6 Ekim 2016 Perşembe

Berlin’de hâkimler var!.. Ankara’da hâkimler var mı?



Herkesin hemen hemen bildiği bir kavram vardır : “Berlin’de hâkimler var!..

Kavramın öyküsü şöyle:

“Prusya Kralı II. (Büyük) Frederik, Potsdam ormanlarında gezinirken bir tepeye ulaşır. Görür ki hemen yanında daha büyük bir tepe daha vardır ve bu tepenin üstünde bir değirmen kuruludur.

Yüksek olan tepeye Saray yaptırmayı düşünmektedir. Değirmeni satın alarak bu hayalini gerçekleştirmek ister. Fakat değirmenci satışa razı değildir.

Büyük Frederik değirmenciyi ikna etmek için önce değirmene değerinin kat kat üstünde bir bedel ödemeyi teklif eder.

Sans-Souci, “Hayır. Değirmenim satılık değil” der.

Kral bu cevaba kızar ve  “ Sen benim Prusya Kralı olduğumu bilmiyor musun ?” diye sorar. “Biliyorum, biliyorum” der Sans- Souci, “Sen de benim bu değirmenin tapulu sahibi olduğumu biliyor musun” diye anlamlı ve ağır bir cevap verir.

Kral çok öfkelenir.. ”Senin tapunda olsa rızanda olmasa, ben burayı zorla alacağım. Bakalım o zaman ne yapacaksın?” der.

Değirmenci başını kaldırır ve atının üzerinde bütün ihtişamı ile duran Kral’a, sükûnet için de “Berlin de hâkimler var” der.

“Berlin’deki Hâkimlerin” Değirmencide yarattığı özgüven Büyük Frederic’de büyük etki yaratır. Kral bu yel değirmeninin Prusya Krallığı devam ettikçe korunmasını ister ve onun yanındaki daha alçak olan tepeye sarayını yaptırır ve bu sarayın adını da Sans-Souci Sarayı koyar.”
Yaşanmış gerçek bir öyküdür bu.
 1745 de Büyük bir imparatorlukta kral “Koca imparatorluğun Kralıyım, Berlin’deki yargıçlar yüzünden bir değirmeni yerinden kaldıramıyorum” demiyor.
Ama gelin görün ki bu olaydan 270 yıl sonra Türkiye’yi yönettiğini iddia eden bir “Zat’ın iki dudağının arasından çıkan her söz, her istem hiçbir yargıç tarafından engellenmiyor/engellenemiyor.
Yüzlerce örnek var ama biz yalnızca birkaç örnek verelim.

Meclis’te görüşülmekte olan İç Güvenlik Yasa tasarısı sırasında “Yasa ya çıkacak, ya çıkacak. Muhalefet boşuna uğraşıyor”
MİT TIR’larıyla sınırdan silah geçirildi haberler Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanması üzerine;  "17-25 Aralık darbe girişiminden sonra şu meşhur MİT tırları hadisesini hatırlıyorsunuz değil mi? İşte o tırlar Bayırbucak Türkmenlerine yardım götürüyordu. Şimdi diyecekler ki 'Başbakan tırların içinde silah yoktu' diyordu… Varsa ne olacak yoksa ne olacak.
Anayasa Mahkemesi'nin tutuklu gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül için verdiği tahliye kararını değerlendirerek, "Ben Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o kadar ama onu kabul etmek durumunda değilim. Bunu çok açık net söyleyeyim ve verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum"
Cumhurbaşkanı'nın anayasal sınırları tartışmalarıyla ilgili, "İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir".
Prusyalı değirmenci Sans-Souci’nin büyük bir özgüvenle, inanç ve kararlılıkla değirmenine el koymak isteyen Prusya Kralına karşı “Berlin de hâkimler var” demesi örneğinde olduğu gibi yaşadığımız haksızlıklar, hukuksuzluklar karşısında “Ankara’da hâkimler var!” diyebiliyor muyuz?
Diyemiyoruz!
Öyleyse “hukuk devleti” teranesini külahıma anlatın…
Hukuk yoksa “faşizm” vardır. Bu hukuksuzluk içinde, faşizm koşulları altında  “Yenikapı” ruhuyla avutulan muhalefetin “parlamentoculuk” oynaşmasıyla hukuk–mukuk gelmez, faşizm de gitmez.. Herkes aklını başına alsın! 06 Ekim 2016

Mahmut ÖZYÜREK

YAMYAM FARELER



"Duyulmamış bir hikâyedir, genelde eski gemiciler bilir.
Eskiden gemilerde fareleri yok etmek için İngiliz gemilerinde uygulanan bir yöntemdir.
Bir tane fareyi canlı olarak yakalayıp boş bir tenekeye koyarlar ve günlerce aç bırakırlar.
Sonra bir gün yakaladıkları küçük bir fareyi bu farenin yanına koyarlar. Günlerce aç kalmış olan fare yeni koyulan fareyi yer.
Sonra bir daha bir daha derken yamyam bir fare elde ederler.
Bu fare artık iyice de semirmiş ve kuvvetlenmiş olur.
Sonra bu fareyi geminin içine salarlar. Şimdi ortada tebdil kıyafet gezen güçlü kuvvetli bir yamyam fare vardır ve bu fare rahatlıkla diğer farelerin yanına sokulur ve yakaladığını yer.
Böylece gemi farelerden temizlenir."
Bu günlerde aramızda beyinleri yıkanarak eğitilmiş, emperyalizmin yedek gücü olmuş, bu nedenle de semirmiş YAMYAM fareler dolaşıyor. Sureti haktan görünen, yani "tebdil kıyafet" Atatürkçüymüş gibi görünüp, davranan “yamyam farelere” DİKKAT!

