28 Kasım 2015 Cumartesi

Lozan’ın son kullanma tarihi ve petrol-maden çıkaramazmışız" yalanı:



Cumhuriyet düşmanlarının palavraları bitmiyor: Şimdi de kulaktan kulağa yaydıkları yeni bir yalan dolaşıyor her yerde: Neymiş! 2023'te Lozan antlaşması sona erecekmiş! Lozan Antlaşması’nda petrolleri ve madenleri çıkarıp işletme hakkımız elimizden alınmışmış! 2023'ten sonra bu hakka kavuşacakmışız! Tamamen kuyruklu yalan.

Birincisi:

Lozan Antlaşması "son kullanma" tarihi olan bir anlaşma değildir. Lozan antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin "tapusudur" ve Türkiye cumhuriyeti var oldukça var olacaktır. ( yakın tarihin en uzun süredir devam eden anlaşmasıdır). 
Kurtuluş savaşı ile Türkiye’yi bölüp parçalamayı amaçlayan Sevr Antlaşması’nı yırtıp tarihin çöp tenekesine atan Atatürk ve arkadaşları onun yerine Türkiye’nin "tam bağımsızlığını" tüm dünyaya tescil ettiren Lozan Antlaşması’nı onaylamışlardır. (Lozan’ın eksiklerinin yüzde doksanını (Lozan’da elde edemediklerimizi) Atatürk ölmeden önce tamamlamıştır.) 
Lozan’ın "son kullanma tarihi" olduğunu iddia edenler ve bu salakça iddialarına taraftar toplamaya çalışanların amacı Türkiye Cumhuriyeti’ni bölüp parçalamaktır. Lozan’dan rahatsız olanların yeniden Sevr hayali gören Türkiye cumhuriyeti düşmanları olduğu unutulmamalıdır.

İkincisi:

Lozan’da "gizli protokol" diye bir şey imzalanmamıştır. Bu "İngiliz istihbaratının Türkiye görevlisi" olan Kadir Mısırlıoğlu adlı Türkiye Cumhuriyeti düşmanı "yobazın" uydurmasıdır.

Üçüncüsü:

Lozan’da "petrollerin ve madenlerin 2023'e kadar çıkarılmaması" diye bir madde de yoktur. Nitekim 1923-1950" arasında Türkiye Cumhuriyeti madenlerini çıkarmış, işlemiş ve satmıştır. Bu amaçla bizzat Atatürk Etibank’ı kurdurmuştur. Maden tetkik arama enstitüsü (MTA)'nın kuruluş amacı da madenleri bulup, çıkarmaktır. Türkiye Atatürk döneminde maden sanayine dayanan ağır demir-çelik sanayini kurmuştur. Örneğin Karabük Demir Çelik kombinası kurulmuştur. Türkiye Atatürk döneminde, bazı madenlerin çıkarılıp işlenmesi konusunda dünya liderliğine yükselmiştir. Bazı madenlerin çıkarılıp işlenmesinde artış yüzde 600 kadardır. (bu konuda ayrıntılar için bkz. Sinan meydan, akl-ı kemal, 3. cilt)

Dördüncüsü:

Türkiye petrol ve maden konusunda 1950-1960 arasında Adnan Menderes’in Demokrat Partisi döneminde ABD’ye büyük tavizler vermiştir. 1950-1960 yılları arasında Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’nin ABD ile imzaladığı sayısız ikili anlaşma ile (bunların bazıları yazılı bile değildir, sözlüdür) Türkiye birçok madenlerinin ve petrollerinin çıkarılıp işletilmesini ABD’ye bırakmıştır. Demokrat Partinin ABD ile imzaladığı 1954 tarihli petrol anlaşması Türkiye’nin petrol aramasını ve bulduğu petrolü işlemesini ABD onayına bırakmıştır. Bu anlaşma ile Petroların özelleştirilmesinin de önü açılmıştır. İnönü, bu anlaşmayı "kapitülasyon anlaşması" diye adlandırmıştır.

