28 Ekim 2016 Cuma

Darbe Gerçekleşseydi Sn. Erdoğan’ı Kim Öldürdü Diye Bilecektik?



           
İktidardan indirilmiş tarihte bildiğimiz kim varsa, ister kral ister padişah ister başbakan, bunu yapanlar kendilerini saklamayı başarmış, iktidardan indirilen kişinin taraftarları öfkeyle ona saldırsın diye suçu bir başkasına atmışlardır. Böylelikle toplumda sürekli çatışma hali yaratılmış, bu çatlaktan yeni mevziler kazanmışlardır. Hatta darbe kumpaslarında bile kurulan mahkemelerde delillere bakmadan suçlu diye gösterilenlerin gerçekte İngiliz hükümetinin ortadan kaldırmak istediği değerli siyasilerimiz olduğunu anlarsınız.
            Bütün bildiğiniz darbeler için ezberinizdeki iftiraları silecek kadar bilgi artık her yerde var, isteyen ulaşabilir. ABD ve İngiltere arşivlerinin açılmasını beklemeniz gerekmez.
            2016’da bugün, bir tarih yaşamakta olduğumuz 15 Temmuz sonrasında, toplum olarak bir bilinç sıçramasını da yaşamaktayız. Bu nedenle geçmişin yalanlarını anlatmak şimdi daha kolay. Onun için yazımın başlığını bunu düşündürtecek şekilde soru olarak seçtim.
            Evet, darbe gerçekleşseydi Sn. Erdoğan’ı kim öldürdü bilecektik?
            Darbe bildirisinin altındaki imza sahibi kimse o.  “Yurtta Sulh Cihanda Sulh Komitesi” diyordu, isim yok ama ucu açık komite, aklına gelen bütün Atatürkçüleri koy içine, değil mi? Hele bir de Genel Kurmay Başkanı darbe bildirisini imzalasaydı, Türk ordusuyla halk asıl o zaman karşı karşıya gelecekti.
            Tayyip Bey de başına gelenlerden bu dersi almış olmalıdır. Artık Menderes’i asanlar diye başlamaz herhalde. Fakat dünya ne kadar enteresan. Eğer darbe gerçekleşmiş olsaydı kendisi ölecekti ama topluma vaat ettiği bütün din devleti, şeriat yasaları, Din okulları, ilkokullara bile mescit açılması, kız erkek ayrı sınıflar, cemaatlere serbestlik, vesair hayalleri gerçekleşecekti. Ne tuhaftır, darbede ölseydi gerçekleşecek olan her şey ölmediği halde yine gerçekleşiyor, hem de çok daha hızlı, hem de parlamentoda tartışılmadan, hiç muhalefetsiz biçimde... Üstelik tek parti diktatörlüğü dediği dönemde olmadığı kadar antidemokratik şekilde.
Yine ne tuhaftır, Menderes’i siz astınız diye sitem ettiği insanlar onu kurtardı ve ne çare onların da aynı asimetrik darbe mağduru olduklarından habersiz yaşadı.  
Küresel darbe üretim merkezlerinde ince ince planlanmış bir savaşın ortasındayız, daha çok darbe göreceğimizi tahmin etmek zor değil, yeni yalanlara hazır olmalıyız.
Abdülaziz’in ölümü geliyor aklıma. Tahttan indirilmiş Abdülaziz göz hapsinde tutulduğu sarayda bir gece bilekleri kesilmiş olarak bulundu ve onu öldürmekle suçladıkları Mithat Paşa, Şeyhülislam Hayrullah Bey, Hüseyin Avni Paşa (mahkemede ölüsü yargılandı), Mütercimler Efendi ve Ali Bey (Namık Kemal’in kardeşi) Yıldız Mahkemesinde idama mahkûm edildi. Şimdi soruyorum, sizce Abdülaziz’i bunlar mı öldürdü, yoksa aslında bu isimleri ortadan kaldırmak için mi Abdülaziz öldürüldü?
