21 Kasım 2015 Cumartesi

Orta Oyununa Dönüştürülen “Yemin Töreni”



Orta Oyununa Dönüştürülen “Yemin Töreni”
1 Kasımda yeniden TBMM’ne seçilen Milletvekilleri 17 Kasım günü yemin ettiler.
TBMM de yapılan bu “yemin töreni”; Emperyalizme karşı tam bağımsızlık savaşını yürüten, tam bağımsızlığı ve devrimleri gerçekleştiren ilk meclisten çok farklı bir Meclisle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.
Seçim oyunlarıyla, Seçim yasaları, barajlar, dağıtılan paketler, din ticareti, para ve medya gücüyle” TBMM ne giren milletvekillerinin hiç birinin Tam bağımsızlık, ulusal egemenlik yanlısı olmadıkları, tam tersine IMF’nin, Dünya Bankası, Avrupa Birliği, NATO bağımlılığına tutulmuş oldukları bir kez daha kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkmıştır.
Sn. Metin Aydoğan’ın söylediği gibi, bu siyasal sistem içinde yapılan seçimlerin “seçilecekleri değil seçilemeyecekleri/seçilmeyecekleri belirleyen bir kurmaca olduğu”, orta oyununa dönüştürülen yemin töreninde bir kez daha anlaşılmıştır.
CHP İstanbul Milletvekili ve rezidans kraliçesi Gamze Akkuş İlgezdi, milletvekili yeminini ettikten sonra sağ elini göğsüne koyup, sol elini yumruk yaparak havaya kaldırdı. Bn. İlgezdi bununla da yetinmedi Milletvekilliğinin ilk icraatı olarak PKK’lı bir teröristin cenazesinde gözyaşlarını tutamadı..
AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk ise yeminini , haçlı ordularının taşeronu, faşist, mafya yandaşı Müslüman Kardeşler adlı dinci terör örgütünün uyduruk selamı olan   'Rabia' işareti ile bitirdi.
AK Parti İzmir Milletvekili Necip Kalkan da yemin sırasında Türk Bayrağını boynuna “mama önlüğü”  gibi asarak yemin etti.
CHP Milletvekili Onursal Adıgüzel yakasına, Ankara'daki patlamada yaşamını yitirenlerin fotoğraflarını takarak yemin etti.
Sicilli PKK‘lı Leyla Zana ise Yemine başlamadan önce "Onurlu ve kalıcı bir barış umuduyla" anlamına gelen Kürtçe bir cümle kurdu ve yemin biterken Büyük Türk milleti yerine "Büyük Türkiye milleti" ifadesini kullandı.
AKP Bursa Milletvekili Bennur Karaburun dinciliğini kürsüye taşıdı ve yeminine “besmele” ile başladı.
TBMM bu siyasal yapısı ile bağımsızlık savaşını yöneten, Cumhuriyeti kurup yücelten meclise değil, daha çok Sevr antlaşmasını onaylayan “Saltanat Şûrası’nın 2000’li yıllarda yeniden hortlamasını çağrıştırmaktadır.
 2003 de “Yeni Sevr” Anlaşması olan “Birleşmiş Milletler İkiz İhanet yasalarını” onaylayanların, bu dönemdeki işlevi “Sevr Anayasasını” onaylamaktır 
Bu Cumhuriyet’i kan ve can bedeli ödeyerek kuranlar “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!”  derken orta oyunu oynamıyorlardı.. Onlar Ulusal Kurtuluş Savaşı verip kazanmış, kendi, bağımsızlığına, egemenliğine, yazgısına sahip bir milletten söz ediyorlardı. “Kendi kaderine hâkim (egemen) halk, cehaletten kurtulmuş, aydınlanma düzeyine çıkmış halk demektir. Dinin ve tarikatların sultasından, her türlü vesayetten kurtulmuş ve her türlü vesayetin zincirlerinden kurtulma bilincine erişmiş halk demektir. Ekmek ve su hakkını yani emeğini bilinçli olarak savunan halk demektir. Bunu ancak laik Cumhuriyet’in erdemlerine inanmış bir halk yapabilir.
Yukarıdaki örnekler bir kez daha göstermiştir ki “Egemenlik Milletin” değil, “Cehaletin, aymazlığın, Küresel Çeteye sadakatin” eline geçmiştir.
Laik demokratik Cumhuriyetin erdemlerine, tam bağımsızlığa, ulusal egemenliğe inanan ezici çoğunluğun artık biri diğerine benzeyen,  milli egemenliği değil, Washington- Bürüksel mandacılığını temsil eden bu yapıdan kurtulması yaşamsal bir sorumluluk olmuştur.
Orta oyununa dönüştürdükleri “Yemin Töreni”  bu acı gerçeği bir kez daha göstermiş oldu.. 21.11.2015 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK



19 Kasım 2015 Perşembe

GÜNCELLİĞİNİ YAKICI BİR BİÇİMDE KORUYAN "ADD YÜKSEK DİSİPLİN KURULU"NA YAPTIĞIM SAVUNMA



2006 YILI HAZİRAN AYINDA YAPILAN ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ OLAĞAN GENEL KURULUNDA YÖNETİMİ ELE GEÇİRENLER, AYNI ZAMANDA; AB-ABD’nin “istihbarat ve yönlendirme” çalışmalarında kullanacakları  bazı kişilere, bazı örgütlenmelere ve bazı kitle iletişim araçlarına aktardıkları milyarlarca avroluk hibelerden yaralanan/yararlanmanın Kemalizm’e aykırı bir yanı olmadığını savunanlardan oluşuyordu.
