14 Ocak 2016 Perşembe

SENSİN FAŞİST !

İsrail’de, Rusya’dan gelen Yahudiler üzerine yapılan araştırmada şu gerçek açığa çıktı.
Rus Yahudiler, Avrupa’dan gelen Yahudilerin ruh haline sahip değildi. Rusya’dan gelenler soykırım sendromundan etkilenip, aşağılık duygusu yaşamaksızın hayatlarına devam ediyordu.
Bu tutumlarını şöyle açıklıyorlardı:
“Biz Hitler’e karşı savaştık ve onu yendik!”
Sadece İsrail’deki Rus Yahudiler için geçerli ruh hali değil bu.
Sovyetler Birliği’nin Hitler’i yenmesi bugün Rusya’nın hâlâ büyük gurur kaynağı.
II. Dünya Savaşı dünyada tek kahraman lider çıkardı; Stalin!
Başta CIA olmak üzere Batılı istihbarat teşkilatları, sosyalizmin sembolü haline gelen Stalin’i gözden düşürmek için tarihte görülmemiş bir psikolojik harp başlattı. Başardılar; Batı’da Stalin cani bir diktatöre dönüştü!
Fakat…
Rusların kalplerindeki Stalin sevgisini yok edemediler.
Geçen ay…
Stalin’in doğum günü olan 21 Aralık’ta, Moskova’ya üç saat uzaklıktaki Kroşevo girişine koca bir Stalin heykeli diktiler. Ayrıca burada bir de Stalin Müzesi açtılar.
Eee hani heykelleri yıkılıyordu?
Nereden çıkmıştı bu Stalin heykeli ve müzesi?
İkinci Dünya Savaşı’nın zor günleri…
Hitler, Barbarossa Harekâtı’yla Sovyetler Birliği topraklarına girdi. Alman Ordusu Moskova önlerine kadar geldi.
Stalin 1943 yılında Kroşevo’ya geldi; sabaha kadar generalleriyle savaş stratejisi üzerine toplantı yaptı. Ve…
Burada alınan askeri kararlar sonrasında Nazilerin felaketi başladı. Savaşın Hitler aleyhine dönmesinin temel noktalarından biri, bu kasabada çizilen Sovyet savaş planıydı…
Heykelin yapılmasının ve Stalin müzesinin açılma nedeni buydu; Ruslar tarihleriyle gurur duyuyordu! Çünkü…
Biliyorlar ki; geçmişine taş atanın, geleceğine gülle atarlar!
Bu girişi yapmamın kuşkusuz bir nedeni var…

Meclis’in zaferi

Türkiye’nin insan kalitesi sorunu var. Milletvekili olup rozet takmakla kişinin değeri yükselmiyor.
İnsanın sözünde ölçü olur; ölçüsüzlük bayağılıktır.
Bu bayağılık ne yazık ki ülkemizde örgütlü. Ve bu partinin bağnaz bir milletvekili önceki gün şöyle dedi: “İsmet İnönü faşisttir!”
Nefretleri gözlerini köreltti; kişiliklerini yok etti.
Bu sözü ettiği gün, ulusal Kurtuluş Savaşı’nın makus talihini değiştiren İnönü Zaferi’nin yıldönümüydü!
Bu yüreği kara milletvekili, Korgeneral Anastasios Papoulos adını hiç duydu mu? Sanmam…
Yunan Komutan Papoulos 18 bin askeriyle Eskişehir’e taarruza kalkıştığında, Albay İsmet Bey’in emrinde 6 bin Mehmetçik vardı.
Papoulos’un 150 ağır makineli silahı ve 50 topu varken; Türk Ordusu’nun 47 ağır makineli silahı ve 28 topu bulunuyordu.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen…
Tarih: 11 Ocak 1921.
Mustafa Kemal’in liderliğinde kurulan düzenli ordu Batı Cephesi’ndeki ilk başarısını kazandı; İsmet Bey Yunan saldırılarını durdurdu.
Bu zafer, Büyük Millet Meclisi’nin moralini yükseltti. Devlet mekanizması işlemeye başladı; örneğin, askere alma işlemleri düzen içine girdi; vergiler toplanmaya başlandı vs.
Bu zafer, yeni Türk devletinin dıştaki itibarını arttırdı. Bunun sonucunda; Sovyetler Birliği ile Moskova Antlaşması imzalandı. İtilaf Devletleri, yeni durumu görüşmek üzere Londra Konferansı’nı düzenledi ve Büyük Millet Meclisi’ni konferansa davet etti.
Ve bu zafer coşkusuyla İstiklâl Marşı yazıldı…
Demek…
Böylesine bir zafer yıldönümünde “İnönü’ye faşist” diyeceksiniz öyle mi?
Ayıptır…

İdam edildi

“Korgeneral Anastasios Papoulos kimdir” sorusunu unutmadım…
Yazacağım…
Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası Yunanistan’daki siyasal gelişmeler hakkında Türklerin pek ilgisi ve bilgisi yoktur.
Başbakan Venizelos Birinci Dünya Savaşı’na girme konusunda isteksiz olsa da İngilizler ile işbirliği yaptı. Kral Konstantin buna karşı çıktı. Çünkü eşi Kraliçe Sofia Alman İmparatoru II. Wilhelm’in kız kardeşiydi.
Yunan dış politikasındaki bu bölünme savaş sonrasına kadar devam etti. Uzatmayayım.
General Anastasios Papoulos, Yunan Kralı Konstantin’in yakın çevresindendi. Kostantin tarafından Anadolu’daki Yunan kuvvetlerinin komutanlığına tayin edildi.
Ancak…
Önce İsmet Bey’e, sonra Mustafa Kemal’e yenildi.
19 Mayıs 1922’de Atina’ya çağrıldı; emekli edildi.
Ve…
Tarih: 24 Nisan 1935.
Askeri darbe yapma girişimi başarısızlıkla sonuçlanan Anastasios Papoulas idam edildi!
Papoulas’ı yenen Atatürk; halifelik ve padişahlık tekliflerini elinin tersiyle itip cumhuriyeti kurdu.
Papoulas’ı yenen İnönü; ölene kadar “milli şef” kalabilecek iken, ülkesini çok partili siyasal rejime geçirdi ve kaybettiği seçimin ardından iktidarı sessizce bıraktı.
Şimdi…
Diyorlar ki, “İnönü faşisttir.”
Bir kez olsun, dönüp bir aynaya bakın!..
Stalin’in bir lafı var:
“Mezarıma istediğiniz kadar çöp dökebilirsiniz; zamanın rüzgarları onu savurur götürür!”
Bugün… Rusya, Hitler’i yenmiş Stalin’in heykelini dikiyor, müzesini açıyor. Bugün… Türkiye’de AKP’liler, cumhuriyet ve demokrasi kurucularına “diktatör” diyor! Kompleksleri vardır; Türkiye tarihi boyunca tek bir başarıları yoktur. Bugüne kadar yapabildikleri/üretebildikleri içi boş lakırdıdan ibarettir.
Bir de döneklikleri meşhurdur!
Evet… Türkiye’de insan kalitesi sorunu vardır…