İngilizlerin parmağını görmeniz için ipucu vereyim; Mithat Paşa köylüyü İngiliz tefecilerinden kurtarmak için Köy Sandıkları kurmuştu, Hüseyin Avni Paşa Karadağ savaşını İngiliz komutanı saf dışı ederek kazanmış ve İngilizler onun hakkında “Bu paşayı bertaraf etmeden Osmanlı’yı Sevr’e götüremeyiz” demişti. Şeyhülislam Hayrullah Bey de Abdülaziz’in İngiliz prensesleri için saray yaptırmasına karşı fetva vermişti. Yeterli ipucu var.
Eğer Sayın. Erdoğan hal edilmiş olsaydı darbe mahkemesi Jön Türkler in devamı kabul ettikleri Kemalistlere ne ceza kesecekti, tahmin edersiniz. 1881 Abdülaziz’in halli ile aynı.
Bakın, yaydıkları yalanlar devam ediyor; Mithat Paşa sandıktan para aldı, Hüseyin Avni Paşa darbe geleneğini başlattı... Değersizleştirmeye devam; Kızkulesi önünde 48 saat bekleyen Taif gemisi halkın gelmesi için orda bekledi, halk gelmedi...
Hangi birini düzelteyim. Mithat Paşa İzmir’de sığındığı Fransız elçiliğinde Cezayir’e karşılık Osmanlıya teslim edildi, sonra da iki Fransız gemisi eşliğinde Hicaz’a götürüldü. Kızkulesi önünde o iki geminin gelmesini beklediler,  halkın gelip onu kurtarması için değil. Taif Kalesinin zindanında onu Abdülhamit’in boğdurduğunu yaydılar, oysa bu öldürme olayının da Fransız işi olduğu aşikârdı. Cezayir’e karşılık teslim alındığı halktan gizlenince yalanlar arkası sıra dizildi, başka türlüsü kimsenin aklına gelmedi, Bardakçı’nın da.
 Bir de Milattan Önce örneği vereceğim. Darbenin ilk günlerinde yine Bay Bardakçı bir kanalda şöyle bir laf etti; “Oğuzlarda da darbe vardı, Mete Oğuz’un babasını zehirleyerek öldürdüler” dedi. Yaaa.... Demek Mete Oğuz’un babasının kim olduğunu biliyor, dedim. Roma kaynaklarında Mete Oğuz’un Miletli Pontus kralı V.Mitridate’nin oğlu VI.Mitridate olduğu, Sinop’ta doğduğu ve Rize’de büyüdüğü yazılmaz, ama babasının yemeğine zehir katan annesi Lazika (Laodike) tarafından öldürüldüğü yazar. Bardakçı onların yazdığı gibi konuşuyor
Açayım. Kraliçe Lazika oğlunu da zehirlememeleri için Rize’ye Eyzi (Oğuz) dayılarının yanına gönderdi. Mete Oğuz Ayder/Haydar yaylalarında büyüdü. İlk eşi dayısının kızı olan Lazika idi. (Şaman kültüründe akrabadan evlenmek yoktu, kardeşiyle evlenmek gibi yasaktı, o nedenle bu evlilik kaynaklarda kızkardeşiyle evlendi şeklinde geçer.)
