9 Şubat 2013 Cumartesi

Sayın Kılıçdaroğlu'na açık mektubumdur...

Prof.Dr. Tülay ÖZÜERMAN

Sayın Kılıçdaroğlu;
Çok değil CHP'de vekil olduğunuz 2002 tarihinden, 6. Genel Başkan Sayın Deniz Baykal'ın kaset komplosu ile gönderilmesi ile Genel Başkan olduğunuz 2010 tarihleri arasında CHP'nin temel ideolojisi hakkında bir kafa karışıklığı olmadığını en iyi bilenlerdensiniz. Bir anımsatma: Siz 2009'da İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne başkan adayı olduğunuzda arkanızda güçlü bir medya desteği vardı. Ne giydiniz, ne dediniz, nereye gittiniz haber programlarında yer buluyordu. Aynı şans CHP'nin diğer iddialı adayları Karayalçın, Kocaoğlu, Akaydın için tanınmamıştı medyada. Seçimi kazanmamıştınız ama İstanbul'da CHP'nin oylarını arttırmıştınız... Medya seçim sonrasında da arkanızdaydı. Ve kaset operasyonu sonrası sizi işaret eden medyanın ancak sizinle şişirilecek balonmuş gibi elinize tutuşturduğu bir CHP buldunuz. Operasyon tam da CHP oylarını yükselttiği dönemde yapılmıştı.

Sayın Kılıçdaroğlu, CHP artık sizin teslim aldığınız parti değil. Zaten siz de böyle olmadığını anlatmak için partinin başına "yeni" kelimesini eklediniz. Türk siyasal hayatında ilk kez, kurumsal kopuş yaşanmadan parti kimliği dönüştürülmüş oldu. Yıllarca CHP için çalışmış, ideolojisi ile partiye yürekten bağlı partililer (CHP'liler) partiye yeni gelen particilerce (CHP'dekiler) devre dışı bırakılarak parti erimeye başladı. Medya'da rüzgarlar artık sizden yana değil, size karşı şekilde estiriliyor. Toplum AKP'nin yaptıkları yerine, çarmıha gerilen CHP'yi konuşuyor. Medya görevlileri CHP'yi gündemde tutacak her manevrayı uygularken; şişirerek elinize tutuşturdukları balonu yavaş yavaş söndürmekteler. Bu arada haksız tutukluluklar, hukuk devletinin yasa ile yok edilişi, devletin temel çatısını ortadan kaldıracak anayasa çalışmaları, ayrılıkçı söylemlerin yayılışı, kimliklerin ortaya saçılışı üzerinden yürütülen ulusalcılık karşıtı politikalardan, özelden kamu sektörüne kadar mali denetim yolu ile kurulan baskılardan, toplumsal yaşama müdahale eden düzenleme ve fiili uygulamalardan yılmış olan toplumda muhalefet özlemi çığ gibi büyüyor.

Sayın Kılıçdaroğlu; siz bu çığı görebilirseniz ve bugün CHP'de yer bulmuş olan ve büyük bir olasılıkla AKP anayasasına oy vermek için CHP'ye sızmış olan partidekilerin kovduğu partilileri yeniden partiye kazanacak bir yapılanmaya giderseniz, CHP bu çığı kartopuna dönüştürebilir, aksi halde görünen o ki, Y-CHP ısrarınız partiyi bu çığın altında bırakacaktır.

Satır başları ile, demokrasiden uzak, tekçi bir yapı ile oluşturulacağı anlaşılan yeni anayasa çalışmaları içinde Y-CHP yer aldı. CHP böyle bir oluşumun içinde yer almazdı. Bu meşru olmayan süreci meşrulaştırmaz, çarpıklıkları topluma anlatmayı görev bilirdi. Nitekim CHP'ye kaset operasyonu yapılmasının sebeplerinden biri de buydu.

Hani şu iki kişiden biri iktidara oy verdi söylemi var ya... Aslı astarı yok. Ama bunu anlatacak muhalefet de yok. Kimlerle bir araya gelsek, herkes ülke adına endişelerini dile getiriyor. Korkusundan susmayı seçiyor bazıları, ancak iktidar yandaşıyım diyen tek kişi göremiyoruz etrafımızda. Tüm yaşananlara, özellikle özel yaşama kadar uzanarak artan baskılara açık ve örtülü dillendirilen hoşnutsuzluk yanında, giderek fütursuzlaşan otoriter/keyfi uygulamalar nedeniyle artan endişe ve tepki var.

