30 Ocak 2016 Cumartesi

“Saraylar saltanatlar çöker, kan susar bir gün, zulüm biter”



Isparta Valiliği 08.01.2016 tarih ve ( 81380)-14 sayılı Vali a. Vali Yardımcısı Fevzi GÜNEŞ imzası ile İlçe Kaymakamlıklarına ve İl sınırları içindeki tüm Kamu ve Kuruluşlarına yazılı emir genelgesi yayınlıyor.
Yazı aynen şöyle;
“Son günlerde ülkemizde meydana gelen terör olaylarının artışı ile birlikte Cumhurbaşkanımıza ve devlet büyüklerimize yönelik yapılan hakaret içerikli paylaşım ve suçlamalarla ilgili olarak ivedilikle yasa gereği 5237 sayılı TCK’nın 299 ve 125. Maddeleri gereğince işlem yapılması gerekmektedir.
Özellikle bireysel olarak Cumhurbaşkanımıza ve devlet büyüklerimize karşı yapılan hakaret olaylarında olaya karışan kişinin amacı, bağlantılarının tespiti olayın gerçek sebebinin ortaya çıkarılabilmesi için;
 Cumhurbaşkanımıza ve devlet büyüklerimize karşı yapılan hakaretlerle ilgili olarak kurumunuzda çalışanlarla ilgili olarak yapılan ve yapılmakta olan ayrıca ilerleyen zamanlarda yapılacak olan idari işlemlerin tarafınızca takip edilmesini, adli işlemler için ise il Emniyet Müdürlüğümüze bilgi verilmesini
Rica ederim”
   Bu genelgede Isparta Valiliği öncelikle  Cumhurbaşkanına ve devlet büyüklerine yönelik yapılan hakaret” iddiasını “terör” eylemi saymak gibi bir hukuksuzluğa daha ilk cümlede düşmüş oluyor.
İkici olarak, genelgeye göre kurum ve kuruluş Amirleri/Müdürleri kurumunda çalışanlarının internet haber siteleri ve sosyal medya hesapları (e-posta, facebook, twitter, linkedin vb.)takip edecek ve kendince Cumhurbaşkanına ve devlet büyüklerine yönelik “hakaret içerikli paylaşım”lar görürse, İdari işlem yapılmak üzere Valiliğe, adli işlem yapılmak üzere Emniyet Müdürlüğüne bildirecek.
   Yani Kurum amirleri kurumunda çalışanlarının Anayasal güvence altında olması gereken kişisel verileri nedeniyle fişleyecek, yalnız fişlemekle kalmayacak, valiliğe ve Emniyet Müdürlüğüne ihbar edecek.               
Peki, Kurum Müdürü kendi gibi düşünmeyen, hoşlanmadığı, görüşlerine katılmadığı bir çalışan hakkında fişleme ve ihbarda bulunabilir mi? Bulunur elini tutan mı var, hazır vali de genelge ile bu yetkiyi kendine vermiş!
Sn. Vali Bunu bilmez mi? Bilir.
Fişleme, Ceza Kanunu 134/135. Maddelerine göre suçtur. Kişilere hukuk dışı saldırı ve fişleme eylemi meslekten atılma nedenidir. Ayrıca memurlara yapılan bu uygulama ve yaptırımlar 657 sayılı yasaya da aykırıdır. Kişisel verileri hukuk dışı kaydetmek ağır insanlık suçudur.
Vali,  Kurum amirlerini işte bu “ağır insanlık suçunu” işlemeye teşvik ediyor.
Diğer taraftan kamu çalışanının internet haber siteleri ve sosyal medya hesaplarındaki paylaşımların suça konu olup olmadıklarına, suçun işlenip işlenmediğine hukuk düzeni içinde valiler, kaymakamlar, kurum ve kuruluş amirleri değil yargı karar verir. Soruşturma ve araştırmayı ise Cumhuriyet savcıları yapar.
Isparta Valiliğinin bu emir/genelgesi Anayasaya aykırıdır. Yürürlükteki TC Anayasasının 25. maddesinde  Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz”
26. maddesinde ise “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”  Demektedir.
Yine TC Anayasasının 14. maddesinde; “Anayasa hükümlerinden hiçbir Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasa’da belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.” Hükmü yer almaktadır.
Bu Genelge, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ifade özgürlüğünü düzenleyen hükümlerine, ayrıca AİHM’ in emsal kararlarına ve Anayasal düzenin temeli olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesine de aykırılık oluşturmaktadır.  Çünkü suça ilişkin soruşturma savcılık makamınca yapılabilir. Valilik makamının soruşturma, kovuşturma yapmaya kalkışması durumunda, Yargı devre dışı bırakılacaktır.
Düşünce özgürlüğü ve dolayısıyla eleştiri, demokratik toplumlarda vazgeçilmez bir haktır. İfade özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenilmeye değmez görülen haber ve düşünceler için değil, devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bu demokratik toplum düzeninin ve çoğulculuğun gereğidir. Eleştiri de kaynağını bu özgürlükten alır, eleştirinin doğasından kaynaklanan sertlik suç oluşturmaz, eleştiri övgü olmadığına göre, sert, kırıcı ve incitici olması da doğaldır.
Toplumun azımsanmayacak bir kesiminin yolsuzluk olduğunu kabul ettiği, fail-i meçhullerin aydınlatılamadığı, katliamların yaşandığı, muhalifler üzerinde kolluk güçleri, yargı ve medyanın ciddi bir baskı aracı olarak kullanıldığı bir ülkede, kimilerinin Cumhurbaşkanına hakaret olarak saydığı ifadeler ucuz, yersiz ve anlamsız, aşağılama amaçlı sözler değil, aslında belli ölçüde olgulara dayanan, yönetim biçimine ve izlenen siyasete ilişkin ağır, sert politik eleştirilerdir ve bir muhalefet etme aracıdır.”
Isparta Valiliğinin söz konusu genelgesi ise toplumsal muhalefetin her türlü eleştirisini Cumhurbaşkanına ve devlet büyüklerine hakaret suçu sayarak,  yaratılmaya çalışılan korku imparatorluğuna karşı halkın sindirilmesi, sessizliğe, suskunluğa itilmesi ve muhalefet etme araçlarının kullanımını engellemeye yönelik faşizan girişimin bir parçasıdır.
2015 Türkiye’si hukuk tanımayan, anayasa tanımayan bir iktidarla ya da otorite ile karşı karşıyadır. Dünyada Cumhurbaşkanı’nı başbakanı eleştirmenin “ağır suç”  sayıldığı bir başka “ileri demokrasi” ülkesinin olduğunu sanmıyoruz.
Son söz olarak Sn. Valiye bir hatırlatma yapalım. En güçlü diktatörlükler bile sonunda yıkılır. Kendilerinden ve onlara hizmette kusur etmeyenlerden mutlaka hesap sorulur ve sorulmuştur.  Sonra da tarihin çöplüğüne atılırlar. Tarih bu diktatörlerin hazin sonlarını anlatan belgelerle doludur.
….
Saraylar saltanatlar çöker, kan susar bir gün, zulüm biter.
Menekşeler açar üstümüzde, leylaklar da güler.
Bugünlerden geriye, Bir yarına gidenler kalır, Bir de yarınlar için direnenler.
// Adnan YÜCEL//