Zehirlenmeye karşı panzehir icad etti, üzerinde deneli,  ölümsüz kral oldu, 22 Oğuz boyunu birleştirdi 48 yıl Sezar’la savaştı, Romalı tefeci Yahudi bankerleri Efes’te öldürttü (MÖ.88) ve Roma’nın en büyük düşmanı oldu. Büyük dedesi 1.Mitridate de Ordu şehrinin Kurul kalesinde 8 Pers kralıyla Kurul toplayıp kurduğu Birleşik Orduyla İskender’in Ege’de bıraktığı yağmacı Atina ordularını Efes’ten denize dökmüştü(MÖ.305). Mustafa Kemal de İzmir’den denize döktü, ne tesadüf!
Bay Bardakçı Osmanlı sarayında türlü entrika kadınlarını iyi bilir de Ordu Kurul Kalesinde heykeli bulunan kadın sultanımızın Mete Oğuz’un annesi Lazika/Laodike olduğunu bilmez. Adı Lazika, Lat/Kibele inanışlı, Doğu Karadenizli ve Amazon ordular kurmuş olduğuna işaret eder. Samsun’a Amizos (Amazonlar) adını bırakan kraliçemizdir. İşte Ordu Kurul Kalesinde yeni bulunan heykeli:   
 Amazon kraliçemiz Lazika’yı saygıyla anıyorum.
Ordulular onu 29 Ekim’de ziyaret etmeli. Çünkü şehre adını veren Ordu kurma geleneğimizin anasıdır. Türk Ordusu ve Atatürk nasıl ki 29 Ekim’de Türk milletine bir Cumhuriyet hediye etmişse, ana kraliçemiz Lazika ve Mete Oğuz da bize Millet olma ve Ordu kurma geleneğini hediye etmiştir.
Bizim maalesef Tansu Çiller gibi adı darbelerle birlikte anılan kadın yöneticilerimiz de var.  (https://tr.wikipedia.org/wiki/Tansu_%C3%87iller) Özgeçmişinde babasının nereli olduğu yazmazken her nedense annesinin Selanikli olduğu yazıyor, anne soyu daha önemli demek ki. Saraya sokulmuş entrikacı kadınlar gibi, burnunu sokmadığı şey kalmamış, onu meclise sokan Demirel bile ondan yaka silkmişti. Yüce Divanlık olmuş, az farkla yırtmıştı. Bugün yeniden 28 Şubat’la birlikte adı telaffuz edildiği halde, bir türlü ifadesi alınmıyor, dokunulmazlığı olan tek kişi o.  
Dönelim darbe gerçekleşseydi sorumuza.
Minareyi çalan kılıfını çok iyi hazırlamış.
Şu ders kitaplarının da kılıfı çok iyi hazırlanmış, bir türlü dikkatleri onlara çekemiyorum. Bu sıralar Matematik 1.sınıf kitabı (3 kitap) üzerinde çalışıyorum. Çözemediğim ne şifreler var, anlatamam. Bir sayfada güya çocuğa haftanın günlerini öğretecek, takvime bakarak cevap vermesini istiyor; “10 Kasım .... günüdür”, “4 Nisan ....... günüdür.” Haydi çözün bakalım. 10 Kasım sıradan bir güne indirildi. Diğerinin iki şekilde cevabı var; 2016 takviminde 4 Nisan Pazartesi günüdür, ama acaba bu da bir özel gün mü diye aklına takılır da internete bakacak olursa, meğer bir Hıristiyan takvimine göre artık gün imiş. Yaa.... Biz de sadece İngilizce dersinde misyonerlik var sanıyorduk.
Türk Milli Eğitimini yabancıların planlamasına verirsen çocuğuna ne öğretileceğine onlar karar verir. Eğitimde darbe çoktan gerçekleşti, beş yıl sonra 2023’de kitaplarda bizden bir şey kalmayacak, atı alan Üsküdar’ı geçti bile.
Tayyip Bey öldürülseydi bunu kimin üzerine yıkacaklardı biz daha onu konuşuyoruz.
Vaktinizi aldım, özür dilerim.
Ben de zaten Cumhuriyet Bayramında evine bayrak asan okurlarım için yazmıştım.