Son söz:

Sonuç olarak: 1923 tarihli Lozan antlaşması Türkiye’nin bağımsız olmasını sağlamış, 1950-1960 arasında Adnan Menderes’in demokrat Partisi’nin ABD ile imzaladığı sayısız ikili anlaşma ise Türkiye’nin yeniden bağımlı olmasını sağlamıştır. (bu konuda bütün ayrıntılar akl-ı kemal, 3. cilt adlı kitabımdadır)

Düşündürücü olan nokta:

Türkiye cumhuriyeti düşmanlarının gerçeği adeta tersyüz ederek, yalan yazarak, yalan söyleyerek genç kuşakları kandırmayı başarmış olmalarıdır. Her duyduğuna inanan "fecebook ve twitter budalası" genç kuşakların da bunda katkısı yok değildir hani...
Yazık!... Çok yazık!...
Sinan Meydan

27 Kasım 2015 Cuma

Yeni Anayasa, bir Amerikan projesidir. Sevr’in hayata geçirilişidir /Ender Erdemil




Başbakan Davutoğlu, "Türkiye'nin bu yeni dönemde en önemli önceliği yeni bir anayasadır. Artık Türkiye, demokrasi ruhuna uymayan, darbe anayasası ile yönetilemez. Güçler ayrılığı prensibine, insan onuruna dayalı, özgürlükçü bir anayasa en büyük ihtiyacımızdır. Türkiye'nin değişim şartlarıyla uyumlu yeni bir anayasa hedefini bu dönemde inşallah gerçekleştireceğiz" dedi.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu de Türkiye’nin en önemli ihtiyacının yeni bir Anayasa olduğu konusunda Başbakan Davutoğlu ile hemfikir. O da Demokratik, birinci sınıf bir Anayasadan söz ediyor.
Yeni Anayasanın öncelikli ihtiyaç oluşu nereden geliyor? Önce ona bakalım.
ABD, her ne kadar 500 bin çocuğu öldürerek (ABD Dışişleri eski bakanı Madeleine Albright’ın itirafıdır) Irak savaşında zafer kazandıysa da boyunun ölçüsünü gördü. Uzak ülkelerde askerini savaştırmak hem çok maliyetli, hem de iç politikada sıkıntıya yol açan bir işti. Üstelik askerinin uyguladığı vahşet dünyada Amerikan karşıtlığını da körüklüyordu. Buna çare olarak da işi taşerona vermeyi seçti. Bugün, bölgede savaşan güç olarak PKK/PYD’yi seçen ABD’nin, bölgedeki çıkarlarını korumak, politikalarını yürütmek için de bölgesel güç olabilecek bir devlete ihtiyacı vardı. Bu güç Türkiye olabilirdi. Ama üniter yapısıyla kuruluş ilkelerine bağlı Türkiye Cumhuriyeti asla olamazdı…
Central Asia-Caucasus Institute & Silk Road Studies Program (Orta Asya-Hazar Enstitüsü İpek yolu Çalışmaları programı)  tarafından hazırlanan (Ekim 2008) “Prospects for a ‘Torn’ Turkey: A Secular and Unitary Future?” (Parçalanmış ( Türkiye üzerine öngörüler: Laik ve üniter bir gelecek mi?) başlıklı raporda yeni bir Anayasanın gerekliliği açıklanmış: “Turkey’s role as a regional force will depend on whether the country will be able to overcome its two existential divides – the issues of religion and ethnicity.” Türkçe’si: Türkiye’nin bölgesel bir güç olabilmesi için kendisini bölen din ve etnisite konularının üstesinden gelmesi gerekir.
Raporda, sekülarizmin (laiklik yerine kullanılıyor) ve ulus milliyetçiliğinin Türkiye’yi bölgesel bir güç olma yolunda sınırladığını ve “To become a true regional power, Turkey will have to overcome that limitation.” Bu sınırlardan kurtulması gerektiği yazılı.
Sınırlamaya gerekçe olarak da Kemalizmin, laikliği ve ulus milliyetçiliğini topluma dayatarak “doğuştan çoğulcu ve özgürlükçü” olan toplumda “tarvma” yarattığı, din ve etnik milliyetçilik karşıtlarını yarattığı gösteriliyor.