30 Ocak 2016 Isparta
Mahmut Özyürek




29 Ocak 2016 Cuma

95 yıl önceki katliam aydınlanıyor mu?



 Suphi’yi benim için öldürdüler!”
95 yıl önceki katliam aydınlanıyor mu?
Bundan 95 sene önce, 1921 yılının 28/29 Ocak gecesi, Türkiye Komünist Partisi’nin kurucusu ve başkanı Mustafa Suphi, parti genel sekreteri Ethem Nejat ve 13 yoldaşı Trabzon’da bindirildikleri bir teknede katledildiler… Bedenleri Karadeniz’in soğuk ve karanlık sularına atıldı… Bir daha hiç birinden haber alınamadı…
Formun Altı
Türkiye Komünist Partisi (TKP)* geleneğinin takipçileri, her yıl ocak ayında bu geleneğin kurucu önderi Mustafa Suphi’yi saygı ve acıyla anarlar… Düzenlenen tören ve gecelerde Mustafa Suphi ve ilk TKP’lilere ait bilgiler paylaşılır, şiirler, marşlar, şarkılar okunur… Örneğin ‘Anadolu Şuraları Hükümeti var olsun…’ diye başlayan marş o günlerden kalmadır… Eski tüfekler arasında mutlaka hala hatırlayanlar vardır…
Nazım Hikmet’in Karadeniz’de katleden 15 yoldaşa dair ‘15’lere’ diye bilinen ünlü şiirleri bu anma törenlerinin vazgeçilmezleri arasındadır…
Nazım’ın bu komünist katliamın şehitleri için yazdığı şiirin ‘Kalbim yine çarpıyor, kalbim yine çarpacak’ dizeleri her genç komünistin kalbine onları katleden Burjuvazi’ ye karşı derin bir mücadele azmiyle kazınır…
TKP geleneği ve Nazım’ın şiirleri bu katliamdan dönemin Ankara yönetimini, yani Mustafa Kemal’i sorumlu tutarlar… Genel kanı, Mustafa Kemal’in o dönemde hayli karışık olan Ankara’da siyasi gücü elinden kaçırmamak için hem sahte bir Komünist Partisi kurdurttuğu, hem de Kazım Karabekir aracılığı ile yolladığı talimatlar ile Rusya’dan gelen Mustafa Suphi ve TKP heyetini, Trabzon’dan bir tekne ile Rusya’ya geri yollattığı ve yolda da öldürttüğü şeklindedir…
‘ENVER’ KİTABINDA YENİ İDDİA BELGESİ
Ancak, gazeteci-tarihçi Murat Bardakçı’nın İş Bankası Yayınları tarafından Kasım 2015’te satışa sunulan ‘Enver’ isimli 780 sayfalık dev belgesel-kitabında ilk kez yayınlanan bazı mektuplara göre, Enver Paşa, Mustafa Suphi cinayetini kendi taraftarlarının, kendisi adına işlediğini öne sürmektedir…
Bu yazıda, daha önce çeşitli yazarlar tarafından benzer iddialar öne sürülmüş olsa da, Türkiye kamuoyunun gündemine ilk kez bu mektuplarla eşliğinde, belgesiyle gelen bu ‘Suphi’yi Enverciler öldürdü’ iddiasını, mercek altına almaya çalışacağız…
Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldürten Trabzon’daki Kayıkçılar Kâhyası (Reisi) Yahya Kâhya’dır. Yahya Kâhya o dönemde Enver’in adamı olarak bilinir. Hatta 1921’de bir süre Trabzon’a gelerek kalan (Enver’in amcası) Halil Paşa’nın Yahya Kâhya’nın adamları ile Enver’i Anadolu’ya geçirmek istediği söylentisi yayılır. Halil Paşa Ankara’nın baskısı ile 1921 yazında iki ay kadar kaldığı Trabzon’u terk eder, Batum’a gider ve orada Enver Paşa ile buluşur. Enverci Yahya Kâhya aynı dönemde, Ankara’nın (Mustafa Kemal’in) yolladığı istihbarat müdürü Feridun Kandemir’i de tehdit ve zorbalıkla Trabzon’dan uzaklaştırmaya çalışır… Yani Yahya Kâhya, Ankara’dan çok Enver’e bağlıdır…
Enver Paşa Sakarya Savaşı boyunca (23 Ağustos-13 Eylül 1921) Mustafa Kemal’in yenilgisi halinde, Sovyet desteği ile Anadolu’ya geçmek için Batum’da bir tren içinde bekler. Mustafa Kemal Sakarya savaşından galibiyetle çıkınca, Enver Paşa Anadolu’ya geçme umudunu yitirerek, Orta Asya’ya yönelir. Enver Paşa bir yıl sonra 4 Ağustos 1922’de Buhara’da Bolşeviklerle giriştiği bir çatışmada öldürülecektir.
Şimdi dönelim Mustafa Suphi katliamına…
Yahya Kâhya da bu katliam nedeniyle Karabekir’in emriyle 1921’de tutuklanıp, Sivas’ta yargılanır ve beraat eder. Daha sonra Yahya Kâhya’nın ‘Sanki ben bu işi tek başıma mı yaptım, çok üstüme varırlarsa her şeyi açıklarım’ demeye başlar…
Yahya Kâhya bir yıl kadar sonra 3 Temmuz 1922’de faili meçhul bir cinayete kurban gider. Cinayeti Topal Osman’ın adamları ile birlikte Mustafa Kemal’in Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı Tekçe’nin işlediğini, yıllar sonra Tekçe, verdiği bir röportajda kendisi açıklamıştır. Enver Paşa da Yahya Kâhya’nın öldürülmesinden tam bir ay sonra (4 Ağustos 1922) Orta Asya’da çatışmada can verecektir…
ENVER NE DİYOR?
Peki, Mustafa Suphi’yi Yahya Kâhya aracılığı ile kim öldürtmüştür?
Şimdi gelelim Murat Bardakçı’nın yeni kitabındaki yeni Enver Paşa-Mustafa Suphi iddiasına…