“VİCDAN VE NAMUS BORCU”




 Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, 14 Ocak 1923 günü öldü. 13 gün sonra 27 Ocak’ta İzmir’e gelen Mustafa Kemal, annesinin mezarı başında, bugün herkesin ders alması gereken bir konuşma yaptı. Günümüzdeki şarlatanlıklarla dolu ihanet ortamında yolunu ve kimliğini yitirenlere uyarı olur düşüncesiyle bu konuşmayı yayınlıyoruz.

 


“Annemin ruhuna ve bütün ecdat ruhlarına sözvermiş olduğum vicdan yeminini tekrar edeyim. Annemin kabri önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum. Bu kadar kan dökülerek milletin elde ettiği ve sağlamlaştırdığı egemenliğin korunması ve savunulması için gerektiğinde annemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Ulusal egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.” 

                                                                                Mustafa Kemal Atatürk 27 Ocak 1923







“Zavallı annem ulusun tümü için ülkü haline gelen İzmir’in kutsal toprağına bedenini vermiş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm yaradılışın en doğal yasasıdır. Ancak böyle olmakla birlikte kimi zaman acı verici sonuçlar ortaya çıkarır. Burada yatan annem; zulmün, zorbalığın ve ulusu felaket uçurumuna götüren keyfi bir yönetimin kurbanı olmuştur. Bunu açıklamak için izin verirseniz acılarla dolu yaşantısının belirgin birkaç noktasını anlatayım.
Abdülhamit devriydi. 1905’te okuldan kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Yaşama ilk adımı atıyordum. Ancak, bu adım yaşama değil, zindana rastladı. Birgün beni aldılar ve zorba bir yönetimin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım. Annem, bundan ancak hapisten çıktıktan sonra haberdar olabildi. Ve derhal beni görmeğe koştu. İstanbul’a geldi. Ancak, orada kendisiyle yalnızca üç beş gün görüşmek nasip oldu. Çünkü, zorba yönetim; hafiyeleri, casusları, cellatları oturduğumuz evi sarmış ve beni alıp götürmüştü. Annem ağlıyarak beni izliyordu. Sürgün yerine götürecek vapura bindirilirken, benimle görüşmesi yasaklanmış olan annem, gözyaşlarıyla Sirkeci rıhtımında acı ve keder içinde bırakılmıştı. Sürgün yerinde geçirdiğim mücadeleler onun yaşamını, ıstıraplar ve gözyaşları içinde geçirmesine yol açmıştı.
Bir başka nokta: Mütareke döneminde Anadolu’ya geçtiğim zaman, annemi İstanbul’da acılar içinde bırakmak zorunda kalmıştım. Yanımda kendisinin verdiği bir adamım vardı. Bunu Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim zaman annem bu adamın yalnız olarak geldiğini öğrenince, o dakikada; benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının infaz ettiğini sanmış ve bu san kendisini felce uğratmıştı.
Ondan sonra bütün mücadele yılları onun yaşamını elem ve ıstırap içinde geçirtmişti. Padişah ve hükümetinin ve bütün düşmanların, sürekli baskı ve işkencesi altında kalmıştı. Oturduğu ev, bin türlü neden ve bahaneyle basılır, aranır ve rahatsız edilirdi. Annem, üç buçuk yıl, bütün gece ve gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi. Bu gözyaşları ona gözlerini kaybettirdi. Sonunda, pek yakın zamanda onu İstanbul’dan kurtarabildim. Ona kavuşabildim ki o artık maddeden ölmüştü, yalnız manen yaşıyordu.
Annemin kaybından kuşkusuz çok üzgünüm. Ancak bu üzüntümü gideren bir konu var ki, o da vatan anamızı mahveden ve harabeye götüren yönetimin, artık bir daha dirilmemek üzere yokluk mezarına götürülmüş olduğunu görmektir. Annem bu toprağın altında ancak ulusal egemenlik sonsuza dek yaşayacaktır. Beni teselli eden en büyük güç budur. Evet, ulusal egemenlik sonsuza dek yaşayacaktır.
Annemin ruhuna ve bütün ecdat ruhlarına sözvermiş olduğum vicdan yeminini tekrar edeyim. Annemin kabri önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum. Bu kadar kan dökülerek milletin elde ettiği ve sağlamlaştırdığı egemenliğin korunması ve savunulması için gerektiğinde annemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Ulusal egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.”


METİN AYDOĞAN

ALLAH İLE ALDATMAK




"Kur’an, “Allah ile aldatılmayın!” ihtarında bulunmasına rağmen Türk halkı, dinine olan derin saygısı yüzünden Allah ile aldatılıyor.

Allah ile aldatmanın rantından en büyük terör örgütleri bile yararlanıyor. PKK’nın başı, yandaşlarına şu talimatı veriyor:

”Peygamberler şehri Urfa’ya ilahiyat akademisi kurun!”.