Raporu hazırlayanlar son noktayı koyup Kemalizmi ve cumhuriyetçiliği baskıcı idare yanlılığı ilan ediyor: “Not least the liberal intelligentsia has come to perceive the republican conception as innately synonymous with authoritarianism.”
(Bu raporu okurlarımız hatırlayacaktır. Bu raporda Baykal’ın CHP Genel Başkanlığını bırakmaya ikna edilmesi ve Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel başkanı olması gerektiği de yazılıydı.Türkiye için kullanılan “Torn-parçalanmış” ifadesi de Samuel Huntington’a aittir.)
İsveç’de yaşayan Halil Magnus Karaveli’nin başında bulunduğu Orta Asya-Hazar Enstitüsü İpek yolu Çalışmaları Programı kurumunun hazırladığı rapor, Türkiye’nin birinci önceliğinin neden yeni bir anayasa olduğunu böyle ortaya koyuyor.
Türkiye’nin geleceği konusundaki senaryo’da Türkiye’nin nasıl bölgesel güç olacağı, hatta diğer ülkeler için nasıl model olabileceği de yazılmış: “ In a second scenario, the 100-year old republic has managed to reconcile conservatism and secularism.” Türkçe’si: Muhafazakarlık (ulus devlet ve ulus milliyetçiliği kastediliyor) ve laiklik sorunlarını halletmiş 100 yaşındaki Cumhuriyet…
Bu cümlede Erdoğan’ın 2023 hedefini de açıkça görüyoruz.
Kılıçdaroğlu, Erdoğan ve Davutoğlu  da dahil pek çok siyasetçinin, Türkiye üzerine ahkam kesen aydın geçinenlerin Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti konularındaki tarih yorumlarının kaynağı olan Center for American Progress (Amerikayı Geliştirme Merkezi) The United States, Turkey, and the Kurdish Regions (ABD, Türkiye ve Kürt Bölgeleri) (Temmuz 1014) Başlıklı rapor da “Atatürk, toplumdaki inanç ve etnik zenginliği göz önüne almadan milliyetçi ve seküler (Laik) bir cumhuriyet kurdu. Bu seküler ve milliyetçi cumhuriyet, “inanç ve etnik çoğulculuktan yana olan” halkın üzerinde baskı kurdu. Bu durum Türkiye’nin gelişmesinin önünde büyük bir engeldir. O halde çözüm için, tüm bu azınlıkların kendilerini ifade etme şansı bulacağı bir ortam yaratmak gerekir. Bu da ancak “Demokratik birinci sınıf bir anayasa yaparak (birinci sınıf Kılıçdaroğlunun tanımı)” mümkün görünüyor. Bu anayasa, Türklük ve Türk milleti kavramlarından arındırılmış, vatandaşlığın tüm etnik azınlıklarla tanımlandığı bir anayasa olmalı. Tüm azınlıklar ancak bu şekilde siyasi hayata dahil edilebilir. Bu da Türkiye'nin gelişmesinin önünü açacaktır.” İfadeleri yer alıyor. (http://www.guncelmersin.com/haber/siyaset_2/chp-pkk-ile-masaya-neden-oturur/1254.html )
Görüldüğü gibi, yeni bir Anayasa ihtiyacı vatandaşın talebi değil, ABD’nin Türkiye’den beklentisidir. Türkiye vatandaşlığı veya etnik kökene dayalı vatandaşlık, Türkiye’nin bölünmesinin, özerk bölgelerin veya kantonların kurulmasının önünü açacaktır. Bu şekilde “federatif” bir yapıya dönüşecek Türkiye Cumhuriyetinin yönetimi de kaçınılmaz olarak “Başkanlık sistemi” olacaktır.
Yeni Anayasa, bir Amerikan projesidir. Sevr’in hayata geçirilişidir.
Sevr anlaşmasının 149. Maddesini hatırlayalım: Bu Maddenin özeti: Osmanlı devleti tüm etnik toplulukların eğitim, özerk yönetim vb. haklarına uyacak, gereken yasal düzenlemeleri yapacak. (Kaynak: Nihat Erim, Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih, Türk Tarih Kurumu Basımevi 1953)