Bu düzenbazlığa karşı Kemalist düşünceyi savunduğumuz için ADD GYK TARAFINDAN TEMMUZ 2006 DA “KESİN İHRAÇ İSTEMİ” İLE ADD YÜKSEK DİSİPLİN KURULUNA VERİLDİM..
BURADA YAPTIĞIM “SAVUNMA” GÜNCELLİĞİNİ YAKICI BİR BİÇİMDE KORUMAKTADIR…
BU NEDENLE YAYINLAMA GEREĞİ DUYDUM(Mahmut ÖZYÜREK)
SAVUNMA
Mahmut ÖZYÜREK
ADD Isparta Şube Başkanı
“Şurada acıklı bir hakikat olmak üzere arz edeyim ki, memleketimizde külliyetli ecnebi parası ve birçok propagandalar dolaşıyor. Bundaki gaye pek aşikârdır ki, millî hareketi neticesiz bırakmak, millî emelleri felce uğratmak, Yunan, Ermeni emellerini ve vatanın bazı mühim parçalarını işgal gayelerini kolaylaştırmaktır”.
ADD Y.DİSİPLİN KURULU’NA SÖZLÜ SAVUNMA
1.10.2006
 İlgi: Atatürkçü Düşünce Derneği Genel  Sekreterliği 15.08.2006 tarih ve 2006/795 sayılı “ Disiplin Soruşturmasına ilişkin savunma istemi” konulu yazıları.

Son 15 yıldır Dünyada  var olan Antiemperyalist  ülke  yönetimleri  komplo ve darbelerle peş peşe tasfiye edildi. Tasfiye edilemeyen ülkelerde ise  dinsel, etnik mezhepsel ayrışmalar desteklendi. Böylece emperyalizm dünya ölçeğinde geçici bir zafer sağladı. Emperyalistler, dünyanın hemen her yerinde  emperyalizmin egemenliğine ve çıkarlarına direnen herkese istediği gibi davranma hakkını kendinde görür oldu.             
Emperyalizm bir yandan geçici de olsa zaferini ilan ederken, diğer yandan da komplolar, provokasyonlar, ajan-muhbir ağı, okyanus ötesi askeri, sivil operasyonlar ile "Yeni Dünya Düzeni" (YDD) adını verdiği kayıtsız-şartsız egemenliğine karşı koyan ulus- devletlere yönelik saldırılarını azgınca sürdürdüler ve sürdürmekteler.  
Emperyalistlerin  kendilerine  dünya egemenliği  için "zafer"  yollarını açmak ve kalıcılaştırmak için sarıldığı yöntemlerin başında ve önceliğinde  “ideolojik saldırılarını, her tülü araç ve gereci (Para, basın, Televizyon, sanat, edebiyat, vb.) kullanarak  sürdürmek ve hedef ülke halkının  bilincini bulandırmak söz konusudur”. Emperyalistler, ulusların bağımsızlık umudunu tümden çökertmek, yok etmek için; halkın  ulusal bilincinin değiştirilip dönüştürülmesi amacıyla  ulusal değerlere saldırı ve alabildiğine karalama, dejenere etme, içini boşaltma yöntemlerini kullanmaktadırlar.

Türkiye’de  bu  saldırının ana hedefi “ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ” yani diğer adı ile “KEMALİZM”DİR.  Çünkü Mustafa Kemal; “Hepinizce bilinmektedir ki, milletimiz asırlardan beri iki kuvvetin, iki müstebit kuvvetin, iki yok edici kuvvetin baskısı altında üzüntü ve elem duymakta idi. O kuvvetlerden birisi: Doğrudan doğruya memleket ve milleti idare etmek iddiasında bulunan müstebitler, ikincisi: Bütün bir emperyalist ve kapitalist âlemidir.” diyerek, ULUSUMUZUN VE DİĞER ULUSLARIN ÇEKTİĞİ ACI, ZULUM SÖMÜRÜNÜN KAYNAĞININ  EMPERYALİZM OLDUĞUNU  AÇIKÇA GÖREN VE GÖSTEREN LİDERDİR.
Çünkü; Türkiye Cumhuriyeti Kurtuluş Savaş’ında ve sonrasında anti-emperyalist bir mücadele vermiştir ve yüzyılın emperyallerine karşı dünya tarihinin ilk ve tek zaferini kazanmak gerçekleri üzerine kurulmuş bir ülkedir. Ülkemizin kurtuluş ve  kuruluş ideolojisi Kemalist(Atatürkçü)  ideolojidir.
ABD Başkanı Wilson, 1902 yılında şunları söylüyordu:
 “Amerikan kapitalizminin temel hedefi, bütün zayıf ülkelerin hammaddeleri ve ulusal pazarlarını kendisi için açık birer kapı olarak tutmaktır. Bunun için diplomasi ve gerekirse zor kullanılmalıdır.”
1956’da ABD Senato Dış İlişkiler Komitesi raporunda ise şöyle denilmektedir:
 “Amerikan yardımı, bir hükümet girişimi olarak başkalarının çıkarı için yapılan bir şey değildir.  ABD ne sadaka veren bir kuruluş ve ne de ekonomik yardım Amerikan halkının cömert ruhunun dışarıya yansımasıdır... Teknik yardım, ABD’nin dış politikasını yürütmek ve ulusal çıkarlarını  dışarıda geliştirmek için eldeki araçlardan bir tanesidir.” (Karşı Devrim, Çetin Yetkin, syf. 360)
Bugün Amerika’nın ve Avrupa Birliği’nin,  yani emperyalistlerin bu amaçlarında en ufak bir değişiklik olmadığını yaşadığımız olaylar  açıkça gösteriyor. Bu kirli, kanlı  amaca ulaşmalarının önünde  en büyük engellerden biri ve en önemlisi ise “ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ” yani Mustafa Kemal’dir.