Allah ile aldatmak; dini; çıkar, koltuk, baskı, egemenlik aracı yapan bir sanayi koludur. İşin esası bakımından ne dini vardır ne de imanı. Onun dini-imanı, Tanrısı, ibadeti hep çıkarı ve hesabıdır.

Allah ile aldatanlar dokunulmaz, eleştirilmez bir ‘tahakküm teolojisi’ oluşturmuşlardır. Türkiye’de bu teolojiyi egemen kılmak istiyorlar ve bunda büyük ölçüde başarılı olmuşlardır. Bu bir Haçlı-İngiliz siyasetidir. Atatürk bu şeytanî siyaseti, ta 1920’de Müslüman dünyaya tanıtıyor; İngilizlerin siyasetinin ‘İslam’ı İslam’la yok etme siyaseti’ olduğunu ilan ediyor. Allah ile aldatma zulmünün en ağırları kadın ve kadın hakları konusunda işlenmektedir. Türkiye’de bugün kadın, özellikle örtünme meselesinin istismarı aracılığıyla, Allah ile aldatan zümrelerin temel sömürü aracı olarak öne çıkarılmaktadır.

Türkiye’de sosyal devleti çöküşün eşiğine getiren sebeplerin başında Allah ile aldatanların yarattığı ‘sadaka kültürü’ ve bu kültürün yarattığı ‘sömürü merhametçiliği’ gelmektedir. AKP iktidarı bu yıkıcı sebebin saltanat dönemini temsil etmektedir. Allah ile aldatanlar, iane çadırlarıyla yetinecek bir toplum özlemektedirler.

BOP’un temel hedefi, Ortadoğu’da İsrail’den daha büyük devlet bırakmamaktır. Yaşadığımız günlerin ABD ve AB’sinde, Türkiye ile ilgili ilk hedef Türk Ordusu’nu etkisizleştirmek olarak dikkat çekiyor.

Laikliğe saldırıyı emperyalizmin Haçlı kurmayları kotarıyor. Müslümanlar burada sadece taşeronluk yapmaktadır.
Türkiye’yi Allah ile aldatma zehrinin panzehiri ancak İslam’ın gerçeği içinden çıkarılabilir."
Aldatan, sizi Allah ile aldatmasın."

(Kur'an;Lukman 33, Fatır 5, Hadid 14)
"Kur'an, 'Allah ile aldatılmayın!' ihtarında bulunuyor. Neden? Çünkü Allah ile aldatılanların en büyük sorunu, aldatıldıklarının farkında olma imkanından büyük ölçüde yoksun bulunmalarıdır. Çünkü derinden inandıkları ve içtenlikle teslim oldukları bir değer kendilerinin aleyhinde kullanılıyor. Bunu fark etmeleri kolay değildir."

"Türk halkı asırlardır Kur'an'dan uzak tutulmuş, onu okuyup anlamaktan yoksun bırakılmış. Türk halkının Kur'an'dan tek istediği ve beklediği, o kitabın Arap harfleriyle telaffuzunu başarıp 'sevap' kazanmak olmaktadır. Türk halkı, Allah ile aldatma tezgahlarının ustalıkla işlettikleri bu 'sevap' oyunuyla avunurken yaşadığı dinin Kur'an'la ilgisi büyük ölçüde yok edilmiş, dinde Kuran’ın yerini, Arap-Emevi saltanat ideolojisinin kutsallaştırılmış sloganlarıyla İslam dışı örflerin uydurmaları almıştır."

"Türk halkının en büyük zaafı, dinini, uyanma ve sorgulama aracı olarak değil de uyuma ve susma aracı olarak kullanmasıdır."

"Kur'an, dindarlık belge ve ifadelerinin insanlar arasında bir değer ölçüsü olmasını yasaklamakta, dindarlığın (takvanın) sadece tanrı ile insan arasında bir değer ölçüsü olması gerektiğini bildirmektedir. Takvanın kimde olduğunuysa sadece ve sadece Allah bilir.O halde, en masum niyetlerle de olsa, dindarlığın bir 'insanlar arası değer belirleyici' olarak öne çıkarılması, Kur'an'a göre bir insanlık suçudur; dine-imana hakarettir. Allah ile aldatmanın en şerir şeklidir."

"Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Allah'ı kullanırlar."
Giordano Bruno

"Bugünkü İslam dünyasında ibadetler imanın belirtisi olmaktan çıkmış, inadın tatminine dönüşmüştür."

"Beni bir kez aldatırsan sana yazıklar olsun; beni iki kez aldatırsan bana yazıklar olsun."
Çinli bilge Sun Tzu

"Allah'ın en büyük öfkesine çarpılanlar, imanı olup da eksikleri, günahları olan insanlar değil, ibadet ve din savunuculuğunda kimseye söz bırakmadığı halde dine sürekli hüküm ekleyen, dini sürekli kendi güdümüne alan dincilerdir."

"Takva, insanlar arası ilişkilerde, kamusal alanda bir üstünlük ölçüsü değildir. O halde, kamusal alan dindarlığın sergileneceği bir alan olmamalıdır."

"Ey Türkoğlu! Sen pek safsın, seni herkes aldattı. Erdim diyen, döndüm diyen çemberinden atlattı."
Kazım Karabekir

"Allah ile aldatma, Anadolu insanı özelinde İslam'ın Araplaştırılması ile başladı."

Osmanlı'yı Osmanlı yapan İslam'ın Türkmen yorumu, hilafetin bize geçtiği, yani İslam'ın Arap-Emevi versiyonuna teslim edildiğimiz güne kadar devam etmiştir. Hilafetin bize geçişi yani padişahların 'Allah'ın Elçisi'nin halefi' olarak anılmaya başlamasıyladır ki, iki tokadı birden yedik ve ayağa kalkmamıza imkan vermeyen bir sendelemeyle yıkılmaya başladık."

