25 Mayıs 2016 Çarşamba

ADD Etkisiz Kılınmıştır



Değerli Dostlar;
“ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ BU GÜNLER İÇİN KURULMUŞTU!” (http://ankhukuk1.blogspot.com.tr/2016/05/ataturkcu-dusunce-dernegi-bu-gunler.html) başlıklı, 22 Mayıs 2016 tarihli yazıma çok sayıda yanıt, eleştiri ve katkı aldım. Ayrıca Sayın Hüsnü Merdanoğlu “ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ’NİN BAŞARILI OLMASI İÇİN BİR DEĞERLENDİRME” bir yazı kaleme alarak “bilgilendirme” olarak paylaştı.
Gelen yanıtlarda “teşekkürler”, “düşündüklerimi dillendirmişsin”, “kutlarım” gibi olanları ayıklayarak Sn. Mahmut Çelik, Sn. Yaşar Okşaroğlu, Sn. Melek Kaya’nın yanıtlarını ve Sn. Hüsnü Merdanoğlunun yazısını aynen paylaşıyorum.
“ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ BU GÜNLER İÇİN KURULMUŞTU!”  yazımda belirttiğim gibi “Her türlü bedeli ödeyerek her koşul altında Kemalist devrimin meşruluğunu haykırma bilinci ve cesareti olan tüm dostların,  bu ideolojik çarpıklığa, icazetli Atatürkçülüğe karşı duracaklarına olan inancımı korumak istiyorum.”
Saygılarımla 25.05.2016   Mahmut Özyürek
****************************************************

mahmut çelik
  23 May (2 gün önce)
                    
Alıcı: bana
Sayın Özyürek,

Tespitlerinize büyük oranda katılmakla birlikte, bir yanlışı düzeltmek isterim.
Yazınızda mevcut durumu 2010 yılından başlatıyorsunuz oysa bu gün ADD'nin geldiği nokta çok öncelerden başlamış/başlatılmıştır.
sadece 2010 yılı ve sonrasında zirve yapmıştır.
2010-2012 dönemi GYK üyesi ve Genel Başkan yardımcılığım süresinde,  GYK üyesi arkadaşım Fevzi Coşkun'la birlikte hazırladığımız 2010-2012 dönemi faaliyet raporuna ilişkin eleştiri ve önerilerimiz kitapçığında, ADD'nin içinde bulunduğu duruma ilişkin kaygılarımızı ADD şube ve yöneticileriyle paylaşmıştık. 
Yine 2010-2012 döneminde her türlü zorluğa ve engellemeye karşın, bir kısmını bizzat hazırladığım programlar ile; en önemlisi üç gün süren, Türkiye'nin  önde gelen siyaset ve ekonomi uzmanlarını bir araya getiren, bu gün Cumhuriyeti savunma kabiliyetinin emek çevresinde olduğunu tespit edip Mustafa Kemal Atatürk'ü emekçilerle buluşturmayı amaçlayan  "Ulusal Yönetim" adlı sempozyum ve sonuç bildirileri ilgilenenlerin, hakkaniyete önem verenlerin hafızalarındadır.
2010- 2012 dönemini aklamaya çalışmadığımı sadece toptan yok sayıcılığa karşı hatırlatmada bulunduğumu bilesiniz.
Ayrıca, ADD'nin bu gün içinde bulunduğu sorunun şahıs sorunu olmadığını, top yekün şube yöneticileri ve delege sistemi olduğunun bilinmesi gerekir. Ömrünü Atatürkçü Düşüncenin Anadolu topraklarında hayat bulması için adamış harcamış insanların, bunların başında gelen Alparsalan Işıklı hocamızın, diğerlerinin 2012 yılında yapılan genel kurulda yuhalanması/yuhalatılması; benim çalışma raporuna ilişkin eleştiri ve önerilerimizi açıklama konuşmama tahammülsüzlüğü tespitimin doğruluğunu ortaya koymaktadır.