‘Enver’ kitabının 241. Sayfasında şu satırlar yer alıyor:
‘’(Enver) Mustafa Suphi’den ilk defa 20 Şubat 1921’deki mektubunda ‘…Bu sırada burada komünist olmuş ve Rusların hemen oyuncağı olan Suphi ve rüfekasının Trabzon’dan kaçmaya mecbur olduklarını ve galiba bir tarafta öldüklerini söylediler’ diye bahseder. Dört gün sonra Mustafa Suphi’nin ‘kendisinin aleyhinde bulunduğu için öldürüldüğünü’ iddia eder ve ‘bunun kendisi için yapılmış olmasından memnun olduğunu’ yazar.
‘…Komünist Partisi Reisi Suphi Bey, Bakü’de aleyhimde bulunduğu için biçareyi Trabzon’da evvela karla tükürükle hamallar epeyce ıslattıktan sonra bir motorbotla Batum’a iade etmek üzere yola çıkarmışlar. Hâlbuki yanına yüz yirmi bin Rus altını olduğundan kendisini zanlarınca yolda öldürmüşler paralarını almışlar. Mamafih bunu benim için yaptıklarından memnun olduğumu ve başkasına söylememelerini tembih ettim. Bence düşman da olsa, mademki Müslüman, böyle olmamalıydı. Fakat ne çare yazılan çekilirmiş.’ (Enver Paşa’nın 24 Nisan 1921 tarihli mektubundan)’’
(Bak: Enver-Murat Bardakçı-İş Bankası Yayınları-Kasım 2015-Sayfa 241)
Enver Paşa daha sonra Mustafa Suphi’nin öldürülmesinden dolayı Bolşeviklerin üzgün olduklarını, hadiseden Türkiye’yi sorumlu tuttuklarını, ancak cinayetin Ankara’ya verdikleri desteği etkilemeyeceğini söylediklerini anlatır.
Enver Paşa 9 Eylül 1921 tarihli bir mektubunda da şunları yazar:
‘’…Hatta Orjenidçe ‘Biz arkadaşlarınızdan Yahya Kâhya’nın Suphi ve rüfekasını öldürttüğünü bilmekle beraber yine bunu düşünmeyerek, yalnız kuvvetli bir Türkiye’nin ne suretle meydana çıkması kabil ise ona çalışıyoruz’ dedi.  Böylece bizim partiye her suretle yardım edebileceğini söyledi. Mamafih bu yardımın şimdiye kadar olandan fazla bir şey olacağını zannetmiyorum. ‘’ (Bak: Enver-Sayfa 241)
Stalin’in istihbarat şefi olarak bilinen Orjenidçe’nin Enver Paşa’ya Suphi’yi öldürten Yahya Kâhya için ‘arkadaşlarınızdan’ ifadesini kullanması kuşkusuz anlamlıdır. Bolşeviklerin bu katliamın içinde Enver Paşa’nın ve adamlarının parmağı olduğunu bildiklerini göstermektedir. Buna rağmen Enver Paşa’ya desteklerinin sürmesi, tam da o tarihte (Eylül 1921) Anadolu’daki savaşın kaderinin henüz belli olmaması (Sakarya Savaşı) ve sallantıda olmasıdır.
Bolşevikler, Mustafa Kemal ve milli kuvvetlerin yenilgisi halinde Enver Paşa önderliğinde Sovyetlere bağlı İslami-Bolşevik askeri kuvvetleri, Anadolu’ya gönderme opsiyonunu ellerinde tutmak istemektedirler.
İŞİN ARKA PLANI
Mustafa Suphi (TKP) ve Enverciler arasındaki çekişmenin asıl ortaya çıktığı yer ise 1-7 Eylül 1920 tarihleri arasında Bakü’de toplanan ünlü Şark Milletleri Kurultayı’dır.
Komünist Enternasyonal tarafından düzenlenen bu kurultaya 29 milletten 2000 kadar delege katılır. Kurultay’ın başkanlığını Zinovyev yapar.
Türkler 235 delege ile Kurultay’ın en kalabalık grubunu oluştururlar. Türkler arasında ise birbiri ile çekişen üç grup vardır: Mustafa Kemal’e bağlı Ankara Hükümeti temsilcileri, Türk komünistleri (Mustafa Suphi ve arkadaşları) ve İttihatçılar (Kurultay’a katılan Enver Paşa ve arkadaşları).
Kurultay’da Enver Paşa’nın konuşmasına izin verilmez, ancak Enver Paşa bir locada oturarak kurultayı izler. Dördüncü gün Enver Paşa’nın bir bildirisi kurultayda okunur. Komünistler (Mustafa Suphi ve ekibi) bu sırada salonda şiddetle Enver Paşa aleyhine tezahürat ve protestoda bulunurlar. ‘Kurultay’a değil, halk mahkemesine!…’ diye bağırırlar… Enver Paşa ve taraftarları bunu unutmayacaktır! Enver Paşa daha sonra Mustafa Suphi’nin öldürülmesinden sonra yazdığı (yukarda verdiğimiz) mektupta, kendisine karşı bu protestoyu cinayet nedeni olarak gösterecektir…
TKP BAKÜ’DE KURULUR
Mustafa Suphi önderliğindeki ilk Türkiye Komünist Partisi (TKP) 10 Eylül 1920’de Bakü’de kurulur. Partinin kurucuları Mustafa Suphi ile birlikte Bakü’de Doğu Milletleri Kurultayı’na (1-7 Eylül 1920) katılan Moskova’ya bağlı Türk komünistleridir. TKP’ye Mustafa Suphi başkan, Ethem Nejat ise genel sekreter seçilirler. Trabzon’daki katliamda 15’ler içinde Suphi ve Nejat ile birlikte bu ilk kuruculardan bazı isimler de vardır.
Mustafa Kemal ise Moskova’ya bağlı bu TKP’ye karşı Ankara’da bir ay sonra 18 Ekim 1920’de kendi TKP’sini kurdurtur. Kurucular arasında Yunus Nadi, Celal Bayar, Refik Koraltan gibi Mustafa Kemal’e bağlı eski İttihatçılar vardır.
YEŞİL ORDU VE ÇERKES ETHEM