27.10.2016
Mahiye Morgül

27 Ekim 2016 Perşembe

BASIN AÇIKLAMASI “Boyun eğerek değil, direnerek kazanacağız”



BASIN AÇIKLAMASI
“Boyun eğerek değil, direnerek kazanacağız”
Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğü ve önderliğinde “Emperyalizme karşı verilen bağımsızlık savaşı sonunda çağdışı bir düzeni yıkarak yerine devrimci cumhuriyetin“ kuruluşunun 93. Yılındayız.
Emperyalist işgal ve projelere karşı haklı ve meşru bir savaş verilerek kurulan Kemalist, devrimci cumhuriyet, kuruluşunun 93. Yılında ortaçağ artığı karşı devrimci bir güruh aracılığıyla adım adım Yeni Sevr’e, BOP’a, taşınmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti bugün 1919’da başlayan, 1922’de, 1923’te ve daha sonraki yıllarda kazanılan utkulardan, devrimci dönüşümlerden; “Yeni Osmanlı” zorlamaları, ardı ardına gelen karşı-devrimci saldırılar ve bir kez daha uluslararası tekellerin oyun ve rekabet alanı haline gelen bir ülkeye dönüştürüldü. Lozan’a, 19 Mayıs’a, 23 Nisan’a, 30 Ağustos’a, 29 Ekim’e düşman, Mustafa Kemal Atatürk’ü unutmak/unutturmak, ondan kurtulmak isteyenler bugün ülkenin yazgısını/kaderini elinde tutmaktadırlar.
Ülkemiz üzerine egemen olan karanlık uzayarak ve derinliğini artırarak sürüyor. Bu karanlığı yaratan yerli, gerici işbirlikçilerin beslendikleri ana damar emperyalizmdir. Bunların, bu ihanet şebekelerinin yapımcıları, amaçları, efendileri, yöneticileri, yani oynatıcıları aynı odaktır.  Bu hain güçler kendi aralarında “canına okudukları Laik Cumhuriyet’in” mirasını Paylaşım kavgasına, hesaplaşmasına tutuşmuşlar, 15 Temmuz kalkışmasını tezgâhlamışlardır.
“15 Temmuz miras Paylaşım kavgası” bahanesiyle “Yenikapı Ruhu”  şamatasıyla kuyruklarına taktıkları sözde muhalefetle birlikte OHAL ilan edilerek;
Türk Ordusu’nun Ergenekon- Balyoz kumpası tasfiyesinden geriye kalanını parça parça bölerek her bir parçasını kendi emirleri altına aldılar ve doğrudan kendilerine bağladılar,
Ordunun kışlalarını boşalttılar, arazilerini yandaşlarına pazarlama, böylece de paylaşma, yağmalama uğraşı içine girdiler.
Yargı da kendilerince güvenilmez buldukları unsurları tasfiye ederek ortadan kaldırdılar. Kendileri için tehlike olmaktan çıkardılar.
Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak Sevr’i hortlatmak, Lozan’ı yok etmek için çabalayan bu “çok zayıf beyinli bahtsızlar”  yalnız Lozan’a değil Laik Cumhuriyet’in tüm kurum ve değerlerine saldırıyorlar. Kültürüne saldırıyor. Mustafa Kemal’e, İsmet İnönü’ye, Laik Cumhuriyetin kurucu kadrosuna saldırıyorlar.
Ülkemizde her geçen gün dozu artan yobazlığı ve gericiliği ayakta tutan esas gücün emperyalizmin varlığı olduğu, Emperyalizmi yıkmadan gericiliği ayakta tutan geri toplumsal ilişkileri ortadan kaldırmanın olanaksızlığı bilimsel bir gerçekliktir. Ancak haklı ve meşru temelleri olan Türkiye Cumhuriyetinin giderek adaletsiz, baskıcı, gerici ortaçağ rejimine dönüşmesinde emperyalizme göbekten bağlı, kaypak-omurgasız, vatansız yerli egemen güçlerin, işbirlikçi sermayenin destek ve katkısı unutulmamalıdır.
Türkiye yeniden bir ulusal kurtuluşun eşiğindedir. Bilinmelidir ki, bu kurtuluş yalnızca emperyalizmden değil, aynı zamanda sömürücü, asalak, gerici, çürüyen yerli egemen güçlerden de kurtuluştur. Bu ülke ancak o zaman yeniden haklı ve meşru bir zemine, bağımsızlığa kavuşur, insanların eşit ve özgür olacağı bir düzen kurulur.
Yokluk ve yoksulluktan var edilen bağımsız ve özgür bir ülkeyi, bir türlü içlerine sindiremeyen Amerikancı ihanet şebekesi karşısında sessiz kalarak, boyun eğerek değil, direnerek kazanacağız Biz bu cumhuriyeti sokakta bulmadık ki;  devşirilmiş Amerikancı ihanet şebekesine direnmeden teslim edelim!
Tarihte hiçbir bağımsızlık ve özgürlük hiç kimseye altın tepsi içinde sunulmamış, gökten zembille de inmemiştir. Savaşmadan, direnmeden, bedel ödemeden bağımsızlığın, özgürlüğün kazanılması, korunması olanaksızdır. Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir.
Ağır acılar, mağduriyetler yaşanmış/yaşanıyor da olsa, Ülkemiz üzerine egemen olan karanlık yıllar boyu sürmüş de olsa, devşirilmiş Amerikancı ihanet şebekesinin de sonu gelecek. Tarihteki bütün hainler gibi bunlar da yıkılacaklar. Kemalist Cumhuriyet yargısı tarafından hesaba çekileceklerdir. Bu nedenle asla korkmayacağız.  Çünkü “Devrimlerin ve Cumhuriyetin sahibi ve bekçisiyiz”. 27 Ekim 2016   
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                           Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