Ne yazık ki milletin yöne ve yol göstericiye gereksinim duyduğu bu günlerde, ADD işlevi yerine getirebilecekken, etkisiz kılınmıştır.

Esenlikler....

Mahmut Çelik

****            
yaşar okşaroğlu
Sn Mahmut ÖZYÜREK
ADD nin hazin durumunu ifade eden aşağıda ki metne aynen katılıyorum.
Mevcut yönetim başa geldiğinden bu yana ADD nin varlığını hissetmemenin üzüntüsünü taşıyan bir yurttaş olarak  büyük ızdırap duyuyorum. Oysa ülkemin yaşadığı bu kaos döneminde ADD ye önemli görevler düşmekteydi. 2 yıl önceki gezi olaylarında ADD pekala kitleleri yönlendirici bir rol üstlenebilmesi mümkünken ne yazık ki hiç bir varlık gösteremedi. ADD yönetimi bazılarının emeklilik dönemini geçirecekleri sayfiye bir makamı olmamalı. Bu zor dönemde  kitleleri yönlendirecek, gerektiğinde irade kullanabilecek,risk alabilecek  bilgili , birikimli, fedakar, enerjik, cesur halkta karşılığı olan bir genel başkan ve yönetimine acilen ihtiyaç var. Yurtsever ADD delegasyonu genel kurul öncesi böyle bir genel  başkan adayının arayışına acilen girmeli ve kesin bulmalı. Yoksa bu yönetimi tekrar seçmekle ADD nin kapısına kilit vurmak arasında hiçbir fark yok. Aklıma şahsen ilk gelen isimlerden biri E.Amiral Türker Ertürk neden olmasın diyorum. Bu ve varsa başka isimleri derhal tartışmaya açarak ADD yi tekrar şahlandıracak yeni bir ekibin yönetime getirilmesini diliyorum.
***

 Melek Kaya        
Alıcı: bana
Mahmut Bey tekrar merhaba ;