"Kendi başına kaldıklarında demokrasi sözünü bile dinsizlikle eşanlamlı sayan dinci taife, Haçlı emperyalistlerin fesadıyla o hale geliyorlar ki, yıkmak istedikleri rejim ve yönetimlere saldırırken, Haçlı öncülerinin öğrettikleri sloganı Kur'an ayeti gibi tekrarlıyorlar: Daha fazla demokrasi isterük."

"Diniyle vurulan Müslüman aydınlar Haçlı kurmaylara şunu soramıyor:

Demokrasi istiyordunuz da yıllardır elinizin altında bulunan Suutlara, Katar'a, Umman'a, Bahreyn'e neden demokrasi getirmeniz de Irak'ı yerle bir etme pahasına demokrasi istiyorsunuz?"

"Neden İslam demezler de 'şeriat' derler. Çünkü İslam derlerse iddialarını Kur'an'la ispat etmeleri gerekir. Oysaki Allah ile aldatanların din dediklerinin Kur'an'dan onay alması mümkün değildir. Şeriat diyerek meseleyi her yana çekilebilir hale getirmekte, sıkışınca da 'ulemanın kavli budur, icma bu yoldadır, ecdadımız böyle karar vermiştir, asırlardır Müslümanların uygulaması böyledir' diye dayatmalarına uygun bir dini öne çıkarma yoluna gitmektedirler."

"Şeriatı İslam'la eşitlemek isteyen anlayış, birçok kabulünün Kur'an'la ve zamanla çeliştiği anlaşılmış bulunan örfleri din yapmayı amaçlayan anlayıştır. Bu anlayış, önce, şeriatla dini eşitlemekte, sonra da devrini bitirmiş fıkıh kitaplarındaki akıl ve Kur'an dışı birtakım kuralları din diye halkın önüne koymaktadır."
"Şeriatı bir devlet şekli gibi sunuyorlar. Oysaki, Kur'an, ima yoluyla bile bir devlet şekline temas etmiyor. Onu insan aklına bırakmış. İslam devleti tabiri, siyasal İslamcı istismarın bir uydurmasıdır. Kur'an'da böyle bir tabir yok. İslam evrensel ve ölümsüz ilkeler bütününün adıdır. O halde İslam'ın devleti olmaz, Müslümanların devletleri olur. Gerçek bu olunca da onlarca, yüzlerce devlet şekli bulunacaktır."

"Müslüman dünya, İslam adı altında Cahiliye şirki yaşamayı hoş görecek bir yozlaşmaya boyun eğdirilmiştir."

"Avrupalı bizi, 'kurbanlık hayvanları usulüne uygun kesmiyorsunuz, hayvanlara eziyet ediyorsunuz!' diye yıllardır yere çalıyor. İkiyüzlü Avrupa! Sivas'ta 38 insan diri diri yakıldığında, 'usulüne uygun kesilmeyen' kurbanlık hayvanlar kadar ses çıkarmadın!"

"Bu ülkenin laik insanları, dindarlardan asla nefret etmiyor.Ne geçmişte etti, ne bugün ediyor, ne de yarın edecek. Tam aksine, laik insanlar dindarlara, bazı dindarların onlara gösterdiği saygıdan çok daha fazlasını gösteriyor...Bu ülkede, 'katı' laikler tarafından yok edilmiş bir dindar hatırlamıyorum. Ama fanatik dinciler tarafından 'yok edilmiş' insanların uzun bir listesi önümüzde duruyor."

"Emperyalist Batı için Cenabı Muhammed Mustafa deccaldir, emperyalist Batı ile işbirliği yapanlar içinse Gazi Mustafa kemal deccaldir. Evet, tarih ve talih, İslam'ın muazzez Peygamberi'ne deccal diyenlerle onun dininin mabetlerine haç takmak isteyenlere engel olan Mustafa kemal'e deccal diyenleri bir çıkar noktasında birleştirdi ve yıkıcı bir işbirliğiyle Türkiye'nin ve Müslümanların başına musallat etti."

"Atatürk yıktığı hurafenin yerine, gerçek dini koymanın en hayati, en ciddi adımını attı. İkinci adamını da attı ve andan sonra da bu dünyaya veda etti. Ne yaptı Atatürk? Yıktığı hurafenin yerine Elmalılı Tefsiri'ni koymuştur. Arkasından da TBMM'nin kararı ile 12 ciltlik Buhari Tercüme ve Şerhi yaptırılmıştır.... Atatürk, yobazı yakamızdan düşürecek elin, Kuran’ın eli olduğunu biliyordu. Onun için, dini Kur'an ve Kur'an'ı din yapmak istedi. Hurafenin yerine koyduğu bu tanrısal kaynağı, Türk insanının, kendi dilinde okumasını istedi. Okumadık."

"Muhafazakar mantığa göre, eski, hep iyilerin ve hayırların toplamıdır. Osmanlı'nın hamamlarındaki hiz oğlanı ticaret ve icraatı hiç anılmaz ama bugünkü transseksüellere lanet yağdırılır. Çünkü onlar bugünküdür."

"Genellikle güzel ve yakışıklı delikanlılardan seçilen civelekler sokağa nadiren çıkar ve dışarıda bir 'kazaya' uğramamak için yüzlerini hasır püskülünden yapılmış bir peçeyle örterlerdi. Arada bir sakındıkları kazaya uğradıkları da olurdu. Bugün metroseksüel diye anılanlara o günlerde, genç iseler civelek, yaşlı iseler teneşir horozu denirdi. (Murat Bardakçı, Hürriyet, 18 Ocak 2004)

Şu birkaç satır bile, muhafazakarların o ilahlaştırdıkları Osmanlı düzeninin nasıl bir yozlaşmış düzen olduğunu anlatmaya yetmektedir."