Gerek emperyalistler, gerekse onların içimizdeki yamakları “karşı devrimci” güçler  ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ’ni  antiemperyalist, devrimci, halkçı  niteliğinden uzaklaştırma, böylece Türk ulusunun  Emperyalizmle mücadele, tam bağımsız yaşama azim ve kararlılığını yok etme çabalarını 70 yıldır sürdürüyorlar. Çünkü onlar biliyorlar ki  Türk devriminin özü “antiemperyalizm”dir. Türk devrimi mazlum uluslara da yol göstermekte, ışık olmaktadır. Çünkü Türkiye Batı ile, emperyalizmle savaşarak bağımsızlaşmış, istiklalini ve cumhuriyetini kurmuştur. 
Mustafa Kemal  bu gerçeği; “Türkiye’nin bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye’ye ait olmadığını, bütün arkadaşlarımız ifade etmiş iseler de,bunu bir defa daha doğrulamak lüzumunu hissediyorum. Türkiye’nin bugünkü mücadelesi, yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye, büyük ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün doğunun davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.”(1)  şeklinde dile getirmiştir.                                           
Yine  Gazi Mustafa Kemal “Toplumsal doktrin açısından... Biz yaşamını, bağımsızlığını kurtarmak için çalışan emekçileriz, yoksul bir halkız. Efendiler  halkçılık toplumsal düzenini emeğine, haklarına dayandırmak isteyen bir toplumsal doktrindir. Biz bu hakkımızı korumak, bağımsızlığımızı güven altında bulundurabilmek için, meclisçe, milletçe bizi yok etmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletçe savaşı uygun gören bir doktrini izleyen insanlarız.(1) diyerek dile getiren ilk ve tek  liderdir.
Bu gerçeği çok iyi kavrayan Emperyalistler, bilimin ve teknolojinin tüm olanaklarını, basını, iletişim araçlarını en ahlaksız biçimde kullanarak antiemperyalist, devrimci halkçı bir ideoloji ile şekillenen Türkiye’nin, Türk ulusunun  kuruluş ideolojisinden ve felsefesinden  uzaklaşması, özgüvenini yitirmiş, siyasi kurumlarını tüketmiş, demokrasisini oturtamamış, sosyal ve kültürel bunalımı yükseltmiş, kimlik buhranını çoğaltmış, ortak ülkülerini ve toplumsal felsefe ve hedeflerini kaybetmiş, yurttaşlık aidiyetinden etnik, dinsel aidiyetlere kaçışın başladığı bir körelme, çürüme ve çözülmeye sürüklenmesini(2),  Kemalizm’in, “yalnızca  bir laiklik hareketi”  olarak   algılanmasını  sağlamayı öncelikli hedefleri olarak belirlemişlerdir.
Emperyalist merkezlerden yayılan bu karşı-devrimci propaganda kimi Atatürkçü kişi ve örgütlerde  ideolojik sapmalara,  bilinç bulanıklığına  ve  amaç yitimine, yol açmıştır. Bu  bağlamda, Atatürkçülük adına yola çıkan  kimi örgüt ve kişiler  “KARŞI DEVRİM”i yalnızca “laiklik karşıtı hareketler” olarak algılarken, Atatürkçülüğü yalnızca “laiklikle” sınırlandırdıklarının, böylece savunmaya çalıştıkları  “düşün sistemini” kendi elleri ile  mezara gömdüklerinin ayırdına  bile varamaz olmuşlardır. Onlara göre Türkiye Cumhuriyetini çökertme eyleminin başında, yani tehdit merkezinin odağında emperyalizm değil, şeriatçılar, din hortumcuları durmaktadır. (Böylece emperyalizm, saldırdığı ulusun kimi kişi ve örgütlerince aklanmaktadır.)
"Barış", "İnsan Hakları", "Demokrasi" ,”bireysel hak ve özgürlükler”, “laiklik”  vb. söylemleri dillerinden düşürmeyen emperyalist haydutların  temel amacı,  bu kavramların yaşama geçmesini sağlamak değil,  bu kavramları savunan tüm kesimleri (elbette Kemalistleri de) bu anlayış çerçevesi içerisinde kendi  yanlarına çekmek ya da en azından emperyalistlerle–mazlumlar arasındaki tarihsel savaşımda tarafsızlaştırmaktır. Bu savaşımda, tarafsız kalmak bile her şeyden önce emperyalistlerin yaratmak istediği, onların çıkarına hizmet eden bir anlayıştır.
 Böylesine bir ikiyüzlülük ve illüzyonla hareket eden emperyalist saldırganlar, hemen her ülkede  kendilerine  yandaş, yamak “ÖRGÜTLER”  bulmakta da fazla zorlanmadılar. Kimi örgütlere  uydurma projeler karşılığı  “FON” adı altında  “avrolar”  veriliyor, “AVROLARI” alan  sözde STÖ’ler ise emperyalistlerin  özlem ve istemlerini kayıtsız koşulsuz yerine  getiriyorlar. Bu örgütler Avrupa Birliği entegrasyonu adı altında ülkenin bağımlılaştırılma ve çökertilme serüvenine ortak-öncü oluyorlar.
Bu olgu henüz ele geçmemiş, yani pembe-turuncu, renklerde devrim yapılamamış ülkelerde emperyalistlerin lehine bir kamuoyu oluşmasına ve onların  ulus devletlerdeki "zafer"lerinin yolunun açılmasına ve işgalin  kalıcılaştırılmasına  zemin hazırlıyor.          