Ben maalesef  ADD nin şahlanacağına da , ATA mızı sevdiğine de inanmıyorum.. kapalı kutu gibi birbirlerini eyliyorlar .
Sembollerindeki ATATÜRK resmi çok kötü !!!! yakından bakınca da ATAM görünmüyor, uzaktan bakınca daha kötü .
Üye olmak için önce emekli olup, bolca vakit üretip , bürokrasi işlemleri yapmak lazım ..
iyi akşamlar
***
 ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ’NİN BAŞARILI OLMASI İÇİN BİR DEĞERLENDİRME
Hüsnü MERDANOĞLU
Tüzüğünde belirtildiği üzere; Atatürk devrim ve ilkelerini yok etmek için, açık ya da kapalı  plânlı ve sinsi çalışmalaralar içinde olanlara karşı, “O’nun devrim ve ilkelerinin gelecekte de egemen olmasına katkıda bulunma ve onlara bekçilik yapma zorunluluğunu nedeniyle 19 Mayıs 1989 tarihinde Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) kurulmuştur.
Dönemin Bakanlar Kurlunun 28.03.1993 tarihli ve 93/4239 sayılı kararıyla “Kamu Yararına Çalışan Dernekler” statüsüne de kavuşmuş olan ADD, 28 yıllık süreçte (kurucu genel başkanlar dışında) iyi yönetilemediği için; kurumlaşmasını tamamlayamadığından, amaç ve hedeflerin gerçekleştirememiş, adına yaraşır gelişmeyi göstermemiştir.
En az elli bini sorumluluğunu yerine getirmeye hazır olan, iki yüz bin kadar üyesi 370 kadar şube (şube sayısı bir zamanlar 500 kadar idi) çokluğuna sahip olan ADD, kurumsallaşmasını sağlayabilseydi; birkaç radyo ve televizyon kanalları, birkaç vakıf ve okullarını yönetiyor konumda bulunması gerekirdi. Böylece; kamuoyunu Atatürk ilkeleri doğrultusunda yönlendirebilen güce erişir ve yaralatacağı hizmetleri nedeniyle görüşüne başvurulun sivil toplum kuruluşu olurdu.
Bilinen gerçektir ki; Atatürk devrim ve ilkelerine karşı örgütlenenlerin güçlü bir altyapısı mevcuttur. Yayınevleri enstitüleri, öğretim merkezleri ve yayın organları, yüzlerce vakıf ve şirketleri bulunmaktadır. Türkiye’de olduğu gibi yurt dışında maddi kaynak ve benzeri destek sağlayan tarafları vardır.
 Kendine bağlı hazır kurulmuş olan mevcut vakfı (Ata Vakfı) bile etkin duruma getiremeyen ADD, mevcut durumu ile kamuya yararlı olmadığı gibi, kendine ve üyelerine de yararlı olamayan bir konumda bulunmaktadır. Oysa kamuoyunun bir kesimi adında “Atatürk” olan bu kuruluşun adına yaraşır olmasını, güven vermesini beklemiştir.
ADD, kuruluş yılarında topluma güven verdiği için şu anda Genel Merkez’in kullandığı daireler, üyelerin bağış katkıları ile alınmıştır. Zaman içinde ADD, kamuoyundaki güvenini yitirmiş olmalı ki, bir yandan üye ve şube sayısı azalma sürecine girmiş, gönlü Atatürk ilkelerinden yana olan varsıl yurttaşlar, ADD yerine başka derneklere yardım yapar olmuşlardır. Örneğin “Huysuz Virjin” olarak bilinen Seyfi Dursunoğlu, varlığını Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğine (ÇYDD) bağışlamıştır. (ADD ile aynı yıl içinde kurulan