Aynı dönemde Ankara’da ve Anadolu’da bir de gizli ‘Yeşil Ordu’ teşkilat kurulmuştur. Mustafa Kemal Nutuk’ta Yeşil Ordu’dan etraflıca bahseder. Yeşil Ordu yandaşları, Enver Paşa önderliğinde Bolşevik-İslam Ordusu’nun Rusya’dan gelip Türkiye’yi kurtaracağı propagandasını yaparlar. Yeşil Ordu’nun Türkiye’deki bayraktarlığını ise bir süre sonra Çerkes Ethem ve çetesi üstlenir. Teşkilatı Mahsusa’nın ünlü reislerinden Kuşçubaşı Eşref bu tarihlerde Çerkez Ethem ile beraber ve onun yanındadır.
ENVER’E GAZ VEREN KUŞÇUBAŞI’NIN KARDEŞİ HACI SAMİ
Kuşçubaşının kardeşi Hacı Sami Bey ise Moskova’da Enver Paşa’nın yanındadır ve onu sürekli olarak Anadolu’ya geçip, idareyi eline alması için teşvik etmektedir. Bu Hacı Sami daha sonra Enver Paşa’yı Buhara’da Basmacılar’a katılarak girişeceği maceraya kışkırtan ve bir yıl sonra ölümüne neden olan aynı kişidir.
Hacı Sami çeşitli maceralardan sonra 1927’de Sisam adasından Yunanlıların emriyle Mustafa Kemal’e suikast düzenlemek için Anadolu’ya geçecek ve Ayvalık civarındaki Madran’da jandarma ile girdiği çatışmada öldürülecektir.
RUSYA’DA SUPHİ-ENVER ÇEKİŞMESİ
Buraya kadar anlatılan tabloda ortaya çıkan gerçekler şöyle özetlenebilir:
1920 yılı Eylül ayından 1921 yılı Eylül ayına kadar geçen sürede, Mustafa Kemal ve arkadaşları Ankara’da milli mücadeleyi Meclis üzerinden yürütmek ve TBMM Hükümeti’ne bağlı düzenli bir ordu kurmak ve işgalci Yunan ordusunu ülkeden atmak için uğraşmaktadırlar. Bu sürede Mustafa Kemal Sovyetler’ den destek ve yardım almaya çalışmakta ve buna çok önem vermektedir.
Sovyetler’ de ise yüzünü Anadolu’ya dönmüş, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başarısızlığı halinde Anadolu’da milli mücadelenin liderliğini almaya aday iki grup vardır: Enverci İttihatçılar ve Komünistler. Bunlar da kendi aralarında çekişmektedirler. Moskova, Mustafa Suphi ve TKP’yi desteklemektedir. Ancak Enver’e ve arkadaşlarına da İslam İhtilalcileri Cemiyeti üzerinden yardım yapmaktadır.
ENVERCİ-KOMÜNİST ÇEKİŞMESİNİN ANA NEDENİ
Enverciler ve Mustafa Suphi (Türk komünistleri) arasındaki bu çekişme, arkasına Sovyet desteğini alarak Anadolu’da (Türkiye) kimin hâkim olacağı üzerinedir. Bu hâkimiyet için Müslüman esir ve askerlerle, Bolşevik İslamcılardan 1500-5000 kişilik bir askeri güç oluşturulması düşünülür. Ama bu güce kimin önderlik edeceği henüz belirsizdir. Enver mi, Mustafa Suphi (TKP) mi? Sovyetler’ deki Türkler arasında Enverciler-Komünistler (Suphi yandaşları) kavgası bunun üstünedir. Yani Sovyet desteği ile Anadolu’da kimin hâkim olacağı kavgasıdır…
Enver, ‘İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı’ isimli teşkilatı 1920 yazında Moskova’da kurar. Bu örgütü 1 Eylül 1920’de Bakü’de toplanacak Doğu Milletleri Kurultayı’na yetiştirmek için kurar. Bu örgüt adına Kurultay’a bildiri sunar. Aslında Doğu Halkları Kurultayı ve İslam-Bolşevik İhtilalleri fikri Sultan Galiyev’indir. Ancak Galiyev’in Bakü’deki bu kurultaya katılması Stalin-Galiyev çekişmesi nedeniyle Stalin tarafından engellenir.
Enver Paşa, Bakü’den Moskova’ya dönünce, 1920 yılında Eylül’ün ikinci haftası (Yani Bakü’de TKP’nin kurulduğu aynı tarihte) İslam İhtilalleri Cemiyeti’nin ilk kongresini toplar. Kendisi başkanlığa seçilir. Halil Paşa ve Hacı Sami de üyeler arasındadır. Bir süre sonra 28 maddelik Halk Şuralar Fırkası program yayınlayıp, Anadolu’ya da yollarlar. Karabekir bu program eline geçince, buna ve Enver’e karşı sert tedbir alınması gereğini Ankara’ya, Mustafa Kemal’e bildirecektir.
Enver Paşa Moskova’da hazırlık yaparken Mustafa Suphi ve arkadaşları daha hızlı davranıp TKP’nin 10 Eylül 1920’de kuruluşundan 3 ay sonra, 28 Aralık 1920’de eşi ve 17 arkadaşı ile birlikte Kars’a gelirler. Onları Kazım Karabekir karşılar. Mustafa Kemal heyetin Ankara’ya gelmesini istemez. Heyet önce Erzurum’a, oradan organize halk protestoları ile Trabzon’a yollanacaktır.
6-11 Ocak 1921 Anadolu’da I. İnönü Savaşı’nın yaşandığı karışık dönemdir.
Aynı tarihlerde (Ocak 1921) Çerkes Ethem’in Ankara’ya karşı ayaklanması başlar. İsmet Paşa kuvvetleri Çerkes Ethem’e karşı harekete geçer. Çerkes Ethem Yunanlılara sığınır. Kuşçubaşı Eşref de onunla birlikte Yunanistan’a sığınır. Mustafa Suphi tam bu kargaşa ortamında çıkar gelir…