Avrupa Birliği’nin emperyalist bir örgütlenme  olduğunu kavrayamayan, onu basit ve yeni bir uluslararası örgütlenme sanan bu kişi ve örgütler işi öylesine ileri götürmüşlerdir ki,  AB emperyalizminin  “ilericiliğini”! her geçen gün yeniden ve  derinlemesine keşfederek, Avrupa Birliği’ni  ilerici ve bu nedenle  Türkiye’nin de mutlaka içinde yer alması gereken bir proje olarak değerlendirerek, AB’nin çeşitli kanallardan bazı kişilere, bazı örgütlenmelere ve bazı kitle iletişim araçlarına  “istihbarat ve yönlendirme çabası için” aktardıkları kaynakları (fonları)  gönül rahatlığı ile alıp kullanabilmişlerdir. 
Biz sözün burasında yine o ölümsüz ışığı, Yüce Atatürk’ü dinleyelim. “Şurada acıklı bir hakikat olmak üzere arz edeyim ki, memleketimizde külliyetli ecnebi parası ve birçok propagandalar dolaşıyor. Bundaki gaye pek aşikârdır ki, millî hareketi neticesiz bırakmak, millî emelleri felce uğratmak, Yunan, Ermeni emellerini ve vatanın bazı mühim parçalarını işgal gayelerini kolaylaştırmaktır”.
Demek ki  yabancı parasının amacı; “millî hareketi neticesiz bırakmak, millî emelleri felce uğratmakmış”. Yüce Atatürk’ün  “millî hareketi neticesiz bırakmak, millî emelleri felce uğratmak” diyerek şiddetle  karşı çıktığı yabancı  paraları (günümüzdeki fonları)  alanlar “AB fonu almanın ne gibi bir sakıncası var? Gençliğe yönelik eğitim projeleri ve programlar üretmenin yasak olduğunu düşünmüyorum”, “ÇEV bu fonu gençlere eğitim vermek için kullanıyor(3) diyerek kendilerini savunmaları ise  anlamlı ve düşündürücüdür. 
Çünkü  AB’nin kendi kaynaklara göre; AB’de yaklaşık 20 milyon işsiz, 3 milyon evsiz, 37 milyon yardıma muhtaç bedensel ve zihinsel fakir engelli, 15 milyon Avrupalı, ya çok kötü koşullara sahip ya da çok kalabalık konutlarda yaşıyor.  2.4 milyon Avrupalı, insanların yaşamasına elverişli olmayan sığınaklarda yaşıyor.  1.6 milyon Avrupalı, mahkeme kararıyla yaşadıkları konutlardan atılmak üzere bekliyor. Her yıl 400 bin Avrupalı, yaşadıkları konutlardan resmen çıkarılıp sokağa atılıyor. 2.7 milyon Avrupalı, ya yakın akrabalarının ve tanıdıklarının evlerinde geçici olarak kalıyor ya da evsizlere barınma imkânı sağlayan sığınma evlerinde kısa süreli olarak yaşıyor. 65 milyondan fazla Avrupalı fakirlik sınırında yaşamaktadır. (Kaynak http:// www. flatrock. org. nz/ topics/ money_politics_law/ globalisation_ has_killed_old_politics.htm, 27.04.06-Aktaran Prof.Dr.Ahmet SALTIK –Konferans notları)
Kendi yurttaşından  esirgediği  milyarlar tutarındaki “avro”yu,  AB hangi gerekçelerle Türkiye’de kimi örgütlere “HİBE” etmektedir?
Gerçekte bu örgütler aldıkları bu “hibe”nin karşılığını kat be kat ödüyorlar, hem de çok ağırlaştırılmış olarak.  Nasıl mı?  “Günümüzde Avrupa Birliği’nin, bazı Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin Türkiye’de istihbarat toplama ve toplumu yönlendirme açılarından giderek yoğunlaşan çalışmaları söz konusudur. Toplumda yaşanan demokratikleşme ve daha kolay bilgi edinme süreçlerine bağlı olarak, bu çalışmalarda “sivil toplum örgütü” adı verilen örgütlenmelerin ve kitle iletişim araçlarının önemi artmıştır. Emperyalist güçler, çeşitli kanallardan bazı kişilere, bazı örgütlenmelere ve bazı kitle iletişim araçlarına aktardıkları kaynaklar aracılığıyla, istihbarat toplamakta ve toplumu yönlendirmeye çalışmaktadır. (Para dağıtım kanalları ve/veya olanak sağlama biçimleri çeşitlidir. Devletler doğrudan para dağıtmaktadır.)
Avrupa Birliği emperyalizmi, Avrupa Komisyonu fonlarını kullanmaktadır. Avrupa Birliği’nin yeni bir emperyalist devlet olduğunu kavrayamayan, onu basit ve yeni bir uluslararası örgütlenme zanneden bazı iyi niyetli kişiler de, bu oyuna düşmektedir. …Avrupa Komisyonu’ndan para alanların listesine Internet üzerinden ulaşmak olanaklıdır. Bu listeler tarandığında, AB emperyalistlerinin ne denli kapsamlı bir istihbarat ve yönlendirme çalışması içinde olduğu görülecektir”(2) Demek ki “hibe” paralar “istihbarat ve yönlendirme” amaçlıymış. Yani gençlerimiz AB-ABD’nin “istihbarat ve yönlendirme” çalışmalarında kullanılıyor. Yukarıda bu fonu kullanan örgüt yöneticisi ne diyordu:ÇEV bu fonu gençlere eğitim vermek için kullanıyor”. Peki Gazi Mustafa Kemal Atatürk  bu duruma ne diyor:
1-“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri eğitimin sınırları ne olursa olsun, ilkönce ve her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir.