"Arap'ın sarığını bize asırlarca İslam'ın alameti gibi gösterip takdis ettirdiler. Dedemden öyle ördüm, filan büyük alim başına örtmüştü. Hatta Peygamber Efendimiz örtmüştü. Nasıl olur da kutsal olmaz?! Peki, Peygamber Efendimiz'in baş düşmanı Ebu Cehil ne örtmüştü? Acaba o baş düşmanın sarığı Peygamberimizinkinden daha az mı görkemliydi? Hayır, tam tersine. O halde, sarık nasıl olur da kisve-i resul oluyor?"

"Kuran’ın beyanlarına göre, içinden nebi gelmemiş hiçbir ırk yoktur. Allah, en büyük lütuflarından biri olan peygamber göndermeyi, kulları arasında adil bir biçimde paylaştırmıştır. Eğer bir ırktan nebi gelmesi bir üstünlük vesilesi ise bilinmelidir ki, tüm ırklardan bir veya birkaç nebi gelmiştir. Arap ırkı bu bakımdan tek değildir."

"Allah ile aldatmanın bir ayağı Arap dilini kutsal ilan etmek için dini kullanma şeklinde yürütülen bir zulümdür. Arap dili 'Allah'ın dili' ilan edilip onsuz ibadet yapılamayacağı dayatması dinleştirilmiştir. Üstelik dinde dokunulmaz kılınan birçok fakihin aksini söylemesine rağmen. Yani Arapça'yı kutsallaştırma yoluyla yürütülen Arap kültür emperyalizmi, önünde hiçbir engele yaşama hakkı tanınmamıştır."

"Kur'an-ı Kerim'in açıkça bildirdiğine göre, her peygamber, hitap ettiği toplumun diliyle konuşmuş, vahiy almıştır. Bunun sebebi, peygamberin getirdiği mesajın, hitap ettiği toplum tarafından rahatça anlaşılmasını mümkün kılmaktır....Hiçbir dil dinsel anlamda, ötekine göre daha kutsal veya daha üstün değildir."

"Tedebbür: okunan metinlerin anlaşılması ve anlamları üzerinde derin derin düşünülmesi

Bu tedebbür kavramı Kuran’ın altını ısrarla çizdiği bir kavramdır. Öyle ki, Kur'an'a göre, Kur'an okumak, esas anlamıyla tedebbür etmektir. Tedebbür yoksa Kur'an okumaktan söz etmek mümkün değildir. Tedebbür için, okunan metnin dilini bilmek ilk şart olduğuna göre, Arapça bilmeyen bir Müslüman'ın , tedebbür emrini yerine getirmesi için, Kur'an'ı anladığı dildeki çevirisinden okuması kaçınılmazdır. Kur'an, tedebbür ilkesinin, Müslümanların temel ibadetleri olan namazda da korunmasını istemektedir. Bunun içindir ki, ne dediğini anlamadan namaz kılmak yasaklanmış (Nisa,43), ne dediğini anlamadan namaz kılanlar ağır biçimde kınanmıştır.(Maun,4-5)"

"Tanrısal kitap özgün şekliyle korunur, uzmanlaşmış kişilerce özgün şekliyle okunur ama kitleler için her dile çevrilir ve halkın yararlanmasına açılır. Bunun aksini iddia etmek dine hizmet değil dinsizliğe hizmettir."

"Kur'an kursunun hedefi, çocuklara veya halka, Kuran’ın temel mesajlarını tanıtmak ve belletmektir. Bugün bu yapılmıyor. Bunun yerine, Arap alfabesinin daha iyi telaffuz edilmesinin incelikleri anlatılıyor. Bunun, sıradan bir vatandaş açısından, Kur'an'la, Kuran’ın mesajıyla ne ilgisi vardır?"

"Arap harflerini telaffuz ettirme sektörü, Allah ile aldatmaya dayalı saltanatın en güçlü sektörlerinden biridir."

"Son dönemlerde bazı yerlerde cami yaptırımı, İslam'ın reddettiği en büyük kötülükleri örtmenin aracı olarak devrededir. Bu binalara dokunulmazlık sağlayan tabir 'Allah'ın evi' tabiridir.
Allah'ın Evi sıfatını ancak yüce Tanrı verebilir. O, bu sıfatı bir tek mekana vermiştir: Kabe; Beytullah. Bunun dışında hiçbir mekan için Allah'ın evi tabiri kullanılamaz; kullanılırsa küfür olur."

"Allah ile aldatma zulmünün en ağırları kadın ve kadın hakları konusunda işlenmektedir... Türkiye'de bugün kadın, özellikle örtünme meselesinin istismarı aracılığıyla, Allah ile aldatan zümrelerin bir tür 'ana maddesi, temel eşyası ve aracı' gibi öne çıkarılmaktadır."

"Putperest veya yarı putperest kadın düşmanı Arap örflerini dinleştirmek için akıl almaz yalanlar söylenerek bunlar 'hadis' adı altında Hz. Peygamber'e mal edilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, Kur'an ayetleri üzerinde anlam kaydırmalarına gidilmiş, yorum adı altında, ayetlere eklemeler yapılmış ve buradan hareketle ulaşılan kadın aleyhtarı sonuçlar hızlı bir biçimde fetvalaştırılarak 'fetvaya esas olan söz' veya 'ulemanın icmaı' yaftalarıyla vahiy buyruklarının üstüne çıkarılmıştır.

İslam dünyasında kadın haklarıyla ilgili bugünkü kabullerin tamamına yakını, vahiy kaynaklı tespitler değil, Hıristiyan konsüllerinin kararlarını andıran ulema fetvalarıdır... İslam fıkhının kadınla ilgili sayfaları İslam tarihinin en kara, en utanç verici sayfalarıdır."

"Ne yazık ki, İslam dünyası denen coğrafyalarda kadınlar, kendileri için çırpınan düşünce ve düşünürlerin yanında olmak yerine, onları cehennemlik ilan eden ruhban bozuntusu zalimlerin yanında durmaktadır. Cumhuriyetin açtığı özgür irade ve düşünce ufku sayesinde farklı duran Türkiye'de de son yıllarda ruhban zulmüne kadından destek yönünde ürkütücü bir ilerleme görülmektedir."

