları kavuşturup el bağlamak;
Kime oy verirse versin, Türk milletinin bir ferdini aşağılayan ve bu millete “koyun sürüsü” diyenleri hoş görmek;
Atatürk’ün altı ilkesinin tamamını özümsemeden, bağımsızlığın önemini kavramadan “ Atatürkçü” geçinenleri;
CIA-İktidar ve cemaat işbirliği ile Türk ordusuna kumpas kuranları;
Askeri kışlasına hapsedip, PKK’nın önünde alan temizliği yapanları af etmek;
Bu ülkenin mal varlığını, Misak-ı milli sınırları içindeki Türk yurdunu yabancılara, on altı Türk adasını Yunanistan’a peşkeş çekenlere makam ve koltuk sahibi yapmak;
“Demokratik Anayasa, statükocu ırkçılığa dayalı Atatürk milliyetçiliğine son vermek, halkların özgürce yaşadığı bir Türkiye için…” “Halkların kardeşliği, ana dilde eğitim ve demokratik özerklik için…” söylemleriyle Türkiye’yi bölmek için yola koyulan Habur avukatlarına teslim olmak yok.
Her fırsatta kadını aşağılayan, Türk anasını cinsel meta olarak gören sahte din adamlarına
Kadınlık ve analık onurundan habersiz, iktidarın yalakalığına, soyunmuş ve yanlışlıkla kadın olarak dünyaya gelmiş yaratıkları bağışlamak ve onları insan yerine koymak;
Hırsıza, yüzsüze bel bağlamak yok.
Hele “Bütün mal varlığım bu yüzüktür” dedikten sonra oğullarına gemi filosu kurduranlara;
Güneydoğu’yu PKK’ya teslim edip, yaptığı anlaşmaları milletten gizleyen ve sırf ayıbı örtülsün diye “Polis Devleti Yasası” çıkaran iktidara geçit yok.
“Önce partim” deyip “önce vatan”ı rafa kaldıranlarla aynı safta birlikte olmak;
Türk milletinin onurunu namusunu içerde ve dışarda iki paralık edip, kendisini dev aynasında gören megalomanlardan korkmak, geri çekilmek yok.
Vaktiyle anti-emperyalist duruşuyla, Kemalist söylemleriyle bizi kandıran ve milletvekili olduktan sonra genel başkanının ağzına bakanlara asla taviz yok.
Ülkenin kaosa sürüklendiği, halkın borç batağında inim, inim inlediği bu sömürü düzenine;
ABD-AB’ye temenna çekenlere;
SOROS’un koynunda kıvrılıp yatanlara;
Şırnak’taki “Külliye Camii”ni PKK’ya tahsis edenlere;
Hâlâ aralarındaki siyasi, etnik, dinsel ve mezhepsel ayrılıkları öteleyip, küçük bir azınlık dışında bir araya gelmeyenlere;
Türklük”ü bir sorun olarak görüp Anayasa’dan çıkarmak isteyenlere;
Anayasa’nın değişmez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez ilk üç maddesini hedef gösterip, “Demokratik Anayasa” için kollarını sıvayanlara;
Halkların kardeşliği ve özgürlüğü”nü savunan adı aydınlanma, kendisi karanlık hareketlere;
HDP ile kol, kola girenlere;
Kısacası Türk milletini önce “ALLAH”la  daha sonra “Atatürk”le aldatıp kandıranlara asla af yok.
Çıkacağımız yol engebeli ve zordur. Görevimiz sadece Müdafa-i Hukuk üyesi olarak insanlara ülkenin bölündüğünü ve iktidarın CIA’nın çetecileri ile birlikte hareket ettiğini anlatmak olacaktır.
Yalanlar ifşa edilecek, kapalı kapılar ardında PKK’ya baş aktör bölücü başı, bebek katili Öcalan’a verilen tavizler açığa çıkarılacaktır.
Bu yazı bir başlangıçtır. Büyük bir ihanetin pazıl parçaları birleştirilecektir.
İkiz Yasalar’ın ortak ilk maddesinden yola çıkarak, yolumuza devam edeceğiz.
Şimdi ”Ekonomik -Sosyal ve Kültürel Haklar ” ve ”Kişisel ve Siyasal Haklar” sözleşmelerinin tamamen aynı olan ve Batı demokrasilerinde bu maddelerin içeriğine ”Self-determinasyon” dendiğini de hatırlayarak 1.Madde 1.Bend’ini yüksek sesle bir kez daha okuyalım.
1.Madde1.Bent-Bütün halklar kendi statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler…
Bölücülüğü ve ayrışmayı destekleyen bu maddeye Türkiye Cumhuriyeti çekince koymamış, üstelik 1.Madde’yi AKP Hükümeti Türk Milleti (!) adına BEYAN ifade ederek imzalamıştır.
”Türkiye Cumhuriyeti bu sözleşmeden doğan yükümlülüklerini, BM Yasası (Charter) çerçevesinde yükümlüklerine uygun olarak yerine getireceğini beyan eder.”
Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü, tam istiklâli için Türk milletinin azim ve kararını harekete geçirmek şarttır ve şart her yurtseverin görevidir.