            Dünyada, milletlerarası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan kişilere ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumlara, hayat ve bağımsızlık yoktur. Çocuklarımızı aynı eğitim derecesinden geçirerek yetiştireceğiz. Kesinlikle bilmeliyiz ki iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır.”
2-“Biliyorum ki Batı ile uyuşma, Türkiye’nin kaçınılmaz olarak köleleştirilmesi anlamına gelecektir”
3-“Bir şeyin zararıyla, bir şeyin yok olmasıyla yükselen şeyler, elbette, o şeylerden zarar görmüş olanı alçaltır. Gerçekten de Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve uygarlaşmasına karşılık, Türkiye gerilemiş, düştükçe düşmüştür.
Türkiye’yi yok etmeye girişenler, Türkiye’nin fiilen ortadan kaldırılmasında çıkar ve hayat görenler, zararlı olmaktan çıkmışlar, aralarında çıkarları paylaşarak, birleşmiş, ittifak etmişlerdir. Ve bunun sonucu olarak, birçok zekalar, duygular, fikirler, Türkiye’nin yok edilmesi noktasında yoğunlaştırılmıştır. Ve bu yoğunlaşma, yüzyıllar geçtikçe oluşan kuşaklarda, adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüşmüştür. Ve bu geleneğin, Türkiye’nin hayatına ve varlığına aralıksız uygulanması Sonucunda, nihayet Türkiye’yi ıslah etmek, Türkiye’yi uygarlaştırmak gibi birtakım bahanelerle, Türkiye’nin iç hayatına, İç yönetimine işlemiş ve sızmışlardır. Böyle elverişli bir zemin hazırlamak güç ve kuvvetini elde etmişlerdir.
...Oysa bu güç ve kuvvet, Türkiye’de ve Türkiye halkında olan gelişme cevherine, zehirli ve yakıcı bir sıvı katmıştır. Bunun etkisi altında kalarak, milletin, en çok da yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmuştur. Artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, İnsan olmak İçin, mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir; tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. işte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle. sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür.”(2)
***
İşte aylardır bizi uğraştıran ve her şeyi göze alarak karşı çıktığımız tablo ve anlayış  bu.
Türkiye’de AB ye karşıymış gibi  görünen örgütlerin büyük çoğunluğunun çıkış noktası "Avrupa Türkiye’yi almayacak" ekseninde şekillenir. Oysa Kemalistler bu teze katılmakla  birlikte "Türkiye Avrupa Birliği’ne girmemelidir!"  tezini temel çıkış noktası olarak alırlar.
            Geldiğimiz bu günde, Türkiye’de AB ve ABD yanlılığını tüm eleştirilere karşın sürdüren kesim, Şeriatçılar ve 2. Cumhuriyetçiler’dir.  Bu kesimler  partileri, dernekleri, gazeteleri ile topyekün AB ve ABD’nin yanındadırlar. Türkiye’de Atatürkçü, laik ve sol güçler Amerikan, İsrail, AB, Batı Kampı karşısında mevzilenirken, Amerikancı, İsrailci, AB’ci, Batıcı Kampı Şeriatçılar temsil etmektedir. Çünkü emperyalizmin doğal müttefiki Şeriatçılar ve 2.Cumhuriyetçiler’dir, doğal düşmanı ise  Atatürkçü, laik ve sol güçlerdir. Türkiye’de 50 yıldır tepesi üstünde duran siyasal sistem ilk kez ayakları üzerine böylelikle  oturmuştur.(4) ADD’nin içinde Şeriatçılar ve 2.Cumhuriyetçiler ile aynı kampta görünmek isteyen tek bir üye bile çıkmaz, çıkmamalıdır.
Temel amacı ulus devletleri ortadan kaldırmak ve ulusların egemenliklerini ellerinden almak olan “AVRUPA BİRLİĞİ”nin yanlısı olmak, bu “emperyalist ittifak”ın ülkemizde oluşturduğu “TRUVA ATI”, NGO örgütlerine üye olmak, onları yönetmek, etkin olarak o örgütlerin etkinliklerinde görevler almak, ya da hiç gereği yokken AB’ye övgüler düzmek, yurttaşların kafalarını karıştıracak söylemlerde bulunmak demeçler vermek, yazılı ve görsel basında, dolaylı da olsa AB yi  şirin gösterecek konuşmalar ve açıklamalar yapmak “KEMALİZM”le bağdaşmadığı gibi, ona “İHANET SUÇU” oluşturur.
Bu yalnızca benim veya benim gibi düşünen birkaç kişinin yargısı değil, altına imza koyduğumuz ADD Tüzüğüne göre de böyledir. Dernek Tüzüğünün ilgili (Kuruluş Nedeni ve Amaç ve Amacın Gerçekleştirilmesine ilişkin) bölümlerinde; “emperyalizmden kurtulma” “eşitlik” “Tam Bağımsızlık”,  “Ulusal egemenlik” kavramlarına vurgu yapılarak, derneğimizin temel amacının bunları korumak ve geliştirmek olduğu açıklıkla belirtilmektedir.
Diğer taraftan,  AB  bağımlılığına yakalanmış olanların, ülke ve ulus adına en tehlikeli olanları  ise “UTANGAÇ AB’Cİ”lerdir. Bunlar zaten AB tarafından; körleştirilmiş, sağır ve dilsiz bir kimliğe sokulmuş halkın bu şaşkın “uyku hali”nin sürmesinde görevlidirler. Bu görevlerini değişik kılıklarda yerine getirirler. Kimileri, saygın örgütlerde, kimileri  ulusalcı (milliyetçi) yapılanmaların önündedir.