: 20 Kasım 2015 Cuma 13:17

Alıntı: http://www.guncelmersin.com/haber/guncel/yeni-anayasa-bir-amerikan-projesidir/1297.html

YALANCI BİR OSMANLI




Sultan Abdülhamit’in torunu Ayşe Adile Osmanoğlu, bakın neler söyledi:

Benim dedelerim o sarayları devletin parasıyla, devletin kasasından yapmadı. Kendi paralarıyla yaptı. Borç bile alsa, ödemeyi kendi kasasından yaptı ve dedelerimden hiçbiri devlet hazinesini boşaltmadı!”

Değerli Dostlar,

Ayşe Adile Osmanoğlu’nun söyledikleri baştan aşağı gerçek dışıdır!
Sultan Abdülhamit’in torunu Ayşe Adile Osmanoğlu göz göre göre yalan söylemektedir!
Yalnız dedesi Sultan Abdülhamit değil, ondan önceki padişahlar V. Murat, Sultan I. Abdülaziz ve Sultan Abdülmecit de sarayları devlet parasıyla, hem de yabacılardan alınmış borç paralarla yaptırdılar!
Devletin hazinesini boşaltmaları söz konusu değildi, çünkü hazinede para yoktu, hazine tam takırdı!

Osmanlı torunu Ayşe Adile Osmanoğlu’nun dedeleri, yabancılardan aldıkları borç parayla saraylar yaptırdılar. Sonra iflas bayrağını açıp her şeyleriyle yabancılara teslim oldular.
Osmanlı torunu Ayşe Adile Osmanoğlu’nun yabancılardan aldıkları borçları, Osmanlı yıkılp gittikten sonra, Türk milleti ödedi.
Yani, 500 yıla yakın devlet yönetiminin tüm kademelerinden uzaklaştırdıkları, “Akılsız Türk” diyerek aşağıladıkları Türk Milleti ödedi!
Türk milleti, 500 MİLYAR DOLAR Osmanlı borcu ödedi!

İşin özeti budur, şimdi biraz ayrıntılı olarak tarihi gerçekleri hatırlayalım.

Osmanlı İmparatorluğu tarihinde ilk kez 1854 yılında bir yabancı devletten borç aldı. İngilizlerden aldığı 200 bin Sterlin uzun vadeli borçla Osmanlı, dış borç batağına adım atıyordu. Girdiği borç batağı giderek büyüyecek, 1854–1875 sürecinde aldığı dış borçların tamamı 239 milyon lirayı bulacaktı.

Osmanlı İmparatorluğu 6 Ekim 1875 günü, iflas ettiğini gazete ilanlarıyla duyurup alacaklı yabancı devletlere bildirdi! Osmanlı İmparatorluğu SIFIRI TÜKETMİŞTİ!
Tüccarların, şirketlerin iflas ettikleri bilinmekteydi. Ancak bir imparatorluğun tıpkı akılsız, bilgisiz, deneyimsiz, tedbirsiz bir tüccar gibi iflas bayrağını açtığı görülmemişti!
Peki, Osmanlı’nın aldığı milyonlarca liralık dış borç paraları nerelere gitmişti? Osmanlı, aldığı dış borçla hiçbir yatırım yapmamıştı! Ne fabrika kurmuş ne de tarımı geliştirecek, üretimi artıracak projelere para yatırmıştı.
Osmanlı, yabancı devletlerden aldığı borç parayla saraylar, külliyeler, camiler yaptırmıştı.
Osmanlı padişahları, yabancılardan alınan borç parayla, Haremlerindeki seks köleleriyle ve oğlanlarla gece gündüz yatıp kalkmış, şarap içip günlerini gün etmişlerdi.
Hazinesinde para kalmayan, gırtlağına kadar dış borca batıp sonra da İFLAS ETTİĞİNİ ilan eden bir devlet ayakta kalabilir miydi?
İşte bu nedenle, 6 Ekim 1875 tarihi, Anlı Şanlı Osmanlı’nın gerçekten yıkıldığı tarihtir!