ON YUMURTA KAÇ ÖĞRETMEN EDER?



''BAK OĞLUM, KÖYDEN ON YUMURTA İLE ÇIKAN İKİ ÇOCUĞUN ÖĞRETMEN, SUBAY, MÜHENDİS, MİLLETVEKİLİ HATTA CUMHURBAŞKANI OLABİLDİĞİ YÖNETİME;
CUMHURİYET DENİR!''
''Daha ilkokuldayım. Evde telefon çaldı. Koştum, açtım. Babamın okul arkadaşı Kerim amca. O da babam gibi öğretmen. Çocukluğumuzun öğretmenleri işte… İki söz arasında hemen birkaç soru, her fırsatta öğretmenliği yaşıyor ve yapıyor. Telefonda hemen sınav başladı...
-Zafer, İstiklâl Marşımızı kim bestelemiştir?
- Zafer, Konya’nın plakası kaç?
Hepsini yanıtlıyorum.
Ardından o zaman bana çok garip gelen bir soru geliyor:
-Zafer, ON YUMURTA KAÇ ÖĞRETMEN EDER?
Şaşırıyorum.
- O nasıl soru Kerim Amca?
Kerim Amca telefonda uzun uzun gülüyor. “Bak,” diyor. “Okulun akıllısı Zafer. Yanıtını bilmediğin bir soru buldum işte. Şimdi telefonu babana ver. Sonra da babana sor. O sana yanıtını verir.”
Babamla Kerim Amcamın telefon görüşmesi bitince, babama soruyorum:
- Baba, Kerim Amcam sordu. On yumurta kaç öğretmen eder?
Babam da gülmeye başlıyor. Ardından, gülerek başlayan, ama bittiğinde ikimizin de gözyaşlarıyla yıkanan aşağıdaki öyküyü anlatıyor:
Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinin yaklaşık yirmi kilometre güneyinde yan yana iki orman köyü vardır. Boşnakköy ve Armutlu. Her iki köyde de hayat zor, insanları yoksuldur. 1950 yılının güneşli bir Temmuz sabahında, bu iki köyün en çalışkan iki öğrencisi Ali ve Kerim, birkaç yıl içinde öğretmen okullarına dönüşecek olan Köy Enstitüsü sınavına katılmak için ilçe merkezine yola çıkarlar. Tabii yürüyerek.
Ali’nin elinde küçük bir sepet ve sepetin içinde on tane yumurta var. Evde para olmadığından, annesi ilçede satıp, sınav için lâzım olacak kalem, silgi gibi ihtiyaçları alması için bu on yumurtayı, biraz kendi evinden, biraz da komşulardan toplayarak Ali’ye vermiş.
Kerim’in ailesi daha da fakir olduğundan, Kerim’de o da yok. Yaklaşık yirmi kilometre yolu yürüyerek ilçe merkezine ulaşıp, hemen bir bakkala giriyor ve on yumurtayı satarak bir kalem ve bir silgi alıyorlar. Kalemi de, silgiyi de ikiye bölerek paylaşıyor ve sınava giriyorlar. İkisi de başarmıştır.
Ancak bilmedikleri bir şey var. Sınav iki gün. Bu iki küçük köylü çocuk, sınava girip akşama köylerine dönmeyi düşünürken, şimdi Hükümet Konağı'nın önünde, neredeyse ağlamaklı geceyi nerede geçireceklerini bilmeden, bir aşağı, bir yukarı yürümekte…
Cadde üzerindeki evlerden birinde, bu iki köylü çocuğa merakla bakan bir kadın onları eve çağırır. Durumu öğrenince onları doyurur. Akşama eşi de işten gelir ve çocukları o gece misafir ederler.
İkinci gün de sınav başarılıdır. Birkaç ay sonra Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsüne kayıt ve ardından şanla şerefle geçen otuz yılı aşkın öğretmenlik yaşamı…
Babam, öykünün sonun şöyle bağladı:
Bak oğlum, köyden on yumurtayla çıkan iki çocuğun öğretmen, subay, mühendis, milletvekili hatta cumhurbaşkanı olabildiği yönetime CUMHURİYET denir.''

Kaynak: egitimajansi.com
Fotoğraf: Köy Enstitüsüne kaydını yaptıran köyün delikanlıları

D: Akif Tanrıkulu