SAVUNMAMIN İSTENDİĞİ İLGİ YAZI
a-Maddi yanlışlarla doludur. MYK’nın  yetki aşımı yaparak hakkımızda düzenlediği ve YDK’ya verdiği, dosyalar “eksiklikler görülüp, MYK’ya iade edilmemiştir. Tam tersine, bizden “savunma  yapmamız” istenmiş, savunmamızda  konu  açıklıkla dile getirilmiş ve Y.Disiplin Kurulu Başkanı Cemil Denk hakkında bu nedenle   15.08.2006 tarih ve 61 sayılı yazımızla suç duyurusunda bulunulmuştur.   
b- Söyleyip yazmadığım cümleler, ya da başka amaçla söylenip yazılmış sözler çarpıtılmış  “suça kanıt” oluşturacak şekle getirilmiştir. Örneğin Ben “ÇEV’in AB fonlarından beslendiğini, belgeleri ile” yazdım. Bu tümce Genel Başkan hakkında “AB fonlarından beslendi” şekline getirilmiştir.  Buna hakkınız da, yetkiniz de yok.
c- Disiplin yönetmeliğinde sayılan tüm suçlar, tarafımdan işlenmiş gibi  alt alta sıralanmış, “biri tutmazsa, diğeri” mantığı ile hareket edilmiştir,
d- “Olumsuz ve gerçek dışı” haberler deniliyor. İlgili belgelerde, bana ait tek bir tümce yoktur. Tüm belgelerin kaynakları verilmiştir.  Şayet sözü edilen kişiler bu  belgelere “gerçek dışı” diyorlarsa, O belgelerin yayınlandığı (yayınlanmakta olduğu) kaynaklar hakkında, bugüne kadar gereğini niçin yapmamışlar?  anlamış değiliz.
Buna karşın, hakkımdaki suçlamaların; haksız, yersiz, amaçlı ve kasıtlı  olduğunu, suçlamaların tümünü reddettiğimin bilinmesini  istemekle birlikte, tüm belgeleri  kaynakları ile sıralayalım. 
1/a- ADD Genel Başkanı olarak seçilen (E).Org.M.Şener Eruygur ve Genel Başkan Yardımcısı seçilen Prof.Dr.Nur Serter, bu görevlere gelmeden önce, Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV)’nın Yönetim Kurulu’nda bulunmaktaydılar ve halen bu görevlerini sürdürmektedirler. .
b-M.Şener Eruygur, (ÇEV)’in 2. Başkanı, Prof.Dr.Nur Serter de (ÇEV)’in Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yapmaktaydılar  ve yapıyorlar .
c-Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV), 2004-2005 yıllarında Avrupa Birliği (AB)’den şu üç proje için toplam yaklaşık 700,000 (yedi yüz bin) Avro ‘Hibe’ almıştır:  
A-‘Bir Kucak Sevgi’ (An Emrace of Love)                                               

B-‘Yaşama Geri Bakış’ (Looking Back to Life)                                        

C-‘Beyoğlu Mozaik ve Çini Çarşısı’
Kaynak “Çağdaş Eğitim Vakfı(ÇEV), resmi  WEB sitesidir. ADRES: www.cev.org.tr
Sayın Yılmaz DİKBAŞ tarafından derlenen ve hiçbir yorum yapılmaksızın kamuoyuna sunulan raporda Avrupa Birliği’nin Türkiye’de desteklediği projeler ve projeleri yürüten kuruluşlar gösterilmiştir.(4) Söz konusu raporda da görülecektir ki, Sn. Genel Başkan Ş. Eruygur  ve Sn. Nur Serter’in söz konusu fonların alındığı dönem yöneticisi oldukları ve halen de görevlerini yürüttükleri Çağdaş Eğitim Vakfı, üç proje için yaklaşık 700.000 Avro yardım almıştır. Kaldı ki, ilgili vakıf bu durumu kendi yayın organlarında ve Internet sitesinde de kamuoyuna sunmakta sakınca ve çekince görmemiştir. Bu gerçeklik sonrası, yukarıda ifade edilen durumu ortaya koyan yazılarımın eleştiri sınırlarını aştığını ve Sn. Genel Başkan Ş. Eruygur  ve Sn. Nur Serter’in kişilik haklarını ihlal ettiğini söylemek olanaklı değildir. Bununla beraber, Avrupa Birliği’nden hiç de küçümsenmeyecek bir miktar fon alan bir vakıfa ve yöneticilerine “Avrupa Birliği yanlısı” demenin de kişilik haklarını zedeleyici bir yanı yoktur. Bu ancak bir durum tespitidir.
 “Anadolu’daki Truva Atları” olarak ifade edilenler, bazı dernek ve vakıflardır. Hiçbir şekilde Sn. Genel Başkan Ş. ERUYGUR  ve Sn. Nur SERTER değildir. Bu ifadede Truva atı tanımlanmasıyla, fon karşılığı proje yürütüp bağımsızlıklarını yitiren ve kamuflaj görevi gören kurumlar kastedilmektedir. Sn. Genel Başkan Ş. Eruygur  ve Sn. Nur Serter, bu vakıflarla kendilerini özleştiriyorlarsa takdir kendilerinindir. Benim böyle bir kastım yoktur.