"Vücudun, başın örtülmesine bağlanması geleneksel kabullere çok uygun bir yorum olduğu için tutulmuş ve kurallaşmıştır. Nur 31'den açıkça çıkan tek emir, göğüslerin kapatılmasıdır. Ayette geçen 'zinet: süs' tabirini kadının vücudu olarak değerlendirip el ve yüz dışında ( bazı kabullere göre yüz de dahildir) tüm vücudun 'avret' olduğunu ve kapatılması gerektiğini söylemek bir saptırmadır.

Kadın vücudunun 'zinet' olarak düşünülmesine dayanak olacak hiçbir Kur'an ayeti yoktur. Bunlar, egemen anlayışın hesabına uygun geldiği için dinleştirilmiş yorumlardır."
"Halkımızın 'sıkma baş' diye tanıttığı bu 'kapatma', İslam ile değil, Talmut Museviliği ve Pavlus Hıristiyanlığı ile izah edilebilecek bir tavırdır. Bir rahibe kıyafetidir. İslam adına bir Hıristiyanlaşma eğilimidir."

"Türban, AKP'den önce bazı yurttaşlar için sıkıntı konusuydu. AKP'nin müdahalesiyle tüm halk için bir nifak tohumu konusu oldu."

"Türbana izin verildiği zaman, üniversitenin özgürleşeceği tezine sarılan aydınlar, sanki dünyada türban serbestisi olduğu için akademik seviyesi, saygınlığı artmış bir tek İslam ülkesi varmış gibi, bu palavrayı bize yutturmaya çalışıyorlar.

...İster istemez, üç beş köşe yazısına bile tahammül edemeyen bir kültürün, üniversiteye kapağı attıktan sonra başı açık insanlara nasıl tahammül edeceğini düşünüyorum. Kabuslar görüyorum."
Ertuğrul Özkök

"Kuran’ın tebliğine yol açmak için diyalogcu olduk diyorlar. Peki, Kur'ansal tebliğ, Yahudi ve Hıristiyanlarda kimseye uzanmıyor mu? Neden Budistler veya Hindularla diyalogunuz yok? Kuran, tebliğ kapısı aralayan bir diyalogu, müşriklerle kurmayı bile teşvik etmektedir. Sizin Yahudi ve Hıristiyanlar dışında biriyle diyalogunuz neden yok? Hatta süper Hıristiyan güçler dışında bir Hıristiyan ülke ve kitleyle bile diyalogunuz yok! Varsa yoksa Vatikan ve ABD. Orada sizi cezbeden 'Allah rızası mı' yoksa para ve güç mü? Allah rızası yoksul ve çaresiz kitlelere yönelmenizi gerektirmez mi?"
"...sizin diyalog kurduğunuz Hıristiyanlık ise Allah-nebi münasebetini baba-oğul münasebeti olarak belirler. Bu durumda Kuran’ın kalbi olan o İhlas Suresi'ndeki tevhit ilkeleri ne olacaktır? ...  Yahudi Pavlus, Kuran’ın kabul ettiği peygamberlerden biri midir?"

"Batılı-Haçlı kurmaylar, Türkiye'yi İslam dünyasına 'model' göstermek üzere Ilımlı İslam ihanetini pazarlarken dertleri Müslümanlar için model üretmek değil, İslam dünyasında Atatürk sayesinde farklı hale gelen Türkiye'nin bu farklılığını ortadan kaldırmaktır. Model göstermek adı altında yapılmak istenen, bizi model olmaktan çıkarmaktır."
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK

13 Ocak 2016 Çarşamba

Başbakanlık "Cuma İzni Genelgesi"nin İptali İçin Açılan Dava Dilekçesi



Sayı   :2016/003
 Konu: Başbakanlık Cuma Genelgesi Dava Dilekçesi                        13.01.2016                                                                                                                                        
 
BASIN AÇIKLAMASI
Başbakan Ahmet Davutoğlu imzasıyla 8 Ocak 2016 Tarihli ve 29587 Sayılı Resmî Gazete de yayımlanan Cuma İzni ile İlgili 2016/1 Sayılı Başbakanlık Genelgesinin TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ 2, 10.14.19 ve 24 ve maddeleri – 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu 3-122- 216-219. Maddelerine aykırı olduğu ve Atatürk İlke ve Devrimlerine karşı kalkışmanın kilometre taşını oluşturduğu gerçeğinden hareketle,
Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şube Başkanı Mahmut ÖZYÜREK  “Genelgenin Yürütmesinin Durdurulması ve İptali” İstemi ile Danıştay Başkanlığına sunulmak üzere Isparta İdare Mahkemesine 13.01.2016 Çarşamba günü başvurusunu yapmıştır..
Başvuru dilekçesi ekli dosyadadır.
Basın Kuruluşlarına ve Kamuoyuna duyurulur..

YÖNETİM KURULU ADINA:                                   Mahmut ÖZYÜREK
                                                                                      Ulusal Eğitim Derneği
                                                                                      Isparta Şube Başkanı 



DANIŞTAY BAŞKANLIĞI’NA
                                                                           ANKARA
(Sunulmak üzere)
İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
ISPARTA
Yürütmenin Durdurulması ve iptali istemlidir
DAVACI                   :         Mahmut ÖZYÜREK (40.045.495.034) Piri Mehmet Mh. Mimar Sinan Cd.  
                                                Uslu  Ün Psj. K:2 No:17 ISPARTA
DAVALI          :           T.C Başbakanlık/ ANKARA