ÇYDD bu bağışı hak etmiştir. Şöyle ki söz konusu kuruluşun resmi sitesine yansıtıldığına göre bu süreçte ÇYDD tarafından; 71344 üniversite öğrencisine burs verilmiş, Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversitelerde -ADD’nin varlık gösteremediği doğu ve güneydoğu Anadolu illeri de dâhil-  okuyan bu öğrencilerden mezun olmuş olanlardan; 2192 genç doktor, 1849 genç öğretmen, 1375 genç mühendis, 607 genç avukat, 526 genç hemşire, 482 genç iletişimci, 324 genç güzel sanatlar, 221 genç diş hekimi, 181 genç eczacı, 136 genç mimar, 112 genç veteriner, 85 genç psikolog, 77 genç turizm ve otelci, 43 genç bankacı, 24 genç denizci, 47 genç tercüman, 20 genç sivil havacı, çağdaş bireyler olarak iş yaşamına atılmışlardır.)
ADD kurulduğu ilk yıllılarda benimde içinde bulunduğum Eğitim Komisyonu aracılıyla gençlerin yetişmesine ağırlık vermiş, yüzlerce gencin ilgisi nedeniyle dernek binası koridorlara kadar dolup taşmakta idi. İçim sızlayarak belirtmek isterim ki, kurucu kadroların başlattığı bu hizmetler önlenmemiş olsa idi ADD, 28 yıllık süre içinde bir değil birkaç Aziz Sancar’ın yetiştirilmesine katkı verebilirdi.
**
Adında Atatürk olan her kurum ve kuruluşun öncelikli görevi; Atatürk devrimlerinin önde gelen ilkelerinden laikliğin, din ve düşünce özgürlüğünün temeli olduğu bilinciyle, kimsenin iknacına (başörtüsü de dâhil) müdahale etmeden, toplumsal barışı sürekli kılmaya yönelik gayret içinde olmalıdır.
Cumhuriyetimizin yetiştirdiği değerlerden biri olan Oktay Sinanoğlu’nun vurguladığı gibi; “Atatürkçülük” şu yalana indirgendi: 'Atatürkçülük' eşittir “laiklik”, eşittir “Müslüman düşmanlığı”. Sonunda halk aydınlara ve devlete husumetle bakar oldu.
ADD Bilim ve Danışma Kurulu Başkanı’nın internet ortamında 1 Mayıs 2016 günü paslaştığı aşağıda değindiğim ayet eleştirisi Bu bağlamda değerlendirildiğinde kimlerin işine yarayacaktır?
ADD Bilim ve Danışma Kurulu Başkanı söz konusu iletisinde şunlara değiniyor:
MUTLAKA BİLMENİZ GEREKEN 3 AYET !!!
Değerli arkadaşlar, Bugün sizlerle Kur'anın Mekke'de vahyolunan surelerinden 3 ayeti paylaşmak istiyorum. Bu ayetlere göre Kuran Arap Peygamberi aracılığı ile Araplar için Arapça indirilmiştir. Arapların dışındaki kavimlerin (Milletlerin) ayrı bir inancı olabileceğine bizzat Kuran bu ayetlerle işaret ediyor. Takdir size kalmış.
1-Yusuf Suresi, 2,
2-İbrahin Suresi 4,
3-Kafurun Suresi 6.”
ADD Bilim ve Danışma Kurulu Başkanı’nın 3 ayet eleştirisi karşısında, en az 3 soru sormak gerekir:
Bu eleştiri ile
1-ADD’ye mi?
2-Atatürkçülüğe mi?
3-Laikliğe mi?
Hizmet etmiş olunuyor?
Kur’an’ın duyurulmasında bu güne kadar yüzyıllar geçmiş, ülkemiz nüfusu da dâhil milyonlarca insan tarafından benimsenmiş bir olgunun gündeme taşınması, günümüz bilge adamı Yaşar Nuri Öztürk’ün şu tespitlerinde anlam bulmaktadır:
“Biz, laik ve Atatürkçüyüz diyerek, dine, dindara, gerçekleri bilen düşünce adamlarına sırtarını dönenler, meydanın dinci talan çetelerine terk etmiş oldular. Laiklik adına basiretsizlik üretenler, dincilere dolaylı destek vermiş oldular.
“Dinciliğin bütün şansı, solculuk ve Atatürkçülük adına hezeyan sergileyen ekiplerin yanlışlarıdır.”
**
ADD üyeliğinde bulunmuş olan bir yazar (Yılmaz Dikbaş) “Atatürkçüler Yenildi” adını taşıyan yapıtında, ADD ile ilgili şu değerlendirmede bulunmuştur:
Kemalizm’in temel ilkelerinden olan; antiemperyalizm, ulusal egemenliğe bağlılık ve devrimcilik ilkelerini çıkaranlar ADD adlı sivil toplum örgütünde toplanmışlardır.  Atatürkçüler yenildi Kemalistler kazanmalı.
(Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Vural Savaş’ın ADD yönetimi yönelik çok ağır değerlendirmesini merak edenler için “Emperyalizmin Uşakları, Bilgi yayınevi, Ankara, 2005, 2. Baskı s. 118’e bakmalarını önermekle yetiniyorum.)
Üzerinde Atatürk resmi olan takvim satışları yaparak, Atatürk ticareti yapan bir konuma düşürülen ADD’nin tarihi ile ilgili bugüne kadar en kapsamlı çalışma olan “ADD’NİN KİTABI”nda (Tekin yayınları), (birçok ADD yönetim kurulu üyesi ve ADD üyelerinin böyle bir kitaptan haberdar oldukları bile şüphelidir)  şu düşündürücü cümleler yer almaktadır: “ … ABD ve AB ve İsrail’lilerinin yakından izlediği” vurgusu dikkat çekici olduğunu belirterek yinelemek isterim ki; adında “Atatürkçü” sözcüğü olan ADD’nin Kemalist üyeleri; ADD’nin Atatürk resimli takvim satan durumundan kurtarılarak, yurttaşlara güven veren bir sivil toplum kuruluşuna dönüştürmeleri için sorumluluklarını yerine getirmelidirler.
Kemalizm; zoru başarmaktır. Hiç kuşkusuz ADD’nin mevcut üyeleri içinde birçok Kemalist bilinçte üye vardır. ADD’nin adına yaraşır düzeye erişebilmesi için 2016 Haziran ayı içinde yapılacak genele kurul bir fırsattır.
28 yılın eksikliklerini gidermek için ADD’nin hedefi; Aziz Sancar niteliğin bilim adamları yetişmesine katkı vermek olmalıdır.
Dernek yönetiminde başarı; özverili, sorumluluğun bilincinde ve birbiri ile dayanışma-yardımlaşma içinde olan kadroların, derneğin tüzüğün amacına yaraşır projelerin gerçekleştirmelerine bağlıdır.
ADD Genel Yönetimine aday olanlar, tüzük hükümlerine uygun açıklayacakları inandırıcı projelerle delegelerin oylarını istemeli ve yönetime geldiklerinde, açıkladıkları projeleri gerçekleştirip gerçekleştirilmediklerine göre değerlendirilmelidirler.
Derneği atlama tahtası olarak görmeyen, dernek amaçlarına uygun projeleri gerçekleştirmek için yönetime gelen bir kadro sayesinde, Kemalizm’i atağa kaldıran mümkün olabilir.
ADD’nin çeşitli organlarında görev almış, sorumluluğunun bilincinde bir ADD üyesi olarak, saygı ile.
Mayıs 2016.
                                       Hüsnü MERDANOĞLU