24 Ekim 2016 Pazartesi

“KES LAN”



15 Temmuz sözde darbe girişiminden sonra, olmayan demokrasimiz daha da kötü bir şekilde yürütülmeye çalışılmaktadır. Demokrasinin olmadığı yerlerde, otoriteyi kontrol etmeye çalışanlar, demokrasiye aykırı tutum ve davranışlarda bulunarak, toplumu iyice germektedir. Bu gerilme sonucunda zaman zaman öngörülemeyen olgular da ortaya çıkmaktadır.

TBMM’de ‘15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’ kurulmuştur. Özellikle komisyon başkanının Fethullah Gülen cemaatine yakın olduğu bilindiği için komik şekilde oluşturulduğu anlaşılan komisyon, bazı kişileri dinleyerek, 15 Temmuz hakkında bilgi ve belge toplamaktadır. Komisyona bilgi veren Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, 2004 yılında toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) kuvvet komutanlarıyla birlikte FETÖ'ye karşı hükümeti kesin bir dille uyardıklarını anlatmıştır. Özkök daha sonra sözlerine şöyle devam etmiştir: “2004 Milli Güvenlik Kurulu'nda silahlı kuvvetler olarak dedik ki 'Bu örgüt çok büyük imkan kabiliyetine kavuştu’. İmkan kabiliyeti yıllar içinde oluşur ama niyet bir gecede değişir. Dedik ki icra planı yapılsın bu iş takip edilsin, o zaman tehlikeli bir örgüt olarak görülmüyor tabii iyi niyetli görülüyor. Ama biz MGK'da bunu açıkça söyledik. Hükümeti kesin olarak bilgilendirdik ve durum iyi değil dedik. Orada bir karar alındı. Ona ‘icra planı’ denildi. Hükümete tavsiye ediyor MGK bunu. Hükümetin unsurları da orada olmakla beraber. Ne yapılıyor diye izledik, açıkça söyleyeyim pek fazla bir şey yapıldığını görmedik. Biz gene her toplantıda irticadan ve bu örgütlerin tehlikesine dikkat çeken konuşmaları, -MGK'da kuvvet komutanları da var biliyorsunuz- her zaman dile getirdik.”