D.KONUSU     :           8 Ocak 2016 Tarihli ve 29587 Sayılı Resmî Gazete de yayımlanan Cuma İzni         ile İlgili 2016/1 Sayılı Başbakanlık Genelgesi
TARİHİ           :           13 Ocak 2016
AÇIKLAMALAR      :  
Başbakan Ahmet Davutoğlu imzasıyla 8 Ocak 2016 Tarihli ve 29587 Sayılı Resmî Gazete de yayımlanan Cuma İzni ile İlgili 2016/1 Sayılı Başbakanlık Genelgesinde "Anayasa ve ilgili mevzuatla güvence altına alınan dini inanç hürriyetinin bir gereği olarak; cuma namazı saatinin mesai saatine denk gelmesi halinde, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlardan isteyenlere mesai kaybına neden olmadan izin verilir" denilmektedir.
Genelge, kamu çalışanlarının cuma günü mesailerinin, cuma namazı öncesi öğle tatiline girecek ve namazın bitiminden sonra tekrar mesaiye başlayacak şekilde düzenlenmesini öngörüyor.
Anayasa açısından;
Söz konusu “Cuma İzni Genelgesi” yani Kamuda mesainin “Cuma namazına göre” ayarlanması Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına açıkça aykırılık oluşturmaktadır. “Genelgeler, tüzükler, yönetmelikler yasalara ve anayasaya aykırı olamaz”.
1.    Anayasanın “Başlangıç” kısmındaki, lâiklik ilkesinin gereği olarak “din politikaya ve devlet işlerine kesinlikle karıştırılamaz.” Anayasa’nın değiştirilemez/değiştirilmesi teklif edilemez 2. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti “başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” Yani Türkiye Cumhuriyetinin toplumsal/siyasal yaşamın temel dayanaklarından birisi ve en önemlisi “demokratik, laik bir hukuk devleti” olma niteliğidir. Bu genelge ile Cumhuriyetin “laik” niteliği ve “hukuk devleti” ilkesi açıkça ayaklar altına alınmıştır. 
Bu genelge ile din, kendisini devletin hukuk sistemine göre değil, devlet kendisini dine uydurmaktadır.Üstelik bu  inanç özgürlüğü adı altında dayatılmaktadır. Laik hukuk, laik devlet ve inanç özgürlüğü ile bağdaşmayan bu durum, Anayasa’nın 2nci maddesine aykırılığın yanında, açıkça bir karşı devrim niteliğindedir.
2.    Yine Anayasa`nın Kanun önünde Eşitliği düzenleyen 10. Maddesine göre “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.”
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
Bu genelge ile yapılan uygulama ayrımcılık içermekte olup, eşitliğe de açıkça aykırıdır.  Sadece belirli bir din yönünden, devlet organlarının işlemleri biçimlendirilmektedir. İnanç özgürlüğü adı altında, laik hukuktan kopuş ve siyasal İslam’ın kuşatılmışlığı ortaya çıkmaktadır.
3.    Cuma namazı izni adı altında yaratılacak psikolojik baskı ile Sünni İslam dışındaki her mezhep ve dine ait insanlarla, ateistler ve milyonlarca laik memur da ezilecektir. Bunlar; terfi ve tayin baskısı ile cumaya gidecekler; böylece memurlar zorla gerici/terörist siyasal İslam’ın bir elemanı haline getirilecektir. Kamuda “kanun önünde eşitlik” yok edilecektir.