20 Aralık 1881 tarihinde Osmanlı Devleti, “Muharrem Kararnamesi” adıyla bir kararname imzalandı. Bu kararname ile Düyun-i Umumiye İdaresi kuruldu. Düyun-i Umumiye İdaresi demek, Genel Borçlar İdaresi demektir.
Dış borçlarını ödeyemeyince İFLAS EDEN, yani sıfırı tüketen Osmanlı’nın alacaklıları İstanbul’a geldi, bugünkü İstanbul Erkek Lisesi’nin binasına yerleşti. Osmanlı devletinin gelirlerinin bir bölümü bu yabancı idarenin emrine verildi. Osmanlı topraklarında, Türkiye’de; tuz, balık avı, tütün, alkol ve damga pulu vergilerini yabancılar toplamaya başladı.
Topraklarında yabancıların vergi topladığı bir devlete, gerçekten devlet diyebilir misiniz? Sıfırı tüketerek yıkılan Osmanlı’nın toprakları adım adım yabancıların eline geçmekteydi.

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması ile genç Türk Devleti, Osmanlı’nın borçlarını da yüklendi!
Kamu Maliyesi Uzmanı Dr. Mahfi Eğilmez’in 2013 yılında yapmış olduğu hesaplamaya göre, Osmanlı’dan genç Türk devletine kalan borç yaklaşık 500 MİLYAR DOLAR.
Osmanlı’dan Türklere, 500 MİLYAR DOLAR BORÇ miras kalmıştı!
Ataürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 500 MİLYAR DOLAR Osmanlı borcunu ödedi.

Bu tarihi gerçekleri, düpedüz yalan söyleyen Osmanlı torunu Ayşe Adile Osmanoğlu’nun suratına bir TÜRK TOKATI gibi yapıştırıyorum!

Tarihten ders alalım.
Sarayları olan Osmanlı, dış borç batağında boğuldu!
Yabancılardan aldığı toplam 500 milyar dolar borcu ödeyemeden yıkılıp gitti.

Günümüz Türkiye’sinde Osmanlı’dan kalan saraylar bulunmaktadır.
Ancak bunlara ek olarak yeni Saraylar da yapılmaktadır!
Ve Türkiye’nin dış borcu 500 milyar dolara yaklaşmıştır!

Uydurma Osmanlı hikâyeleriyle ve yalancı Osmanlı torunlarının palavralarıyla kandırılmak istenen Türk gençlerinin bilgilerine sunarım.

Yılmaz Dikbaş
18 Kasım 2015, Çarşamba
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