23 Mayıs 2016 Pazartesi

Atatürk’ün evini ‘orijinalliğini kaybetti’ diye yıkmışlar! Yusuf Yavuz



Ankara Atatürk Orman Çiftliği’nde bulunan Atatürk’ün evi olarak bilinen Marmara Köşkü  ‘orijinalliğini kaybettiği’  gerekçesi ile yıkıldı.
Atatürkçü Düşünce Derneği Tüzüğünde Amaçları belirleyen 4. Maddesinde şunlar yazılı. DERNEĞİN AMACI MADDE 4
“….
Atatürk’ü, yapıtlarını ve Atatürkçü düşünceyi yıpratmak ve kötüye kullanmak amacıyla yapılan her tür kalkışmaya, söz ve eyleme gereken yanıtı vermek, ….”
Şimdi ADD Genel Merkezi ve şubelerinin Tüzük gereği Mustafa Kemal Atatürk’ün başta en büyük eseri(yapıtı) olan Türkiye Cumhuriyetinin ve yapıtlarının yıkımına, bu amaçla “yapılan her tür kalkışmaya, söz ve eyleme gereken yanıtı vermesi” beklenir değil mi?
ADD Genel Merkezinin Konu ile ilgili olarak hiç değilse bir açıklama yaptığını düşünmüştüm. Üşenmedim ADD web sitesi başta olmak üzere neredeyse tüm iletişim olanaklarını kullanarak araştırdım. ADD Genel merkezinden ve Şubelerinden hiçbir tepki yok..
Daha bir gün önce, 22 Mayısta “ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ BU GÜNLER İÇİN KURULMUŞTU!” başlıklı yazımda aynen şöyle yazmıştım.
“Kemalist Devrimi,  devrimciliği ve mücadelenin meşruluğunu savunmak bir tarafa, dinci faşist bir diktatörlükle çatışmamak için, kendi varlıklarına yönelen saldırılara karşı bile dik duramayan, gasp edilen yasal haklarını bile devrimci bir duruşla sahiplenemeyenler Atatürkçü değil, Mandacı- Masonlardır, icazetli Atatürkçülerdir.”
Bir kez daha yinelemeliyim. “ADD Özellikle 2010 yılından bu yana Atatürkçülüğü, göstermelik bir makyaj, bu köhne düzenin savunuculuğu ve hizmetkârlığı, halkın acılarına duyarsız ama “çağdaş” bir yaşam yürütme olarak yutturmaya çalışan bir zihniyetin eline geçmiştir. Onlara göre Atatürk’ün devrimleri ve ilkeleri önemli günlerde hatırlanılacak, üstümüze giyeceğimiz elbiselerdir. Varsın bugünkü düzen onun kurduğu Cumhuriyet’in tam zıddı olsun; önemli değil! Yeter ki onun kurduğu Cumhuriyet şeklen devam etsin!”
Mahmut ÖZYÜREK 
Aşağıda Saygın Kemalist Yusuf Yavuz’un her zamanki duyarlılığı ile kaleme aldığı konu ile ilgili yazısını sunuyorum