Figen Özen
20.02.2015




19 Şubat 2015 Perşembe

Yeni Başlayanlar İçin 14 Derste Faşizm



Siyaset bilimci Dr. Lawrence Britt, 20. yüzyılın gördüğü en tipik faşist rejimleri (Hitler’in Almanya’sı, Mussolini’nin İtalya’sı, Franco’nun İspanya’sı, Suharto’nun Endonezya’sı, Pinochet’nin Şili’si) inceleyerek faşizmin 14 karakteristik özelliğini tespit etmiş.
Britt’in çok tartışılan, hatta Umberto Eco’nun bir yazısından fazlaca esinlendiği söylenen ünlü makalesi, ‘yeni başlayanlar için 14 derste faşizm’i anlatıyor:

1. Güçlü ve sürekli milliyetçilik: Faşist rejimler, sürekli olarak vatansever şiarlar, sloganlar, semboller, marşlar ve diğer ıvır zıvırı kullanma eğilimindedir.
2. İnsan haklarının aşağılanması ve hor görülmesi: Düşmandan korku ve güvenlik ihtiyacı nedeniyle, faşist rejim altındaki insanlar, ‘ihtiyaç’ gereği belirli durumlarda insan haklarının göz ardı edilebileceğine ikna edilirler. İnsanlar işkence, yargısız infaz, siyasal suikast, uzun süreli gözaltı gibi uygulamalara karşı başını başka tarafa çevirme, hatta bunları onaylama eğilimindedir.
3. Düşmanların/günah keçilerinin birleştirici bir neden olarak tanımlanması: Ülkenin güvenliğini ve bütünlüğünü tehdit eden düşmanın ortadan kaldırılması için insanlar histerik kalabalıklara katılıp sokaklara dökülür; Bu düşman tanımının içinde ırksal, etnik ya da dinsel azınlıklar, liberaller, komünistler, sosyalistler, teröristler, vs. vardır.
4. Ordunun ve militarizmin yüceltilmesi: Yaygın yerel sorunlar olduğunda bile, orduya hükümet bütçesinden aşırı miktarda pay verilir ve yerel gündemler göz ardı edilir. Askerler ve ordu hizmetleri alabildiğini yüceltilir.
5. Cinsel ayrımcılığın şahlanışı :Faşist ulusların hükümetleri, neredeyse tamamen erkek-egemen olma eğilimindedir. Faşist rejimlerde, geleneksel cinsiyet rolleri daha katı hale getirilmiştir. Kürtaj karşıtlığı ve homofobi had safhadadır.
6. Kitle iletişim araçlarının kontrol altına alınması: Kimi zaman medya hükümet tarafından doğrudan kontrol edilirken, diğer durumlarda dolaylı olarak diğer genelgeler, mevzuatlar, sempatik medya temsilcileri ya da yöneticileri tarafından kontrol edilir. Sansür, özellikle savaş dönemlerinde oldukça yaygındır.
7. Ulusal güvenlik takıntısı: “Korku” hükümet tarafından, kitleler üzerinde harekete geçirici bir araç olarak kullanılır.
8. Din ve yönetimin içiçe geçmesi: Faşist ulus hükümetleri, ulus içindeki en yaygın dini, kamuoyunu manipüle etmek için bir araç olarak kullanır. Dini retorik ve terminoloji, dinin ana doktrinlerinin hükümet politikalarına veya eylemlerine tamamen karşıt olduğu durumlarda dahi, hükümet liderleri tarafından yaygın olarak kullanılır.
9. Özel sermayenin gücünün korunması: Faşist uluslardaki sanayi ve iş aristokrasisi, sıklıkla hükümet liderlerini iktidara getirenlerdir. Bunu hükümetle iş dünyası arasında karşılıklı çıkara dayalı bir ilişki tesis ederek ve belli bir iktidar eliti yaratarak yapar.
10. Emek gücünün baskı altına alınması: Faşist hükümete karşı tek gerçek tehdit emeğin örgütlü gücü olduğundan, işçi sendikaları ya tamamen saf dışı edilir ya da şiddetle baskı altına alınır.
11. Aydınların ve sanatın küçümsenmesi: Faşist uluslar, yüksek öğrenim ve akademiye karşı açık bir düşmanlığı körükler ve teşvik eder. Profesörlerin ve diğer akademisyenlerin sansüre uğraması, hatta tutuklanması yaygındır. Sanatta ifade özgürlüğü açıkça saldırı altındadır ve hükümetler genellikle sanata bütçe ayırmayı reddeder.
12. Suç ve cezalandırma ile baskı altına alma: Faşist rejimlerde, polislere kanunları zorla uygulamaları için neredeyse sınırsız bir yetki verilir. İnsanlar genellikle, polisin suistimallerine göz yummaya ve hatta vatanseverlik adına sivil özgürlüklerden feragat etmeye razı olur. Faşist uluslarda, sınırsız güce sahip ulusal bir polis kuvveti vardır.
13. Adam kayırma ve yozlaşmada sınır tanımama: Faşist rejimler neredeyse her zaman, yönetim kadrolarına birbirini atayarak hükümetin güç ve otoritesini onları hesap vermekten korumak için kullanan bir grup ahbap ile müttefikleri tarafından yönetilir. Ulusal kaynakların ve hatta hazinenin tahsisi ya da bunların hükümet liderleri tarafından açık bir şekilde gaspı, faşist rejimlerde rastlanmayan bir olgu değildir.
14. Hileli seçimler: Faşist uluslardaki seçimler bazen tamamen göz boyama amaçlı yapılır. Diğer zamanlarda ise seçimler, çamur atma kampanyaları, hatta muhalefet adaylarının öldürülmesi, seçmen oylarının ve seçim bölgelerinin kontrolü için yasama kurumlarının alet edilmesi ve medya manipülasyonu gölgesinde yapılır. Faşist uluslar, tipik olarak kendi yargı sistemini seçimleri manipüle ya da kontrol etmek için kullanır.
* Bu yazı siyaset bilimci Dr. Lawrence Britt’in Free Inquiry dergisinin bahar 2003 tarihli 23/2 sayısında yayınlanan makalesinden kısaltılarak çevrildi. (bianet)
www.dunyalilar.org