CHP ÜYELERİNE ÇAĞRI; Vatana ihanet suçunu işleyen hainlerden kurtulmadan



Yürürlükte olan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 105. Maddesi Cumhurbaşkanının  “Sorumluluk ve sorumsuzluk hali”ni düzenlemektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası MADDE 105
E. Sorumluluk ve sorumsuzluk hali
“Cumhurbaşkanının, Anayasa ve diğer kanunlarda Başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararları, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır; bu kararlardan Başbakan ve ilgili bakan sorumludur.
Cumhurbaşkanının resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dâhil, yargı mercilerine başvurulamaz.
Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır.”
Demek ki Cumhurbaşkanı’nın işleyebileceği yegâne suç “vatana ihanet” suçudur
“Vatana ihanet”,  kavram olarak Türk Ceza Kanununda(TCK) yoktur. 
TCK'da "vatana ihanet" diye bir suçun bulunmaması vatana ihanetin suç olmadığını göstermez.
Peki, ne tür eylemler bu kavram içine sokulabilir?
 Bize bu konuda yardımcı olabilecek kaynak, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunudur(ACK).
Bu yasanın 54. maddesi, “Hıyanet” /  “Vatan aleyhindeki cürümler(suçlar)”  başlığını taşıyan fasılda düzenlenmiştir.
Madde, TCK’ ya göndermede bulunarak vatana ihanet suçu için Ceza Kanunu hükümlerinin uygulanacağını belirtmektedir.
ACK 54. Maddesinin göndermede bulunduğu Yasalarla belirlenmiş olan Vatana ihanet suçu ile İLGİLİ  hükümler Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar başlığı altında TCK 302 - 308 arasında düzenlenmiştir.
Madde 302 - (1) Devletin topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymak, Devletin birliğini bozmak, Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmak, Devletin bağımsızlığını zayıflatmak amacına yönelik elverişli bir fiil işleyen kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.
MADDE 304. -(1) Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı savaş açması veya hasmane hareketlerde bulunması için yabancı devlet yetkililerini tahrik eden veya bu amaca yönelik olarak yabancı devlet yetkilileri ile işbirliği yapan kişi, on yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Tahrik fiilinin basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır. Diyor.
MADDE 306. -(1) Türkiye Devletini savaş tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak şekilde, yetkisiz olarak, yabancı bir devlete karşı asker toplayan veya diğer hasmane hareketlerde bulunan kimseye beş yıldan on iki yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Fiil sonucu savaş meydana gelirse faile müebbet hapis cezası verilir.
(3) Fiil, sadece yabancı devletle siyasal ilişkileri bozacak veya Türkiye Devleti veya Türk vatandaşlarını misilleme tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak nitelikte ise faile iki yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir.
(4) Siyasal ilişki kesilir veya misilleme meydana gelirse üç yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Demek ki  TCK’ ya göre   “terör ihraç etmek, siyasal ilişkileri bozacak nitelikte fiilde bulunmak” Türk Ceza Kanunu’ndaki 304 ve 306. maddelerdeki tarif edilen suçu oluşturmaktadır.
Peki,   Cumhurbaşkanı Suriye’ye terör ihraç etti mi?
Evet! üstelik teröristleri  Türkiye’de eğitti, donattı ve silahlandırdı.
Suriye’ye düşmanlık kışkırtan eylemleri başlattı mı?
 Evet! Üstelik yalnız Suriye’ye değil, aynı zamanda tüm komşularımıza karşı düşmanlık ve kışkırtma eylemlerinin birinci derecede sorumlusudur.  Öyle ise  Cumhurbaşkanının suçlarına bir suç daha eklenmiş oldu. Komşularımızla düşmanlık yaratma ve savaşa yol açacak fiillerde bulunma suçu.
Cumhurbaşkanı  başbakanlığı döneminde BOP Eşbaşkanı  olduğunu  kamuoyunun gözü önünde, yazılı ve görsel basında onlarca kez açıklamadı mı?
Açıkladı!.
BOP Eşbaşkanlığı, TBMM’nin yetkilerini gasp ve Devletin egemenliğini - bağımsızlığını yok etmeye yönelik elverişli bir fiil değil midir?