2-Şener Eruygur’un , “ Adnan Hoca'nın himayesindeki vakfın  Konferansına katılacağı bilgisi 26.06.2006 Tercüman/İstanbul gazetesi, 26-05-2006  Akşam  Gazetesi  ve http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=5&ArsivAnaID=33191&SayfaNo=1 WEB adresindedir. Biz yalnızca: “1999 yılında şok bir skandalla gündeme gelen, Başında ADNAN OKTAR’IN bulunduğu  Bilim Araştırma Vakfı  günlerce hatta aylarca yazılı ve görsel medyaya konu oldu. Jandarma ve polis tarafından onlarca operasyon düzenlendi. O tarihlerde  Jandarmanın en üst kademelerinde görev yapan biri,   ‘Bu vakfın arkasında Adnan Hoca'nın olduğunu bilmiyordum’ diyorsa, diyebiliyorsa, bize söz düşmez. Değerlendirmeyi tüm Kemalistler’in  bilinç ve vicdanlarına bırakalım.” görüşümüzü “not” ettik.   Bu notumuzda saygısızlık veya suç varsa kabul ederiz.
3-Prof.Dr.Mustafa Yurtkuran'ın  üniversitenin açılış töreninde yaptığı konuşma, Uludağ Üniversitesi’nin resmi  WEB Sitesi: http://homepage.uludag.edu.tr/~serdar/uludag30/acilis.html adresinde halen yayınlanmaktadır. Bu konuşmada sayın  Yurtkuran; “...ülke üzerinde oynanan oyunların  amacı Avrupa Birliği ile sürdürmekte olduğumuz çalışmaları önlemeye dönüktür” demektedir.
4-Ali Rıza SELMANPAKOĞLU: ile ilgili  belge: http:// www. hacibektas.com/46.0.html?&tx_ttnews%5Btt_news%5D=23&tx_ttnews%5BbackPid%5D=45&cHash=92c965ad33 adresinde halen yayınlanmaktadır.
Ali Rıza SELMANPAKOĞLU: “AB’ ye eşit koşullarda, onur ve şahsiyetimizin ayaklar altına alınmadığı zeminde girmemizin kuşkusuz çok yararı vardır.” demiş bulunmaktadır.
5-Ferit Bernay, “AB'den vazgeçmek mümkün değil” cümle kurgusu, 03.10.2005  tarihli Vatan gazetesinindir. (www.vatanim.com.tr/root.vatan? exec=haberdetay& tarih= 04.10.2005& Newsid= 61691 & Categoryid=1-78k)
6- American Bord ve SEV koordinasyonu içinde  olan ÇEV- Çağdaş Eğitim Vakfı Başkan Yardımcısı,  Şener ERUYGUR- ADD Genel Başkanı, ÇEV Yönetim Kurulu üyesi ve “Marmara Gurubu Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, 'akademik konsey” üyesi  NUR SERTER, ADD Genel Başkan Yardımcısı   oldu.
SEV, çoğunluğunu Amerikan Bord Okulları mezunlarından oluşan Mütevelli Heyeti ile bu heyetin seçtiği Yönetim Kurulu tarafından idare edilmekte ve üyeler gönüllü olarak hizmet vermektedir.
SEV Mütevelli Heyeti  Başkanı:Yaşar Yaşer  Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) Başkanı: Gülseren Yaşer (Yaşar Yaşer’in eşi) Çağdaş Eğitim Vakfı  başkanı Gülseren Yaşer ile İstanbul Üniversitesi
 rektör yardımcısı Prof. Nur Serter... 'Marmara Grubu Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı'' akademik konsey' üyesidirler. 
'Marmara Gurubu Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı' TURUVA ATI olan “ARI Hareketi “ ile işbirliği içinde ve onun “ÖNCÜ KURULUŞ”ları listesinde mi?
“Marmara Grubu Stratejik Ve Sosyal Araştırmalar Vakfı Temel Hedeflerimiz” başlığı altında   yazılanlardan yalnızca ikisi  bize bu vakfın kimliği konusunda  bilgi veriyor.
*Küresel değişimin etkilerini analiz ederek, değişim sürecinde ‘uyum stratejileri’ geliştirmek,
*Yerel ve ulusal değerlerimizin yanında Avrupa Birliği değerlerinin paylaşılmasını teşvik etmek,
[Şu sorular bize ait: “‘Avrupa birliği değerleri’nin paylaşılmasına çalışan bir örgütün ‘akademik konsey’ üyesi olanların  ADD değerlerine sahip çıkması beklenebilir mi?”
Avrupa Birliği değerlerini savunanlar  “Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğinin önünde en önemli engel olarak Kemalizm'i görmektedirler.  MARMARA GURUBU STRATEJİK VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR VAKFI ‘akademik konsey’ üyesi  Nur SERTER de  aynı düşüncede değilse, niçin   ‘Akademik Konsey’in” üyesi? Aynı düşüncede ise o zaman vay!!! ADD’nin haline diyebiliyorum. Daha ne diyeyim.]
SEV, ÇEV, AMERİCAN BORD- MARMARA GRUBU STRATEJİK VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR VAKFI   örgütlerinin AB Fonlarından yardım aldıkları, Avrupa Birliği değerlerinin paylaşılmasını teşvik ettikleri, iş dünyasının Avrupa Birliği sürecinde hedeflerine ulaşması için yeni liderlerin yetişmesini sağlamak amacı ile Konferanslar düzenledikleri “KENDİ WEB SİTELERİNDE” yayınlanmaktadır.
7-ADD Isparta Şubesi’nin GENELGE-3 ile ilgili değerlendirmesi, temelde  ADD tüzüğünün, hukukun, hukukun üstünlüğünün savunulmasıdır. Yasaya aykırı, Tüzüğe aykırı, hukuk dışı bir işlemi “UYGULAYIN”  diye emir verenlere karşı, bir görevin onurluca yerine getirilmesidir.
