2 Şubat 2017 Perşembe

Hayır’dan sonra





"Ya laik bir cumhuriyet olacağız, ya mahvolacağız.
Evet, toplanıp bir yol bulacağız. Bulamazsak, gelenlerle yürüyüp yeni bir yol olacağız."

 

Çok basit bir tarifimiz var, tekrarlıyoruz: Cumhuriyet, cemaatleri, tarikatları, kurumsallaşmış dini, aristokrasiyi, monarşiyi dağıtıp, geriye kalanlardan bir yeni halk yaratma işidir. İş, yeni bir kamusal alana ihtiyaç ortaya çıkarır. Özgürleştirilmiş meydanlardır cumhuriyet. Örnekleri var. Bir meydanda toplanıp Bastille’i basanlar yeni bir halk olur. Fransız halkıdır bu. Moskova’da, Kızıl Meydan’da, Çarı kovalamak için toplananlar artık yeni bir halktır. Sivas’ta, yoksul Ankara’da toplanıp işgalcilerin üstüne yürüyenler, İstanbul’da Sultanı kovalayanlar, halifeyi alaşağı edenler artık ne tarikattır, ne de cemaat. Sultanahmet’te toplanıp Halide’yi dinleyenlere yeniden bakın; Onlar artık ümmet değil halktır. Türkiye halkıdır. Cumhuriyet özetle budur. Cumhur’un bir alanda toplanıp, kendisini kul yapanlara meydan okumasıdır. Meydanı ve kendisini özgürleştirmesidir. Kısaca devrim diyoruz.
Devrim bu ise karşı devrim de cumhuriyetle halk olmuş kalabalıkları yeniden ümmet olmaya çağırmak, tarikatların, cemaatlerin içinde toplamaya çalışmaktır. Olabilir mi, imkânı var mıdır, tartışırız. Ama yapmaya çalıştıkları budur. Böyle bakıldığında Fransız Devrimi ile Rus Devrimi, Rus Devrimi ile Türk Devrimi akrabadır, ayrılmaz bir bütünün parçalarıdır. Biz şimdi hepsini bir ve aynı görüyoruz. Bu gelenek bizimdir.
Geleneğimizi sahipleniyoruz. Ümmet olmaya çağrılanları, cemaatlerin, tarikatların içinde insanlıktan çıkarılmaya çalışılanları yeniden ortak bir meydanda toplanmaya, yeniden halk olmaya çağırıyoruz. Tereddüt yersizdir; Bu artık bütünüyle sol bir iştir. Gezi’de meydanı da, bayrağı da, cumhuriyeti de, laikliği de zalimlerin, egemenlerin, gericilerin elinden aldık, artık bizimdir. Devrim artık cumhuriyeti ezilenlere zimmetleme girişimidir.
***
Cumhuriyeti ezilenlere zimmetleyebilir miyiz? İmkânı var mı?
Cumhuriyet, sultanın mülkü olan topraklarda bir halk yaratma hamlesiydi. Yakup Kadri’nin Yaban’ına bakın, imkânsız görünen bir iştir. Devrimciler halk için savaşmaktadır ama aslında ortalıkta bir “halk” yoktur. Ümmettir çünkü. Yaban, halksız aydındır. Halksız aydın halksızlıkla kıvranmaktadır ve bir halk yaratmak zorunda olduğunun farkına varmaktadır. Cumhuriyet, sultanın mülkü olan topraklarda sultanın mülkü olan insanlarla yeni bir halk ve yeni bir ülke yaratma ütopyasıdır.
Yarattılar mı? Evet. Tamama erdi mi? Hayır. Çünkü bu uzun soluklu bir mücadeledir. İşte yüzyıl sonra yine sultan özentileri, cariye kalıntıları, kapıkulları, tuhaf görünüşlü yeniçeriler türedi. Yine meydanlarda sultanın mülkü olmaya teşne tuhaf kalabalıklar dalgalanıyor. Cumhuriyete şaşı, laikliğe düşman cahil bir sürü ile karşı devrim örgütleme kalkışan cüretkârlar var.