28 Ocak 1921’de Mustafa Suphi ve arkadaşları Trabzon’a gelirler, yine protestolar arasında bir motora bindirilip Batum’a yollanırlar. Yahya Kâhya’nın adamları ikinci bir motor ile onlara ulaşıp hepsini katlederler. Suphi’nin eşi çete tarafından Trabzon’a getirilir, bir süre sonra o da öldürülür.
Enver Paşa, Mustafa Suphi’nin katilinden iki ay sonra, Mart 1921’de Moskova’da Halk Şuralar Fırkası adlı partiyi kurar. Bu Envercilerin Partisi’dir. 1921 Eylül ayında, Enver Paşa Batum’da Anadolu’ya geçmeyi beklerken 5 kişi ile bu partinin kongresini toplar ve parti yeniden İttihat ve Terakki Partisi adını alır.
Mustafa Kemal’in Sakarya Savaşı’ndan başarıyla çıkması Enver Paşa’nın hayallerini bozacak ve Paşa yönünü Orta Asya’ya çevirecektir…
KIZIL ORDU KAFKASYA’YA DAYANIR
Ankara Hükümeti açısından olayın bir de Kafkasya’da hâkimiyet mücadelesi yönü vardır. Sovyet yetkili Çiçerin’in 1920 yazında Ermenistan adına Türkiye’den bazı bölgeleri istemesi üzerine, Ankara Hükümeti’nin kararıyla Kazım Karabekir Paşa 15. Kolordu ile Doğu’da ileri harekâta başlar.
Karabekir 1920 Ekim-Kasım aylarında süren askeri harekâtta, Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Iğdır’ı alıp Gümrü’ye kadar ilerler. 22 Kasım 1920’de Gümrü Antlaşması için görüşmeler başlar. 3 Aralık 1920’de Ermenistan Hükümeti ile Gümrü Antlaşması imzalanır. Ancak 4 Aralık 1920’de Kızıl Ordu Ermenistan’ı işgal eder ve Anadolu’nun kapısına, Türkiye sınırına dayanır.
İşte Mustafa Suphi ve arkadaşları Bolşevik Kızıl Ordu’nun Kafkasya’yı işgal ettiği bu 1920 Aralık ayının sonunda Kafkasya’dan Kars’a gelirler. Mustafa Suphi’nin beraberinde 1500 kişilik bir Müslüman esir-kızıl askerlerden oluşan bir askeri kuvvetle Anadolu’ya ve Ankara’ya geleceği söylentisi ise, o günlerde Ankara’yı, Mustafa Kemal’i ve Batı Cephesi Kumandanı İnönü’yü çok tedirgin etmektedir. Bu kuvvetin derhal birliklere dağıtılması için yazışmalar yapılır. Ancak böyle bir kuvvet gelmez…
BAYAR: BU KIŞ KOMÜNİZM GELECEK
O tarihte Ankara’da kurulan (yapay) Türkiye Komünist Partisi içinde yer alan Celal Bayar’ın yarım yüzyıl sonra söylediği (70’li, 80’li yıllar) ve Türkiye siyaset tarihine geçen ‘Bu kış komünizm gelebilir’ sözü muhtemelen 1920’lerin Ankara’sında o kış yaşanan derin korkunun izlerini taşımaktaydı…
Dönemin öyküleri çok boyutludur ve iç içe geçmiştir… Yazdıkça uzayıp gider…
Özetlenecek olursa, Ankara ve Mustafa Kemal 1920-1921 arası Batı’da Yunan ordusu ile savaşmakta, Doğu’da ise Enver Paşa’nın Anadolu’ya dönme tehdidi ve Bolşevik Kızıl Ordu’nun TKP öncülüğünde Türkiye’ye girme ihtimaline karşı önlem almaya çalışmaktadır…
Sovyetler Mustafa Kemal’i desteklerken, TKP veya Enver Paşa aracılığı ile Anadolu’da doğrudan hâkimiyet ihtimalini de düşünmekte ve bu opsiyonu gelişmelere göre değerlendirmektedirler…
Enver Paşa, muhtemel rakip olarak gördüğü Mustafa Suphi ve TKP’lilerden nefret etmektedir. Anadolu’da Enverciler (Yahya Kâhya), Ankara’nın da istememesi üzerine, Mustafa Suphi ve arkadaşlarına katliamı ve 120 bin altın gibi o günler için büyük bir parayı gasp etmeyi nispeten kolay bir şekilde gerçekleştirirler…
Mustafa Kemal ve Enverciler de, Mustafa Suphi ve TKP’lilerin Ankara’ya gelmesini istemezler… Ankara, Kazım Karabekir aracılığı ile onları Trabzon’dan Batum’a geri gönderir… Ancak belli ki katliamda Envercilerin rolü ve parmağı vardır… Enverci Yahya Kâhya, TKP’lileri katlettirir… Enver’in yeni yayınlanan ‘Benim için öldürdüler’ mektubu bunu doğrulayan önemli bir belgedir…
Mustafa Suphi ve TKP’lilerin tasfiyesinden 7 ay sonra (1921 Temmuz-Ağustos) Enver Paşa Anadolu’ya geçmek için bu kez ciddi olarak uğraşır… Ancak Mustafa Kemal’in 22 gün 22 gece süren Sakarya savaşından zaferle çıkması Enver Paşa’nın dönüş hayallerini sona erdirir…
Enver Paşa, taraftarlarının Mustafa Suphi’yi katletmesinden 1 yıl 6 ay sonra Buhara’da Bolşeviklerle çatışırken can verecektir…
Mustafa Kemal, Sovyet desteği ile Anadolu’da hâkimiyet kurma hesapları yapan iki gücü de tasfiye eder… Türkiye’de TBMM ile kurduğu milletin hâkimiyetini kimseye kaptırmaz…
Türkiye’nin siyasi tarihi her biri ayrı bir macera ve aksiyon filmi olabilecek öykülerle doludur…
Kerem Çalışkan
*Bahsedilen TKP, o yıllarda Bakü’de kurulan TKP’dir. Mirasını sahiplenen ya da aynı adı kullanan çeşitli siyasi kuvvetler olsa da bu kuvvetlerin o TKP ile organik bağı yoktur.
NOT: Bu yazı 5 Ocak 2016 tarihinde odatv. com’ da yayınlanmıştır.