8-“Montreux (Montrö)  Sözleşmesinin  70. Yılı” başlıklı ADD Isparta  Şubesi Basın Açıklaması’na    ADD Genel Başkanının  UYARI  notu aynen şöyledir. (Dikkat edin bu yazıda ön  ya da son tümce  yoktur.)
“Şubelerin Genel Başkanlık oluru almadan bildiri yayımlamaları uygun değil.  Bu önerinizi Genel Merkez'e gönderiniz. Kişisel mesaj çekmeyiniz. Genel Başkan”
Biz, bize, yani şahsımıza değil,  TEMSİL ETTİĞİMİZ, GÖREVE  saygı bekleriz. Kaldı ki; kişi olarak, yönetim olarak , ADD Isparta şubesinin tüm üyeleri, giderek TÜM ADD’liler saygın kişilerdir. 
Şube başkanına değil, ŞUBE BAŞKANLIĞINA  saygıyı esirgeyenlerin  “GENEL BAŞKANLIK” kimliğini bu tartışmanın dışında tutalım. Dışında tutalım, çünkü aynı cümleyi değerlendiren, kimliği ve amacını çok iyi bildiğimiz ZAMAN  Gazetesi muhabiri “AZAR” dan söz etmektedir. 
Tarafınızca da bilinmektedir ki “ADD’de kimse, kimseyi azarlayamaz”. ADD’de kimse, kimsenin  “EMİR KULU’da değildir. Ama Sn. Genel Başkanın ADD Isparta Şubesine yaklaşımı  “AZAR” diyenleri haklı çıkartacak niteliktedir.
Ortaya konan ifadeler, doğruluğu sabit ifadelerden ibaretse, bir hukuka aykırılığın varlığından söz etme olanağı yoktur. Bu durum Yargıtay’ın yıllar içinde birer içtihat niteliği kazanan kararlarında da açıkça görülmektedir. Buna göre, bir eleştiri, eleştiri sınırlarını aşmadığı sürece, ne kadar sert olursa olsun, şahsi hakların halele uğrayacağı kabul edilemez, dolayısıyla da hukuka aykırılık doğmaz. Bunun yanında Sayın Hıfzı Veldet Velidedeoğlu tarafından da belirtildiği üzere,  amacı yasak olmadığı sürece eleştiriler açıktan açığa ve genel de olsa hukuka aykırı sayılmaz. Kaldı ki, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 26.04.1978 tarihli kararında belirtildiği üzere, şahsiyet haklarının halele uğratıldığını iddia eden kişi, böyle bir sert eleştiriden üzüntü duyacak idiyse, öncelikle kendisi bu eleştiriyi davet edebilecek söz ve davranışlardan kaçınmalıdır.
Bütün bu gerçeklikten hareket edildiğinde görülecektir ki, ortaya koyduğum fikirler, eleştiri sınırlarını aşmamış ve iddia edildiği gibi hiç kimsenin kişilik haklarını hedef almamış ve zarar vermemiştir. Kullandığım ifadeler, Anayasa’nın 25. ve 26. maddeleriyle düzenlenen düşünce ve kanaat hürriyeti ve düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kapsamındadır. Atatürkçü Düşünce Derneği’nde  Anayasa’nın 25. ve 26. maddelerinin  geçerli olmadığını söylemek, savunmak olanağı da yoktur.
Belgelerden anlaşılacağı üzere  kimseye “yakıştırmada” bulunmadığımız, “gerçek dışı haber” yaymadığımız, kimseye “sözlü- eylemli” saldırmadığımız, “saygısızlık” yapmadığımız, “karalama ve kötülemede bulunmadığımız açıkça  ortadadır.
Hiçbir şekil ve anlamda ADD yöneticilerini suçlama amacım olmadı ve olamaz. Söz konusu olan, ADD Tüzüğünü, Atatürk ilke ve devrimlerini ödünsüz savunmak,  kimi yanlış anlaşılmalara neden olabilecek olay ve görüşlere  karşı duyarlı davranmak ve ilgilileri uyarmakla sınırlıdır. Bu nedenle  bir üyenin cezalandırılmasının  haksız, adaletsiz ve yanlış olacağı kanımı dile getirmek isterim. 
Takdir ve değerlendirmenize sunulur 01.10.2006
________________________

(1)“Gazi M. Kemal-TBMM.Gizli Oturumları.
(2)Yıldırım Koç (Emperyalist Güçlerin Ülkemizde Dağıttığı Paralar  13 Temmuz 2005).
(3)Yeni Aktüel Dergi Sayı 60 Sh.60.
(4)“TRUVA ATLARI –Yılmaz DİKBAŞ-ADD Isparta Şb. Yyn. No:1.
 NOT:
ADD Genel Başkanı olarak seçilen (E).Org.M.Şener Eruygur ve Genel Başkan Yardımcısı seçilen Prof.Dr.Nur Serter, bu görevlere gelmeden önce, Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV)’nın Yönetim Kurulu’nda bulunmaktaydılar ve halen bu görevlerini sürdürmektedirler. .
M.Şener Eruygur, (ÇEV)’in 2. Başkanı, Prof.Dr.Nur Serter de (ÇEV)’in Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yapmaktaydılar  ve yapıyorlar .
Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV), 2004-2005 yıllarında Avrupa Birliği (AB)’den şu üç proje için toplam yaklaşık 700,000 (yedi yüz bin) Avro ‘Hibe’ almıştır.