Not ediyoruz: Cumhuriyet’in bir “komplo” olduğun sananlar, laikliğin bir “aşırılık” olduğunu düşünenler çok kısa bir zaman sonra yanıldıklarını anlayacaklardır. Çünkü Cumhuriyet bütün bunların ötesinde bir insan olma ve bir insan kalma mücadelesidir. Kim engelleyebilir, kim tersine döndürebilir? Cumhuriyet insanlığın en büyük, en kapsamlı ütopyası, kulu insan yapma hayalidir. Bu hayal de bizimdir.
***
Kemalizm mi? Belki. Ama artık bütünüyle sol bir işten söz ediyoruz. Ölçümüz Kemalizm’in kurduğu cumhuriyette yeniden, ağa, şeyh, halife, sultan olabileceğini sanan yobaz gafiller değil. Şurası açık; Kemalizm’den geriye gitmeyiz. Diyorlar ki, “Kemalizm çok aşırı, çok radikal davrandı, o yüzden hata yaptı.” Mümkün mü? Kemalizm’i ancak yeterince radikal olmamakla eleştirebiliriz. Yeterince radikal olmamış, olamamıştır. Kemalistler dini kullanabileceklerini sandılar. Halkı disipline etmek için dini kullanmaya kalkıştılar. Sonra, cumhuriyetin yarattığı yeni insandan korktular. Köy enstitülerinden, 1960’da parlayan soldan korktular. İmam hatiplerle bu yükselişi engellemeye kalkıştılar. Sonra ülkeye egemen olan gafiller, Kemalizm’den uzaklaşıp anti-Kemalist bir Atatürkçülük imal ettiler. Bu düzen Atatürk’ün önde göründüğü, arkada karşı devrimin hüküm sürdüğü bir düzendi. Kurucusu Kenan Evren’dir. Kenan Evren cumhuriyeti işkence ederek öldürdü ama siyasi ömrü ölüyü kaldırmaya vefa etmedi. Bu yüzden imamları çağırdılar ölüyü kaldırsın diye. İmamlar geldi, cenaze namazından sonra ölüyü gömmeye götürüyoruz diye alıp tecavüze yeltendiler. Anayasayı değiştirip sultanlık ilan etmeye kalkışmalarının nedeni işte bu.
Muhafazakârlıkmış… Ne muhafazakârlığı? Neyi muhafaza etmişler şimdiye kadar? Osmanlının bile kuralları, belli ölçüleri vardı. Bunlar bütün kuralları yıktılar, bütün ölçüleri sildiler. Bir kuralsızlık ve bir ölçüsüzlük düzeni kurdular. Artık her türlü muhafazakârlığın imkânsız olduğu bir noktadayız.
Cumhuriyet bir halk yaratma işidir evet. Ama bu iş de halk olmak isteyen bir mazlumlar topluluğunu gerektirir. Teslim etmeli ki, bu ülkenin büyük kalabalıkları kendisine rağmen halk yapıldı, yurttaş yapıldı. Şimdi de gönüllü kul olmak isteyen geniş kalabalıklar var. Düşkünleştirildiler ve her türlü yazıma hazır hale getirildiler. Bu dinci gericiliğin, cumhuriyet düşmanlığının kitle tabanıdır.
Öteki yanında egemen sınıfların cumhuriyetin devrimci yanından duydukları derin korku var. Cemaat düzeni, tarikat düzlemi onlar için daha elverişli çünkü. Baksanıza ülkeye. Bir tek grev yok, bir tek öğrenci hareketi yok. İşçi gitti, mürit geldi yerine. Bir düşkünler düzeni kurdular böylece. Toplumu dinselleştirerek bütün hücrelerini bozdular. Toplum dediğimiz şey aşırı büyümüş bir kanserojen ur sanki. Bu uru dağıtmadan yeni mümkün değildir.