28 Ocak 2016 Perşembe

“Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır. Türkiye yalnızca özleşecektir”




Dünya halklarını kana bulayan, insanlık tarihinin gördüğü en büyük katliam devleti ABD Emperyalizminin Başkan Yardımcısı Joe Biden ülkemize geldi. Biden Başkan Obama'nın sağ kolu, ABD dış politikasının mimarı ABD Başkan Yardımcısı.

Biden’i tanıtmak için daha fazla bir şey söylemeye gerek yok sanırım. Peki, ABD ve AB Emperyalizmin bu akıllı ve kurnaz mimarı niçin geldi Türkiye ye? İşte bu çok önemli.

Biden’ in niçin geldiğini anlamak için insanlık tarihinin gördüğü en büyük katliam devleti ABD’nin ve ABD Emperyalizminin Brüksel Eyaleti Avrupa Birliği ülkelerinin 1900’lü yıllardan bu yana Türkiye ile ilgili olarak izledikleri politikaları bilmek gerek. Çünkü, bu devletlerin dış politikaları iktidarlara göre değişmez.İşbaşına gelen iktidarlar değişir ama politikalar değişmez.

Biz de öyle yapalım.

ABD’li senatör Upshow’un,1927 yılında ABD Senatosu’nda, Lozan hakkında yaptığı konuşması. Aynen aktarıyorum:

“Lozan Antlaşması, Timurlenk kadar hunhar, Korkunç İvan kadar sefil ve kafatasları piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatör’ ün zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar, savaştan bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir diplomatik anlaşmayı kabul ettirmiştir. Buna her yerde ‘Türk Zaferi’ dediler.”

Bir başka Amerikalı parlamenter senatör King aynı yıl senatoda yaptığı konuşmada, Türkiye’de kapitülasyonların kaldırılmış olmasının, uluslararası anlaşmalara aykırı olduğunu söyleyerek; “Türkler cahil, fanatik ve nefret dolu insanlardır” diyordu.

Harvard Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörlerinden Albert B.Hart, öğretim üyeleri arasında topladığı 107 imzalı bir metni, senatörlere ve hükümet yetkililerine göndermişti. Bu metinde şunlar yazılıdır:

“Türklerin Avrupa ve uygar uluslar çerçevesinde yeri yoktur. Kemalist rejim mutlaka çökecek ve milliyetçi Türk Hükümeti’nin amaçları asla gerçekleşmeyecektir”

İngilizlerin çok saygı duydukları, yaşlı Başbakanları Gladstone, 19.yüzyıl sonlarında Türkler için şunları söylüyordu: “İnsanlığın tek insanlık dışı tipi Türklerdir.”

1919 yılında İngiltere Başbakanı Lloyd George’un görüşleri ise şöyleydi: “Türkler, ulus olmak bir yana, bir sürüdür. Devlet kurmalarının ihtimali bile yoktur… Yağmacı bir topluluk olan Türkler, bir insanlık kanseri, kötü yönettikleri toprakların etine işlemiş bir yaradır.”

Konrad Adenauer Vakfı’nın Türkiye Danışmanı, Alman Dışişleri Bakanlığı’nın finanse ettiği Alman Doğu Enstitüsü’nün Müdürü Udo Steinbach, 15 Eylül 1998 günü Lingen Akademisi’nde verdiği konferansta şunları söyledi:

“Sorun, Atatürk’ün bir paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün Türk Devleti ve Türk ulusudur. Sorun, Kemalizm ve Kemalizm’in ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur. Olmadığını Türkiye’de yaşayan Türk–Kürt, Müslüman–laik, Alevi–devlet çatışmalarında görmekteyiz. Bu uyduruk ulusu Atatürk nasıl kurdu? Önce Ermenileri yok ettiler, sonra da Rumları. Kürtleri bugüne dek neden yok etmediler bilinmez.”

“CIA İstasyon Şefi” Paul Henze, 1993 yılında bir rapor hazırlıyor : “21. Yüzyıla Doğru Türkiye”. Ve şu “Sav’ları ileri sürüyor:

“Atatürk ilkeleri soğuk savaş döneminde görevini yapmıştır; ama “yenidünya düzeni” ile birlikte gerekliliği de kalmamıştır. “Klasik Atatürkçülük” ölmüştür. Aydınların imam-hatip okulları konusundaki endişeleri yersizdir. İran ve Arap parası ile desteklenen köktendincilik, Türkiye için ciddi bir tehlike değildir.

Atatürk’e “deccal” diyen Said-i Nursi ve Nurcular ilericidir. Nakşibendiler geriye dönük değillerdir; Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile bağlantıyı sağlayabilirler…”

İngiliz derin devletinden Andrew Duff, Eylül 2005’te şöyle demiş: “Türkiye Avrupa’nın gerçek partneri olabilmek için klasik milliyetçi Kemalizm’le mücadele etmelidir. Devletin gücü azaltılmalıdır. Kemalizm reforme edilmeli ve bu eski liderin fotoğrafları kamu binalarının duvarlarından indirilmelidir. Türkiye artık Kemalizm’de değişme gereğiyle yüzleşmeli. Sadece yasalar, anayasa değil, Kemalizm kültürü ve felsefesi de değişmeli. Türkiye’nin, merkeziyetçi yönetim yapısından adem-i merkeziyetçi (yani federatif yapı) yapıya geçmeye ihtiyacı var. Diyarbakır’da bölgesel otonomiye varacak şekilde merkeziyetçi yapının değişmesi iyi olur. Bunu sadece Güneydoğu için değil diğer bölgeler için de öneriyorum.”