Elbette öyledir!..
TCK 302. Madde ne diyordu?  “Devletin bağımsızlığını zayıflatmak amacına yönelik elverişli bir fiil işleyen kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.”
Peki; yabancı bir devletin gözetimi altında, Oslo’da, İmralı’ da PKK terör örgütü ile görüşmeler yapılarak Türkiye’nin toprak bütünlüğünün parçalanmasına , üniter yapısının ve  ulusal birliğinin yıkımına  yönelik kararlar alınmış mıdır?
Alınmıştır!.
 Dönemin Başbakanını temsilen yapıldığı açıkça belirtilen bu görüşmeler PKK ile işbirliği halinde, ABD projesi gereğince Türkiye’yi zor kullanarak bölmek değil midir?
Bölmektir!
Bu durum  TCK’ da tanımlanan “vatana ihanet” kapsamındaki suçların işlendiğini, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve devlet güvenliğine karşı suçların, bütün unsurlarıyla işlenmiş/oluşmuş olduğunu kanıtlamıyor mu? Hukuk dili ile “Anayasa, Tebdil, tağyir ve ilgaya teşebbüs” etmek, yani, bugünkü deyişle, ortadan kaldırmak suç mudur?
Evet. Hem de suçların en büyüğü!…
Buraya kadar saydıklarımız buz dağının görünen yüzünün onda biri bile değil. 2002 den 2015 e kadar işlenen ve “Vatana ihanet” niteliğinde olan belgeli, delilli suçların tümünü yazmaya kalkışsak onlarca klasörlük bir dosya oluşur.
Şimdi soralım.  TBMM’de yaklaşık on milyon yurttaşın oy verdiği “Ana muhalefet” ne için vardır? Ya da tersten soralım.. On milyon yurttaş CHP ye niçin oy verdi?
Kemalist Cumhuriyetin  dinci- faşist bir rejimin dönüştürülmesine seyirci kalsın, Parlamento içi muhalefet etmeyi ağız dalaşına ve kayıkçı kavgasına tutsak etsin diye değil sanırım.
Ya da Cumhuriyete, Ulusal değerlere, Kemalist devrimlere sahip çıkmak yerine, CHP’nin geçmişi ile hesaplaşmayı öncelikli gündem maddesi yapsınlar diye de  değil.. Benim gördüğüm CHP, TBMM kadrosuyla adeta AKP’ye iktidarda kalması için kan vermektedir.
CHP’nin TBMM kadrosu böyle de il, ilçe ve belde örgütleri farklı mı? 
Küçük hesaplar, delege ağalığı, ahbap çavuş desteği ile il-ilçe yönetimini ele geçirme kavgası, parti içi muhalifleri  ayak oyunları, kumpas ve tertiplerle partiden ihraç yöntemleri öncelikli ve ana gündem olmuş durumda..
Kemalist düşün sistemi, ulusal bağımsızlık, ulusal egemenlik, Anayasamızın ilk dört maddesi üzerinden yapılan bir tartışma, eleştiri ve akıl yürütmeye rastlayamıyoruz CHP de.
Yanılmış olmayı yürekten isterim ancak;  "Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme”, dinci faşizme karşı başkaldırabilmenin yol ve yöntemlerini tartışan bir il ya da ilçe örgütüne biz rastlamadık.
Bu koşullar altında,  Tüm il-ilçe yönetimlerine ve CHP üyelerine çağrım şudur.. Teslimiyet mi, direnmek mi?
Teslimiyeti seçenlere bir sözümüz yok. Onlara önerimiz bir an önce CHP yönetimlerini boşaltmalarıdır.
Teslimiyet yok ve söz konusu bile olamaz! diyen yol arkadaşlarımızadır çağrımız.. Dostlar, bırakın bu küçük oyunları.. El ve işbirliği içinde “vatana ihanet”  suçunu işlemekte ısrar eden hainleri yüce yargının önüne çıkarmanın yol ve yöntemlerini tartışalım.. İnanın eğer bir mahalle delegeliği için verdiğiniz mücadeleyi, harcadığınız enerjiyi  bu yolda yani “vatana ihanet”  suçunu işleyenlere karşı vermiş olsaydınız, kuşkusuz başarırdık ortaçağ karanlığından kurtulmayı..
CHP’nin TBMM kadrosuna, tabanın bu haklı, gerekli   ve zorunlu yurtseverlik çığlığını ulaştırmanın yol ve yöntemlerini bulalım… Türkiye’nin  her bölgesinde bir halk eylemleri  örgütleyelim örneğin..
Tüm yurtsever, Kemalist, devrimci, halkçı güçlerin  “Vatana İhanet” karşısında aynı mevzide siper almaları için mücadele verelim.
Vatana ihanet  suçunu işleyen ve  işlemekte ısrar eden hainlerden kurtulmadan Ülke ve ulusumuzun kurtuluşunun olanaksız olduğunu, yıkılmış ve yok edilmiş bir ülkede sizin delegeliğinizin on para etmeyeceğinin bilincinde olduğunuz umut ve dileği ile… 27.11.2015
Mahmut ÖZYÜREK