***
Evet, devraldığı sorunları çözemedi cumhuriyet. Korktu, öteledi. Halkının karnını doyuramadı, eğitimini sağlayamadı. Bu topraklarda yaşayan herkesi, dinine, diline, ırkına bakmaksızın yurttaş haline getirebilmeliydi. Başaramadı. Demek ki yeni ve devrimci bir cumhuriyete ihtiyacımız var. Demek ki, yeniden başlarken eşitliği mutlaka sağlayacağız. Demek ki ürettiğimizi yeniden ve eşitçe bölüştüreceğiz. Demek ki sosyalist bir cumhuriyetten başka şansızımız yok.
Denedik, olmadı. Yine deneriz, oldururuz. Oldurmayıp ne yapacağız? Yeniden kul olacak bir sultan mı bulacağız kendimize? Yeni zenginlerden yeni şeyhler mi yaratacağız? Bir imama mı devredeceğiz akli yeteneklerimizi? Toplanırız meydanlarda, hep birlikte özgür ve eşit yeni bir cumhuriyet kurarız. Bu daha kolay!
Görüyoruz, cumhuriyeti hedef almak demek Osmanlıcılık ve hilafet demek. Mümkün mü? Olsa olsa dinsel tonu yüksek bir diktatörlük kurarsınız. Sopasını da dinin arkasına saklarsınız. Petrolünüz varsa Suudi Arabistan olursunuz. Yoksa Afganistan’dır varabileceğiniz yer. Bu ülke giderek daha fazla Afganistan’a benziyor farkındaysanız. Hiç kimse Türkiye’de bir Afganistan kuramaz. Olmaz. İzin vermez bu ülke. Birikimleri var, deneyimi var.
Evet, azaldı cumhuriyet. Laiklik azaldı. Bunların azalmasının nasıl kanlı, karanlık bir gelecek vaat ettiğini görüyor artık kalabalıklar. Bu ülkenin en yakıcı sorunudur bunlar. Geldiğimiz yer bu: Ya laik bir cumhuriyet olacağız, ya mahvolacağız.
Yıkıldı. Önemli değil. Kurulabileceğini biliyoruz. Kurarız. Mutlaka. O ışığı görüyoruz, o ışık yakın. Tabii bu derlenip toparlanma, örgütlenme, düşünme, yeni fikirler geliştirme gereğini ortadan kaldırmıyor.
Evet, toplanıp bir yol bulacağız. Bulamazsak, gelenlerle yürüyüp yeni bir yol olacağız. Mutlaka ama…


1 Şubat 2017 Çarşamba

24. ADALET VE DEMOKRASİ HAFTASI 31 OCAK Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU BU HESAP SORULMAZMI? Konferansı Açılış Konuşması



24. ADALET VE DEMOKRASİ HAFTASI
31 OCAK Ömer Faruk  EMİNAĞAOĞLU 
BU HESAP SORULMAZMI?
Konferansı Açılış Konuşması
Her biri diğerinden değerli yol arkadaşlarım, saygın dostlar hoş geldiniz.  UED yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarım adına sizleri saygı ile selamlıyorum.
24. Adalet ve Demokrasi Haftasının son gününde değerli ve saygın hukukçu-aydın Sn. Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU ile birlikte olmaktan ayrıca onur duyduğumuzu belirtmek isterim.              
AB’nin- ABD’nin Suriye’de, ırakta Libya da Afganistan’da silah zoruyla yaptığını Türkiye de referandum zoruyla yapmaya kalkışan bir siyasal proje ile karşı karşıya olduğumuz bu süreçte bu birlikteliğimizin çok anlamlı ve önemli olduğunu belirtmek isterim.
Uğur Mumcu’nun katledilerek aramızdan alınışının 24., Dünyaya örnek antiemperyalist bir savaşım veren ve utkusunu soylu bir devrimle taçlandıran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bedensel varlığının sonsuzluğa ulaşmasının 79. Yılındayız. 24.Adalet ve Demokrasi Haftası içinde aynı zamanda “hain tuzaklarla” aramızdan alınan Muammer AKSOY, Bahriye ÜÇOK, A. Taner KIŞLALI, Necip HABEMİTOĞLU, Gaffar OKAN ve daha onlarca devrim şehidini bir kez daha anıyor ve arıyoruz.