Emperyalizmin sözcülerinden Reiner Albert, Almanya’nın Mannheim kentinde Katolik Teoloji Fakültesi’nde “dinler ve kültürler arası diyalog” dersleri verirken şöyle diyor: “Türklerin Almanya’ya uyum sağlayamamalarının en büyük sorumlusu, Türkiye’de aldıkları Kemalist eğitimdir. Farklılıklara karşı son derece hoşgörüsüz bir ideoloji olan Kemalizm insanları ister istemez, Almanya’ya karşı mesafeli, hatta düşman yapıyor”.

Eski CIA Türkiye şefi Graham FullerBugün Türk devletinin bir sorunu varsa, bu da aslında Kemalizm’in değişmez bir değerler paketi olarak var olmayı sürdürmesidir. Gerekli olan devletin liberalleşmesi ve zaman ve uzam içinde birçok imparatorluğu yönetmiş Türk halkının tarihsel dehasının önünün, kendisini çağdaşlaştıracak şekilde açılmasına izin verilmesidir.

Kemalist “devletçilik” anlayışı da eskide kalmıştır. Dışardan kurum ithal etme politikası ile Türkiye on yıllar boyunca biraz işlevsel bir altyapı kurmayı başardı, ancak ergenlik çağında olan bu ekonomi liberalleşme yönündeki gerçek önemli adımı, 1980’li yıllarda Cumhurbaşkanı Özal’ın özelleştirme ve ekonomiyi yabancı sermayeye açma politikaları ile birlikte atabildi. Nerdeyse Türklerin hepsi devletçi ekonomiyi ulusal pazar ekonomisine dönüştürme ihtiyacını görüyorlar. Aynı şekilde bir zamanlar köklü kültürel devrimin pederşahi programında yer alan “devrimcilik” ve “reformculuk”, bugün sivil toplumun sürekli gelişmesi ve devletin liberalleşmesi olarak anlaşılıyor.

Ufuk Güldemir' in CIA eski Ortadoğu Masası Şefi Graham Fuller' la yaptığı ve 26 Şubat' ta Cumhuriyet' te yayımlanan söyleşisinde en çarpıcı sözler şuydu:"Kemalizm' e son, Osmanlı ile öğünün, Fethullahçı olun!"

Kurt Ziemke Alman asıllı Ortadoğu uzmanı, 1930 yılında ‘Die Neu Türkei’ (Yeni Türkiye) adında bir kitap yayımlamıştır. Bu kitapta Almanya’nın Türkiye’ye yönelik uygulaması gereken politika ve stratejisi anlatılmaktadır. Bu strateji ve politikalara göre: ‘İngilizler Musul’da hedeflerine ulaşmak için bir yandan Türkiye’deki ayrılıkçı hareketlere destek verirken bir yandan Atatürkçü akımın yayılmasını engelleyecek önlemlere başvurmuşlardır. Yapılması gereken Laik Cumhuriyetin hem din düşmanı, hem de Kürt düşmanı olduğu temasını ortaya atıp işlemektir.’ Ziemke'nin bu projesi doğrultusunda dış ve iç Türkiye Cumhuriyeti düşmanları "dinsiz Atatürk" propagandasına 1930'larda başlamışlardır.

Amerika 2. Dünya Savaşı'ndan sonra,1945'lerde,  Almanya ve siyasetine el koyduğunda, 1930'ların bu Alman stratejisini hemen Türkiye' de uygulamaya başladı. Denebilir ki, Türkiye' de Kürt ayrılıkçı hareketinin tohumları 1945' ten itibaren Amerika ve yerli işbirlikçileri tarafından atılmıştı...

Güneydoğu' da daha önce Atatürk' ün parçaladığı aşiret yapısını yeniden kurmak üzere, Atatürk döneminde Batı' ya sürülen aşiret reislerini, şeyhleri yeniden Güneydoğu' ya aşiretlerinin başına gönderilmesini ve DP' den milletvekili olmalarını sağlayan ABD, milletvekili olan bu aşiret reislerini işbirlikçi haline getirerek kendi politikalarının Türkiye’deki sözcüleri haline getirmişti.

   NATO' ya alınır alınmaz, dönemin Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut, 2. Mahmud döneminde kaldırılan Mehter Takımı'nı 1952' de yeniden kurdurtmuştu!

 ABD Dışişleri Bakanı J. F. Dulles 1956' da ; "Din ve siyaset birbirinden ayrılmaz. Dünya işlerini çözümlemekte seçeceğimiz yol dini görüştür " demecini veriyordu. Bu demeçten hemen sonra Menderes' in buyruğuyla partide "Anayasa'dan laik yönetim ilkesi atılarak yerine din devleti ilkesi konulması" çalışmaları başlatılmıştır.

Son olarak 2006 yılında Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu'nda kabul edilen raporda yer alan Türkiye’nin AB’ye girebilmesi için öne sürdüğü ön koşullara bakalım.

1. Ermeni soykırımı koşulsuz kabul edilmeli,  aynı zamanda Türkler  "Pontus ve Süryani" soykırımı yaptıklarını da kabul etmeli. 3-  Lozan’da azınlık olarak sayılmayan Alevi ve Yezidiler ve diğer tüm halklara azınlık hakları tanınmalıdır;  4.Başta Üniversiteler olmak üzere tüm eğitim ve kamu kurularında kılık kıyafet serbestliği tanınmalı (türbanın) 5.Kıbrıs Rum tarafına liman ve havaalanları koşulsuz açılmalı, Kıbrıs'tan Türk askerleri hemen çekilmeli; 6. Rum Ortodoks Patrikhanesi'ne bağlı Ruhban Okulu'nun açılmalı.