Bu düzenleme ile (Cuma namazını izne bağlamak), izin isteyen ve istemeyenlerin, 'Cuma namazı kılanlar ve kılmayanlar’ın kolayca fişlenebileceği bir ortam yaratmaktadır.
Genelgeyi bu yönüyle Anayasa’nın kişi özgürlüğü ve güvenliğini güvence altına alan 19. maddesiyle bağdaştırmak olanaksızdır.
4.    Genelge ile öğle tatili saati Cuma namazına göre ayarlanmamakta; isteyen memura o saatlerde izin verilmesi öngörülmektedir.
Belirtmek gerekir ki, kamu görevlisine izin verme yetkisi hiçbir yasada doğrudan Başbakan’a verilmemiştir. Genelge bu yönden hukuksal sakatlık içermektedir.. 657 sayılı yasaya göre  izinler “merkezlerde atamaya yetkili amirler, illerde valiler, ilçelerde kaymakamlar ve yurt dışında, diplomatik misyon şefleri tarafından, birim amirinin muvafakatiyle” verilir.Başbakanın doğrudan izinlere müdahalesi ilgili yasaya aykırılık oluşturmaktadır
Genelgede verilecek izin açıkça dini gereğe dayandırılmaktadır.  Hiç kuşkusuz bir normun, bir yazılı kuralın, bu kural "velev ki" genelge ile düzenlenmiş olsun, dini gereklere dayandırılması Anayasa’nın çeşitli düzenlemelerinde tanımlanan laiklik ilkesine açıkça aykırıdır.
Çünkü Anayasa’nın 24. maddesinde, "Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzeninin kısmen de olsa, din kurallarına dayandırılması" yasaklanmıştır. Ve yine aynı maddede bir başka önemli kural daha getirilmiş ve "dinin, din duygularının ya da dince kutsal sayılan değerlerin siyasi çıkar sağlamak amacıyla kullanılması" da yasaklanmıştır. Anayasanın değişik kısımlarında tanımlan laiklik ilkesi gereği, kamusal ve toplumsal alandaki hiçbir düzenleme, dini kurallara dayandırılamaz. Bu bağlamda laiklik ilkesi, Cuma namazı nedeniyle özel izin verilmesine de engeldir.
T.C. Anayasasının Din ve Vicdan Hürriyetini düzenleyen 24. Maddesi bu özgürlüklerin kullanılmasını  "14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak” koşuluna bağlamıştır.
14. maddede ise, “Anayasada yer alan tüm hak ve özgürlüklerin kullanılması, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkesini zedelememe” koşuluna bağlanmıştır. Demek ki, ibadet özgürlüğünün önünde Cumhuriyet’in laiklik ilkesi sınırlaması vardır. Öyleyse, Cuma namazı izninin gerekçesi inanç özgürlüğü olamayacağı gibi ibadet özgürlüğü de olamaz.
5.     Cuma namazı izni bir başka yönden de anayasaya aykırıdır. Anayasa’nın yine aynı maddesinde,( Din ve Vicdan Hürriyetini düzenleyen 24. Maddesi) "hiç kimsenin, ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı" yazılıdır.
Böylesine bir düzenleme, hem Cuma namazına gitmek için izin isteyenler, hem de istemeyenler yönünden "dini inancını açıklamaya zorlama" anlamındadır. Hatta namaza gitmeyecekler yönünden, yukarıda da vurgulandığı gibi, aynı zamanda "fişlenme" korkusuyla "ibadete katılma zorlaması" anlamına da gelmektedir. Ve tüm bu zorlamalar Anayasa’nın belirtilen kurallarıyla bağdaşmamaktadır.
İsteyenin yararlanacağı ifadesi kullanılması, yararlanan ve yararlanmayanın özel durumlarını da ortaya çıkaran ve ortaya koyan yönüyle, fiilen herkesin bu kapsamda ve yararlanma yolunda irade ortaya koymasına yol açacaktır.
6.    Türkiye’nin en doğu ve batısı arasında 75 dk. Zaman farkı vardır. Namaz saatlerinin değişkenlik göstermesi karşısında, artık çalışma saatleri konusunda ülkenin her yerinde farklı uygulama söz konusu olacaktır. Çalışma saatleri konusundaki genel olarak ulusal birlik ortadan kalkacaktır. Bu durum, 1925 tarih ve 697 sayılı Yasa’ya çok açıkça aykırıdır. Çalışma saatleri, Cuma günü için ezani saat sistemine göre biçimlenmektedir. Ezani saat sisteminin terkedilmesi ve modern saat sistemine geçilmesi 1909 yılında Osmanlı Mebusan Meclisinde tartışılmış ve kabul edilmemiş, Cumhuriyet döneminde 697 sayılı Yasa ile söz konusu olmuştur.
Şimdi bu sistem çalışma saatleri üzerinden ve Cuma günü ile başlanılarak delinmektedir. Yapılan işlem, çalışma saatleri uygulamasında, alafranga/modern saat sisteminden kopuşun başlangıcıdır.
Diğer yandan söz konusu genelge ile Eğitim kurumlarında Eğitim sürerken, ders ve eğitime ara verilerek, dini ibadet öne çekilmekte, eğitim sistemi de felç edilmekte, bu yolla ortada kalan öğrenciler veya diğer kişiler için de, eğitim yerine ibadet geçirilerek, bu durumun yönlendirici bir boyut yaratmasına yol açılmaktadır.
7.    Türk Ceza Kanunu’nu açısından
a.    Türk Ceza Kanununun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi”ni düzenleyen 3. Maddesi 2. fıkrası
MADDE 3. - (2) Ceza Kanununun uygulamasında kişiler arasın-da ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, millî veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınamaz.
 Ayırımcılık
b. MADDE 122. - (1) Kişiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım yaparak;
a) Bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya bir hizmetin icrasını veya hizmetten yararlanılmasını engelleyen veya kişinin işe alınmasını veya alınmamasını yukarıda sayılan hâllerden birine bağlayan, (Yahudi’ye mal satmam, ihale vermem diyemezsin)
b) Besin maddelerini vermeyen veya kamuya arz edilmiş bir hizmeti yapmayı reddeden,
c) Kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen,
Kimse hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası verilir.
Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama
c. MADDE 216. - (1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet ve-ya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
d. 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu 219 maddesi “Görev sırasında din hizmetlerini kötüye kullanma” gereğince “suça” konu oluşturmaktadır.
Geçmişte;
a)   1975 yılında Bayındırlık Bakanlığı Karayolları Genel Müdürlüğü 8.8.1975 günlü, 461-28/22151 sayılı genelge ile “Cuma günlerine ilişkin çalışma saatleri namaz saatine göre” düzenlemiş,
b)   13.01.1997 günlü, 97/9022 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile “ramazan ayı boyunca geçerli olmak üzere çalışma saatleri iftar saatlerine göre yeniden düzenlenmiş”
Ancak her iki düzenlemenin de (hukuki deliller 2-3) Danıştay ilgili dairelerince tarafından Yürütmesi durdurulmuş ve iptal edilmiştir.
HUKUKİ NEDENLER:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ 2, 10.14.19 ve 24 ve maddeleri – 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu 3-122- 216-219. Maddeleri
HUKUKİ DELİLLER          :          
1-8 Ocak 2016 Tarihli ve 29587 Sayılı Resmî Gazete de yayımlanan Cuma İzni ile İlgili 2016/1 Sayılı Başbakanlık Genelgesi
2- Danıştay. 8.Dairesi; 02.03.1976 günlü, E.1975/1993, K.1976/642 sayılı karar
3- Danıştay.12.Daire; 28.01.1997 günlü, E.1997/151 sayılı karar
SONUÇ VE İSTEM   :          
Yukarıda sunulan ve açıklanan, ayrıca mahkemenizce re’ sen araştırılacak konular da dikkate alınarak;
1-          08Ocak 2016 Tarihli ve 29587 Sayılı Resmî Gazete de yayımlanan Cuma İzni ile İlgili 2016/1 Sayılı Başbakanlık Genelgesi’nin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2, 10,14,19 ve 24 ve maddelerine aykırılık – 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu 3-122- 216-219. Maddeleri gereğince “suça konu” oluşturması nedeniyle, kamusal alanda yaratacağı sakıncaları nedeniyle öncelik ve ivedilikle YÜRÜTMESİNİN DURDURULMASINA, Mahkemenizce yapılacak yargılama sonunda söz konusu genelgenin İPTALİNE karar verilmesini, 
2-           İşlemin 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın 106. maddesi kapsamında kalması nedeniyle, konunun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na da iletilmesinin sağlanmasını ARZ VE TALEP EDERİM.

EK:  1 Başbakanlık Genelgesi
         2- Nüfus Cüzdanı Örneği                     

Mahmut ÖZYÜREK
https://ssl.gstatic.com/ui/v1/icons/mail/images/cleardot.gif