Bilge devrimci Şöyle diyor; “Düzenin sahibi Egemenler, sağlıklarında büyük devrimcileri ardı arkası gelmez kıyıcılıklarla ödüllendirirler; öğretilerini, en vahşi düşmanlık, en koyu kin, en taşkın yalan ve kara çalma kampanyalarıyla karşılarlar. Ölümlerinden sonra, büyük devrimcileri zararsız ikonlar durumuna getirmeye, söz uygun düşerse, azizleştirmeye, ezilen sınıfları “teselli etmek” ve onları aldatmak için adlarını bir ayla (hâle) ile süslemeye çalışırlar. Böylelikle, devrimci öğretileri içeriğinden yoksunlaştırılır, değerden düşürülür ve devrimci keskinliği giderilir.”
1938’den bugüne başta Mustafa Kemal olmak üzere tüm devrimci yurtseverlerin “devrimci öğretileri içeriğinden yoksunlaştırılmış, değerden düşürülmüş ve devrimci keskinliği giderilmiş” böylece toplumsal dinamikleri, toplumsal muhalefeti etkisiz, eylemsiz devrimcileri ise kimliksiz ve sisteme uyumlu kılmak için her türlü düzenbazlık yapılmıştır/yapılmaktadır.
Değerli yol arkadaşlarım,
Bugün Türkiye’nin 150-200 yıllık demokrasi bikrimi, görkemli Kemalist devrimin ve 100 yıllık cumhuriyet kazanımlarının sıfırlanma noktasına gelmişse sayıları 3-5 bini geçmeyen ihanet erbabı işbirlikçinin becerisinden değil, bu kazanımları koruma iddiasında olan sorumluluk almak yerine işi oluruna bırakan, “bir şeyin aslını öğrenmeden eleştirisini öğrenen” kitlelerin kayıtsızlığının, duyarsızlığının ve hareketsizliğinin sonucudur.  Kayıtsızlık irade yitimidir, asalaklıktır, korkaklıktır. Kayıtsız olmak yaşamamaktır. Kayıtsız, duyarsız kalmanın, olup bitenlere seyirci olmanın bedeli bugün sultanlık dayatması ile ödettirilmek isteniyor bizlere.
Umutsuzluk tohumları ekmek adına değil, umudu tazeleme ihtiyacını en kaygılı biçimde dile getirmek, İnsan onuruna yaraşır bir yaşam koşuluna ulaşmak adına yerine getirilmesi gereken görevin ne denli zorlu olduğunun bilincinde olmamız adına söylüyorum bunları.
Değerli yol arkadaşlarım,
 Bize dayatılan referandumda; seçimle, meşru olarak iktidara gelmiş bir hükümetin yıllara yayılmış bir zaman dilimi içinde, adeta yavaş çekim bir film gibi, uygulamaya koyduğu karar ve yasalarla “REFERANDUM MEŞRUİYETİ ARDINA SAKLANMIŞ FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜN KALICI EGEMENLİĞİNİ” KABUL EDİP ETMEDİĞİMİZİ OYLAYACAĞIZ.
Peki biz son seçimlerle Egemenlik hak ve yetkimizin bir bölümünü süreli olarak kullanma koşulu ile kimlere vekalet vermiştik? TBMM’deki milletvekillerine.
Bu vekiller bizden süreli olarak aldıkları vekaletle   bize ait olan egemenlik hak ve yetkisini bizim adımıza bir kişiye, zümreye, sınıfa devredilmesini görüşme konusu yapabilirler mi? Yapamazlar. Peki biz ulusal egemenliğin “oydaşma”- “oylama”- yetkisini milletvekillerine verdik mi?  Vermedik, veremeyiz. Çünkü egemenlik devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yetkidir. Biz bu hakkı kan bedeli kazandık ve anayasaya yazdırdık.