Atatürk’ün evini ‘orijinalliğini kaybetti’ diye yıkmışlar!
Yusuf Yavuz
Ankara Atatürk Orman Çiftliği’nde bulunan Atatürk’ün evi olarak bilinen Marmara Köşkü’nün yıkılmasının ardından başlayan tartışmalar sürüyor. Konuyla ilgili haberlerin gündeme gelmesinin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı ‘orijinalliğini kaybettiği’ gerekçesiyle yıkılan köşkün yeniden yapılacağını açıklamıştı. Mimarlar Odası Ankara Şubesi ise yıkım ile ilgili kurum ve kişiler hakkında suç duyurusunda bulundu. Yeniden yapılacak tartışmalarına ilişkin ise mimarlar "hiçbir şey yıkımı meşrulaştırmaz bu bir suçtur" diye tepki gösterdi. Şehir ve Bölge Yüksek Plancısı Prof. Dr. Mehmet Tunçer de Atatürk’e ait olmasının yanında AOÇ arazilerinin halka emanet edildiği mekân olan anıtsal yapı ve eklerinin onarımında ulusal ve uluslararası bilgi birikimlerinden yararlanılması gerektiğinin altını çizerek, “Mimarlık ve restorasyon (yenileme)ile ilgili Venedik Tüzüğü gibi önemli yol göstericilerden yararlanılması da gerekliydi” diye konuştu.
BAKANLIK ‘ORJİNALLİĞİNİ KAYBETTİĞİ İÇİN YIKILDI’ DEDİ
Atatürk Orman Çiftliği’nde bulunan ve Atatürk tarafından kullanılan tarihi Marmara Köşkünün yıkıldığının ortaya çıkmasıyla başlayan tartışmalar sürüyor. Ankara Mimarlar Odası, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada Marmara Köşkü’nün yargı süreci devam etmesine rağmen yıkıldığını belirterek tepki dolu bir açıklama yapmıştı. Tartışmaların ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, 1930’lu yıllardan bu yana birçok kez tadilat gören tarihi yapının ‘orijinalliğini kaybettiği’ öne sürülerek, (yenileme) için bir yıl önce hazırlanan projenin Ankara 1 Numaralı Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylandığı belirtildi. Restorasyonla ilgili kurul kararında, proje uygulanırken statik raporuna bakılmasının talep edilmesi üzerine ise ODTÜ’den ilgili akademisyenlerin hazırladığı statik raporunda restorasyonun(yenilemenin) riskli olacağı kaydedildi. Bunun üzerine ise tarihi yapının yıkılarak aslına uygun olarak yeniden yapılması için proje hazırlandığını açıklayan Bakanlık, bu projenin de kurul tarafından onaylandığını belirtti.
‘ASLINA UYGUN OLARAK YENİDEN YAPILACAK’ AÇIKLAMASI
Ancak köşk için hazırlanan söz konusu yeniden yapım projesi, Mimarlar Odası tarafından yargıya taşındı. Yargı ise önce yürütmeyi durdurma kararı, ardından ise Mimarlar Odası’nın itirazını reddeden bir karar verdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, köşkün yıkım işleminin mahkemenin bu kararına dayanılarak alındığını ve aslına uygun olarak yeniden yapılacağını açıkladı.
MİMARLAR ODASI: ‘AYAKTA DURAN BİR YAPIYI YIKMAK SUÇTUR’
Bakanlığın köşkün yeniden yapılacağına yönelik açıklamasını değerlendiren Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “660 sayılı ilke kararı çok açık, ayakta duran bir yapıyı yıkmak suçtur. Yapı ile ilgili bir sorun varsa güçlendirirsiniz, restore edersiniz ama yıkıp yeniden yapmak diye bir şey yok” diye konuştu.
‘BİR KİŞİNİN VERDİĞİ RAPORLA KÖŞKÜ YIKMAK KATLİAMDIR’
Marmara Köşkü'nün yıkımının kültüre, tarihe ve Cumhuriyet dönemi eserlerine karşı tahammülsüzlüğün bir örneği olduğu görüşünü savunan Candan, “Kimse bize yıkımı meşrulaştırmaya çalışmasın. Ayakta duran bir yapıyı yıkamazsınız. Bir kişinin verdiği raporla Atatürk'ün Marmara Köşkü yıkılıyorsa, bu bir katliamdır. Yarın bir kişinin verdiği raporla, Saraçoğlu Mahallesi, İller Bankası binası, Opera binası gibi birçok kültür varlığımız riskli gösterilip yeniden yapılacak diye yıkılacak mı? Bu bir kılıf, kimse bizim aklımızla dalga geçmesin. Marmara Köşkü'nün yıkımı Cumhuriyetin mimari eserlerinin yani izlerinin silinmesi operasyonudur. Hesap verecekler” dedi.
‘TOPKAPI SARAYINI YIKIP YENİDEN YAPABİLİR MİSİNİZ?