Joe Biden’in Türkiye ye niçin geldiğini bir kez daha kendimize soralım? Biden’in çantasında baştan beri sıraladığımız AB-ABD emperyalizminin sözcülerinin istemleri dışında farklı bir şey yoktu ve olamazdı.

Bakın Biden kendisi ile görüşmek için kuyruğa giren iktidar, Muhalefet Partileri ve Sivil Toplum örgütleri temsilcilerine verdiği talimatlar nelermiş.

1.    -Suriye'ye kendi başınıza müdahale edemezsiniz!

2.     PYD –YPG bizim Ortadoğu’daki kara gücümüzüzdür. Bu nedenle bizim Kürt koridoru işimizi baltalamaya yönelik ve bu güçleri hedef alan operasyon yapamazsınız!

3.    Kendi başına yeni terörist gruplar oluşturamazsınız. İncirlik in denetim ve kontrolü NATO dolayısıyla ABD ye aittir. Buraya müdahale edemezsiniz.

4.    Irak'ta, ABD’den habersiz inisiyatif almaz, Barzani, Nuceyfi, Abadi ile bizim bilgimiz dışında bir görüşme, uzlaşma, antlaşma yapamazsınız! . Musul ve Kerkük ABD için yaşamsal önem taşımaktadır. Bu bölgelere müdahaleniz söz konusu değildir!

5.    -Güneydoğu ve Kandil'e operasyonlarını bitireceksiniz. “çözüm masası” yeniden ve ivedilikle oluşturulmalı, PKK'nın istekleri karşılanmalı.

6.    Yeni Anayasa’da  “Atatürkçülük” ve “Türk Milleti ”  yer almamalı.

7.    İhvan ve/veya IŞİD konusundaki kararlar, İsrail ile işbirliği ve İsrail in önerileri doğrultusunda alınmalıdır.

Joe Biden, tüm bunları isterken NATO'dan çıkartmaya kadar varan çok sert tehditler savurmayı da ihmal etmedi. .

Bu küstahlık içeren tehditlere kendilerinin iktidara getirdiği işbirlikçileri, muhalefet Partileri ve Sivil Toplum örgütleri temsilcileri yani bizim yerli uşaklar topuk selamını çakıp “emredersiniz efendim”, diyerek, kendilerine düşen görevi yerine getirme sözü verdiler.

Biden’in bu küstah istemlerine topuk selamını çakıp “emredersiniz efendim” diyenlerden yalnızca siyasal parti temsilcilerinin kimler olduğunu bilmemiz çok şeyi bize açıklamış olacaktır sanırım.

Joe Biden’in düzenlediği “yuvarlak masa” toplantısına, HDP’den Leyla Zana, Ayhan Bilgen ve Altan Tan, MHP’den Oktay Vural, AKP’den Galip Ensarioğlu ve Orhan Miroğlu ile CHP’den Fikri Sağlar ile Sezgin Tanrıkulu katıldılar.

Aynı isteklerin daha sert ve acımasız bir yöntemle Mustafa Kemal Atatürk ‘ e dayatılmaya çalışıldığını biliyoruz.

Peki, Mustafa Kemal Atatürk nasıl bir tavır almıştı. Şimdi ona bakalım.

Büyük Taarruz’ un hazırlıklarının sürdüğü günlerde, 3 Mart 1922’de Batının saldırgan devletleri için şunları söylüyordu: “İstilacı ve saldırgan devletler yerküresini kendilerinin malikânesi ve insanlığı kendi hırslarını tatmin için çalışmaya mecbur esirler saymaktadırlar. Sonuç olarak Dünya iki guruba ayrılmaktadır. Birincisi Doğu ki, kendi varlığını, bağımsızlığını artık kavramıştır, bu bilinçle el ele vermiştir. Diğer bir gurup daha var ki bunlar, sırf kendi hırslarını tatmin için çalışmaktadır. Bunların amacı zulüm ve baskı olduğu için, onları lanetle anmakta kendimizi haklı görüyoruz”.1

Biz Batı emperyalizmine karşı, yalnızca kendi kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batılı emperyalistlerin, bütün güçleri ve bilinen bütün imkânlarıyla, Türk ulusunu emperyalizmin aracı olarak kullanmak istemelerine engel oluyoruz. Bununla bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz”.2

1921 yılında, silah gereksiniminin üst düzeye çıktığı savaş günlerinde ise şunları söylüyordu: “İlkbahara kadar üç ay içinde bu silahları elde edemezsek, diplomasi kanallarıyla bir çözüm yolu aramak zorunda kalacağız. Bunu arzu etmiyorum. Biliyorum ki Batı ile uyuşma Türkiye’nin kaçınılmaz olarak köleleştirilmesi anlamına gelecektir”.3

Olanaksızlıkların çaresizliğiyle, Batının manda ve himayesini kabul etmek isteyenler için 1919 yılında; Ahmaklar memleketi Amerikan mandasına, İngiliz koruyuculuğuna bırakmakla kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar”7 deyip manda önerilerini kesin bir biçimde reddediyordu.

Bu açıklamaların en çarpıcı olanlarından birini, 29 Ekim 1930 yılında Ankara Türk Ocağındaki Cumhuriyet Bayramı kutlamasında yapmıştır. Amerikan Associated Press Muhabiri Miss Ring, Atatürk’e; Türkiye’nin ne zaman Batılılaşacağını, Amerikanlaşacağını sorduğunda şu yanıtı almıştı: “Türkiye bir maymun değildir. Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır. Türkiye yalnızca özleşecektir”.4           28 Ocak 2016 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK

1“Reis Paşa Doğru Görmüştü”, Atilla İlhan Cumhuriyet, 18.02.2002
2 “Milli Kurtuluş Tarihi”, Doğan Avcıoğlu, İstanbul Matbaası ,1974, 2.Cilt, sf.846
3 “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu, İst. Mat., 1974, 1.Cilt, sf.265
4 “Türkiye; 29 Ekim 1930, Türkiye; Mart 2002” Turgay Tüfekçi, Orkun Dergisi, Mart 2002, Sayı 49, sf.4