Şimdi soralım. Kan bedeli kazanılmış, 1921-1924-1960-82 anayasalarında kalın harflerle yazılı olan Türk ulusunun egemenlik hakkını, komisyonlarda görüşmeye ve oydaşmaya, genel kurulda oylamaya konu eden siyasal partiler, milletvekilleri anayasayı ihlal suçu işlemiş olmuyorlar mı?  
Bu suçluluğun telaşı ile bu gayrı meşru yasa daha TBMM’den çıkmadan “referandum” da egemenliğimizi oylayalım diye koşuşturanlara bu hesabı sormayacak mıyız, sorulmamalı mı?
 Referandum, Türk Milletinin egemenlik yetkisini TBMM’den alıp tek kişiden ibaret olan hükümetsiz cumhurbaşkanına devrediyor. Burada durmayacak. Bir sonraki adımda bu sefer Türk Milletinin egemenlik hakkına el uzatılacak.
Bu niyetle hareket edildiğini, son mimar, cumhurbaşkanı başdanışmanı Mehmet Uçum açık açık söylüyor.
“Türk Milleti olmaz, bu bir etnisiteye ayrıcalık vermektir”, diyor. Egemenliği etnik topluluklar arasında bölme hedefi güden planı başka nasıl söylesin?
Adını doğru koyalım. Gelmekte olan “başkanlık” değil din ambalajı ile örtülmüş bir faşist diktatörlüktür.
 Bu faşist diktatörlüğü, bitmiş siyasi ömrünü ülkenin kaderiyle birleştirmeye çalışarak tehlikeli bir kumar oynayan bir despotun kaprisleriyle eşleştirmek aymazlığın, sapkınlığın ötesinde Devrimci mücadeleyi sırtından hançerlemektir.
İkiz ihanet sözleşmeleri, Avrupa birliği Anayasası, Yabancı sermayeye ülkenin tüm kaynaklarının açılması, Özelleştirmeden taşeronlaştırmaya ve giderek emeğin kölece istihdamı,  kamu çalışanlarının da güvencesizleştirilmesi, kıdem tazminatı gibi kökleşmiş hakların gaspı,  Yeşil Yol projesi, üçüncü köprü, ulusal tarımın yerle yeksan edilmesi, sendikaların, kooperatiflerin işlevsizleştirilmesi, Ekonomik ve siyasi egemenliğin uluslar arası güçlere peşkeş çekilmesi ile ilgili yasalar, İç Güvenlik Yasası ve daha onlarca ihanet düzenlemeleri bir despotun hırsını tatmin etmeye mi yönelikti?
Şunu unutmayalım; Küresel Sermaye ile bütünleşmiş yerli sermaye sınıfı artık ulusun, ulusal güçlerin bir parçası değil, Uluslararası egemenlerin Türkiye de örgütlenmiş eşgüdüm merkezleri, yağmacı Batının acenteleridir.
Bu nedenledir ki ulus devletler diğer tüm niteliklerinden (laik-sosyal -demokratik- hukuk devleti) arındırılarak Küresel Kapitalizmin o ülkedeki karakolları ya da güvenlik ve kontrol noktalarına dönüştürülmektedir. Bir başka söylemle sermayenin bugüne değin tepe tepe kullandıkları ulus devletin temel kurumları artık sermaye için bir yük, ayak bağı olmaya başlamıştır.
Artık ulus devletlerde parlamenter sistemin biçimsel de olsa işleyişine tahammülleri kalmamıştır.
Küresel güçlerle yapılan anlaşmaları yürürlüğe koyabilmeleri meclisten geçirmekte zorlanacaklarını düşündükleri yasaları kolaylıkla, kararnamelerle yürürlüğe sokabilmeleri, istedikleri kararları hiçbir denetim, engel ve itiraza takılmadan uygulayabilmeleri için TBMM’den deyim yerinde ise sopa ve düzenbazlıkla geçirdikleri meşruiyeti şaibeli “Başkanlık Yasası’nın bizlerce referandumda kabul edilmesi dayatılmaktadır.