Kültür Bakanlığı’nın 660 sayılı ilke kararına atıfta bulunan Candan, şöyle konuştu: “Bu kapsamda, basit onarım ve esaslı onarımlar yapılmaktadır. Yeniden yapma denilen Rekonstrüksiyon ancak herhangi bir nedenle yitirilmiş olan yapının, deprem, yangın vb. gibi eldeki mevcut belgelerden yararlanmak suretiyle kendi parsellerinde daha önce bulunduğu yapı oturum alanında, eski cephe özelliğinde, aynı kitle ve gabaride, özgün plan şeması, malzeme ve yapım tekniği kullanılarak, kapsamlı restitüsyon (yeniden tasarımlama)etüdüne dayalı rekonstrüksiyon(yeniden kurma) uygulamasının koşulsuz sağlanmasını öngörür. Marmara Köşkü taammüden yıkılmıştır ve tescilli bir yapıyı yıkmak suçtur. Yapıların yıkılmadan korunması esastır. Marmara Köşkünde koruma ilkeleri ihlal edilmiştir. Yıkıp yeniden yapmak ne demek? Ayasofya Camii'ni tamamen yıkıp yeniden yapabilir misiniz? Ya da Topkapı Sarayını? Bu bir tahammülsüzlük ve kültürsüzlük örneğidir.”
PROF. DR. MEHMET TUNÇER: ‘VENEDİK TÜZÜĞÜNE UYULMALI’
Konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Şehir ve Bölge Yüksek Plancısı Prof. Dr. Mehmet Tunçer ise tarihi yapıların korunması ve restorasyonunu(yenileme) belirleyen uluslararası bir anlaşma olan Venedik Tüzüğü’ne göre mimari mirasın incelenmesine ve korunmasına yardımcı olabilecek bütün bilim ve tekniklerden yararlanılması gerektiğinin altını çizerek şu görüşleri dile getirdi:
‘KURUL KARARINA YANSIYA HUKUKSUZLUKLAR DURDURULAMADI’
“Atatürk'ün mirası önemindeki Marmara Köşküne gösterilmesi beklenen ihtimam, ilgili yasa maddesi ve ilke kararlarında belirtilmiştir. Bizzat Kültür ve Turizm Bakanı tarafından da yerinde tespit edilen, talimatlara, kayıtlara, Koruma Bölge Kurulu kararlarına yansıyan hukuksuzluklar, TMMOB Mimarlar Odası, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Koruma Bölge Kurulu tarafından durdurulamamıştır. Aslında; Marmara Köşkü anıt mirası için acele edilmeden, restorasyon(yenileme) uzmanları tarafından (hatta yarışma açılarak) özgün ve yetkin tasarımlar yapılması gerekmekteydi. Marmara Köşkü ve eklerinin onarımında ulusal ve uluslararası bilgi birikiminden, mimarlık ve restorasyon (yenileme) ile ilgili Venedik Tüzüğü gibi önemli yol göstericilerden yararlanılması da gerekliydi.”
‘YAPI KAZAEN ORTADAN KALKSA BİLE TESCİL KARARI DEVAM EDER’
Türkiye'de tescil kararının yapıya değil, parsele verildiğini belirten Tunçer, bu nedenle Marmara Köşkünün, tüm ekleriyle beraber koruma altına alınması gerektiğinin altını çizerek, “Koruma altındaki yapı kazaen ortadan kalksa bile tescil kararı parsel üzerinde devam eder” dedi.
ATATÜRK, ÇİFTLİĞİ BU KÖŞKTE HALKA EMANET ETTİ
Marmara Köşkünün, Atatürk'e ait olmasının yanında en önemli simge özelliğinin Atatürk'ün, Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazisini halka emanet ettiği mekân olduğuna değinen Tunçer, “11 Haziran 1937 yılında Atatürk, AOÇ’nin şartlı olarak halka emanetini Marmara Köşkü’nde imzalamıştı. Marmara Köşkü, küçük olmasına rağmen AOÇ arazilerinin en yüksek noktasında, tüm AOÇ alanlarına hâkim bir noktada inşa edilmiş durumdaydı. Marmara Köşkü 1928 yılında Ernest Egli’nin, AOÇ arazisi içinde tasarladığı ilk yapılardan birisi ve cumhuriyetin modernite projesinin ilk örneklerindendi. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca koruma altında (tescilli) anıt eserdi. Tarihi ve kültürel değer taşıyan böyle bir anıt eserin yıkımının, 2863 sayılı Kanuna göre suç teşkil etmektedir. Eğer yapı yeniden yapılmak üzere yıkıldıysa, sağlam bir ‘eski eser’ yapının yıkılıp yeniden yapılması 660 sayılı ilke kararına aykırıdır. Çünkü bir kültürel miras olarak tescillenmiş bir yapı eğer risk taşıyorsa bakım ve onarımının yapılması gerekir” diye konuştu.
VENEDİK SÖZLEŞMESİ NE DİYOR
Türkiye’nin önde gelen şehir plancılarından biri olan Prof. Dr. Mehmet Tunçer’in atıfta bulunduğu, tüm restorasyon(yenileme) uzmanları tarafından benimsenen ve hassasiyetle uyulan ‘Venedik Tüzüğü’nün 11. Maddesinde şu hükümlere yer veriliyor:
“Anıta mal edilmiş farklı dönemlerin geçerli katkıları saygı görmelidir; zira onarımın amacı üslup birliği değildir. Bir anıt üst üste çeşitli dönemlerin izlerini taşıyorsa, alttaki dönemleri açığa çıkarmak ancak bazı özel durumlarda - yok edilen malzemenin önemi azsa, açığa çıkarılan malzeme büyük tarihi, arkeolojik, ya da estetik değer taşıyorsa ve korunma durumu böyle bir davranışı gerekli gösterecek kadar iyi ise haklı çıkarılabilir. İlgili unsurların öneminin değerlendirilmesi ile ilgili yargıyı ve neyin yok edileceği üzerinde kararı vermek, sadece bu işi üzerine almış kimseye bırakılamaz.”