2004 yılında Jandarma eski Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'un katıldığı son Milli Güvenlik Kurulu Toplantısı'nda Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Şener Eruygur'a konuşması için söz verilir. Veda konuşması yapan Şener Eruygur, cebinden çıkardığı kağıdı okumaya başlayarak sözlerini sürdürür. Siyasi iktidarın gericileri, yobazları nasıl kayırdığını, cemaatlere nasıl kol kanat gerdiği, irticanın bu hükümet zamanında nasıl kök saldığını söylerken, konuşması “Kes Lan!” nidasıyla sona erer. Bu sesin sahibi zamanın başbakanı Tayyip Erdoğan'dır. Devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan bu edepsiz tavır karşısında bir anda ortalıkta buz gibi hava eser. “Kes Lan” çığlığının ardından Eruygur'un konuşması da, toplantı da sona erer.

Cemaatlere o gün kol kanat gerenler, daha sonraki yıllarda Jandarma eski Genel Komutanı Şener Eruygur ve birçok üst rütbeli subayı “darbe teşebbüsü” ile suçlarlar. Özellikle yargıda ve emniyetteki Fethullahçı örgütlenme, sahte suçlamalarla yurtseverleri, subayları, aydınları Silivri zindanına kapatır, kimisinin ölümüne, kimisinin sürekli hastalanmasına yol açar. Bunlar olurken de Ergenekon davasının “savcısıyım” diyen Tayyip Erdoğan, kin kusmaya devam eder.

Hükümetle Fethullah Gülen cemaati arasında dershane tartışmalarıyla birlikte gerilim başlamıştır. Bu gerilimin asıl nedeni ortadaki pastayı bölüşmekte çıkan sorundur. Bu sorun daha da alevlenerek, 17 Aralık 2013 tarihinde ülkemizin gördüğü en büyük yolsuzluk ve rüşvet olayı olarak patlak vermiştir. Bir yanda Tayyip Erdoğan, diğer yanda Fethullah Gülen cemaati olmak üzere, büyük çekişmelere neden olan bu yolsuzluk ve rüşvet olayı, bu iki grubu kesinkes birbirilerinden ayırmıştır. Öyle ki, yıllardır birlikte olup devleti işgal ettikleri Fethullah Gülen cemaatini önce paralel yapı, ardından da Fethullah Terör Örgütü (FETÖ) olarak anmaya başlamışlardır.

Eğer 2004 yılındaki MGK toplantısında, Şener Eruygur konuşurken “Kes Lan” sözü yerine, o konuşmanın içeriğini kavrayıp, gereği yapılabilseydi, bugün birçok şeyin daha farklı olacağı kesindi. Çıkarları dün birlikte olanlar, bugün birbirilerine diş bilemektedirler. Dün Fethullah Gülen cemaati öne çıkarılırken, bugün başka cemaatlere kapı açılmaktadır. 15 Temmuz sözde darbe girişiminden sonra topluma uygulanan oyun bellidir: kırk katır mı, kırk satır mı? Ancak kırk katır da olsa, kırk satır da olsa, içinde demokrasi yoktur.

Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan ülkemizde, yurttaşlarımız gerçek demokrasi için mücadele etmektedirler. Ancak güvenini yitirmiş bir iktidar ve böyle bir iktidara destek olan muhalefet ile gerçek demokrasiye ulaşmak olanaksız olduğu gibi, istedikleri başkanlık sistemiyle de hiçbir sorunun çözülemeyeceği çok açıktır. Bugün ne devletimizi yöneten siyasi iktidarın ne de muhalefetin hiç biri Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimlerine sahip değildir ve olmalarını beklemek de saflıktır. Ne olursa olsun, bu karanlık günlerin de geçeceği kesindir, ancak umutsuzluğa düşmeden her koşulda mücadele edilmelidir.  
Suay Karaman
İlk Kurşun Gazetesi, 24 Ekim 2016.