Dostumuzu- Düşmanımızı iyi tanıyalım. Ve soralım.  Türkiye Freni boşalmış kamyon örneği yokuş aşağı diktatörlüğe giderken demokrasi havarisi TÜSİAD – MÜSİAD – TOBB – neden suskun. Demokrasinin beşiği olduğu iddiasını sık sık yineleyen ABD, Avrupa Birliği neden sessiz!  Niçin Türkiye’de bunlar olurken Ellerini ovuşturuyorlar? Çünkü bu yasa geçerse Türkiye'de sadece bir kişiyi ikna etmeleri yeterli olacak.
Yani söylemek istediğimiz kenar mahalle “kabadayısı” olarak sahneye sürülen, iktidar koltuğuna oturtulan Sistem korkuluklarının “Yarı-Tanrı” pozunda çalım satmalarına bakarak kimse kendini aldatmamalıdır. Önemli olan “Sistemin dolgun maaşlı korkulukları” değil, “sistem” denen düzenin kendisidir. Başkanlık oyununu tezgâhlayanlarda düzenin para babalarından başkası değildir.
Hâlbuki Hasan Hüseyin’in dediği gibi:
“Yeni değil bu oyun
Bu oyun eski oyun!”
Sistem sahiplerinin tüm hokkabazlıklarına karşın bu oyunu bozacağız. Meşruiyetimizi haklılığımızdan alarak çıktığımız yolda, zebaniler kızacak diye yöntemimizi değiştirecek veya onlara şirin görünme hesapları yapacak değiliz. Diğer bir anlatımla, düzenin sahipleri ve sarayın kapıkulları kılıcı zaten çekmiş durumdalar, bizlerin çekeceği kılıçlar için yapılacak meşruiyet tartışmalarına itibar edilmemeli ve yaşamın her alanında gereken yapılmalıdır.
Memlekette sömürücüler, asalaklar, hırsızlar, yobazlar, cemaatler, NATO’cular, işbirlikçiler düzenin en gerici güçleri Menderes'in "Vatan Cephesi" garabetine benzer, sarayın kapıkullarından oluşan "Evet Cephesi" ile sahneye sürüldü.
Bu ihanet cephesinin karşısında ise daha1920’lerde kendi küllerinden yeniden doğarak ayağa kalkan, Atatürk’ün dirilttiği bir ulusun evlatları ve onun gerçek mirası vardır.
Biliyoruz ve inanıyoruz ki; Türk halkı, iki yüz yıllık mücadeleyle kan ve can bedeli elde edilmiş egemenlik hakkından vazgeçmeyecektir.
Tüm ulusal demokratik güçler emperyalizme ve uzantılarına karşı halkın birliğini sağlama hedefinden sapmadan başkanlık dayatmasını püskürtme ustalığını gösterecektir.
Onlara şunu hatırlatmak isteriz; Vahdettinlerin sürü sürü çoğaldığı bu memlekette Mustafa Kemallerin çıkmayacağını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü biz sizler gibi görevi, buyruğu Bürüksel den, Washington’dan değil, bu toprakların bağrından çıkmış en büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ten alıyoruz.
Çünkü bizler; “Kurtuluş için, bağımsızlık için eninde sonunda düşmanla, bütün varlığımızla vuruşarak onu yenmekten başka karar ve çare yoktur ve olamaz. Ordu ile, savaş ile, inat ile bu işin içinden çıkılamaz biçimindeki kaynağı dışarda bulunan öğütlere uymakla bir vatan, bir ulus bağımsızlığı kurtarılamaz. Emperyalistlerin pençesine düşen bir kuş gibi yavaş, sefil bir ölüme mahkûm olmaktansa babalarımızın oğlu sıfatıyla vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ederiz.

Ernesto Che Guevara

Hiç Kimseye Kendiliğinden ÖZGÜRLÜK Gelmez
Cesareti Olup Baş Kaldırarak Ona Doğru Kendiniz Yürümelisiniz
Kaybettiğinde Değil, Vazgeçtiğinde Yenilirsin!
Hepinize saygılar sunuyorum.
Mahmut ÖZYÜREK
UED Isparta Şube Başkanı



https://www.youtube.com/watch?v=XxC9TyuO1IQ&feature=youtu.be