Sayın Kılıçdaroğlu; CHP'nin ulusalcı kimliğini ve dolayısı ile ulusalcıları tahkir eden söylemlerin arttığı bir süreçte, konuyu bilimsel duyarlılıkla anlatmaya çalışan Birgül Ayman Güler Hoca'nın söylemini çarpıtan medyanın linç harekatı sonrasında getirdiğiniz konuşma yasağı hepimizi şaşırttı ve üzdü. Parti ideolojisine aykırı söylemleri olan Hüseyin Aygün için söz konusu bile edilmeyen yasak, ulusalcılığı ile tanınan bir kadın milletvekili üzerinden giydirilmiş oldu CHP'ye. "Sus" telkini, kadın için umut gördüğümüz partide, kadın üzerinden verilmiş oldu. Giderek taraftar ve sempatizanlarını kaçıran bu yapılanma ile yerel seçimlere giderseniz, partinin ideolojisinin dışına çıkarılışından rahatsız olan partililerden gelecek tepkileri de iyi hesaplamanız gerekiyor. Toplumun değişik katmanlarında yeni bir parti arayışı ciddi bir şekilde dillendirilmeye başlandı. Bu arada, kurmaylarınız toplumun ilettiği uyarı mesajlarına kulak vermek yerine, tepki göstererek eleştirileri baskılamaya çalışıyorlar. İzmir'e lütfen kulak verin ve İzmir'i kurmaylardan değil, tabandan dinleyin. İzmir yalnız CHP'nin değil, Türkiye'nin kaderinin belirleyicisi bir kenttir.

Sayın Kılıçdaroğlu; hiçbir ideoloji karşıtına dönüşerek büyüyemez. AKP ideolojisinin anayasal kılıf arayışına girdiği bu sürece destek vererek büyütemezsiniz CHP'yi. Lütfen toplumdaki muhalefet özleminin oluşturulduğu çığı görün. Oklarını kırıp kendisine saplayan, konjonktürle sürüklenen bir parti değil, kurucu felsefesi ile ayakta dimdik duran bir CHP özlemi var toplumda. Savunmada değil, atakta bir parti özlemi var. Partinin kuruluş felsefesinin gereklerini yerine getirmek ve sıkıştırıldığı yerden çıkarılması gibi tarihi görevleriniz var. Partiye sızanların çekiştirdiği yöne doğru sürüklenmesine daha fazla izin vermeyiniz.

Sayın Kılıçdaroğlu; CHP'yi konuşmaktan AKP'yi konuşamaz hale gelen topluma sizin anımsatmanız gerekiyor. Bugün kurumsal ve ekonomik iktidar gücünü baskı yöntemleri ile elinde tutan AKP'nin gerçek oy oranının hesabını, sandıktan çıkan oyla değil; boşaltılmış sistem partileri ile yapmalısınız. Bu partilerin tavanları AKP'ye kaçarken, tabanları toplumsal muhalefette kaldılar. Siz hesap uzmanı olarak bu hesabı daha doğru yapabilirsiniz. Demem o ki; çarpıtılmış rakamlarla çoğaltılan konjonktürel bir parti Türkiye'nin kaderini belirlemeye çalışırken, bu kaderin anayasa ile topluma zorla giydirilmesine köklü parti CHP aracılık edemez. Siz Atatürk'ün koltuğunda oturuyorsunuz. Devlet kuran partinin koltuğunda!...

AKP gelinceye kadar tartışılmayan değerlerin kurucu ve koruyucusu olan bir partinin başındasınız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne temel felsefesi ile yön vermiş bu parti dönüştürülmeden devlet çözülemez. Ulus yoksa devlet de yok. Kağıt üzerinde kurulan günümüz devletçiklerinin de gücü yok. Uluslaşmanın mimarı olan partiye ayrışmanın, çözülüşün katalizörü rolü verilmeye çalışılıyor.

Sayın Kılıçdaroğlu; toplum Y-CHP'yi istemiyor; yeniden CHP diyor. Lütfen bu sesi duyun. Eritilmeye çalışılan bir partinin başındasınız. Birbirinin benzeri göstermelik iki partili başkancı sistemin uydu partisi haline getirilmek isteniyor CHP. (Burada bir sözüm de MHP'ye: Anayasa çalışmalarına katkı koyarak hala milliyetçi olduğunu savunan MHP, AKP anayasası sonrasında artık Türk siyasal yaşamına veda edeceğini göremiyor olabilir mi gerçekten?!..)

CHP'nin ve devletin kurucusu Atatürk; "Benim Türk milletine, Türk cemiyetine, Türklüğün istikbaline ait ödevlerim bitmemişti, siz onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz" demişti. Bu görev hepimize; ama bu konjonktürde herhalde en fazla O'nun kurucusu olduğu CHP'ye ve Genel Başkan olarak size düşüyor. Umudun ve geleceğin partisi CHP'nin partiyi konjonktüre teslim ettirmeyecek ulusalcı bir tabanı var. Çığ gibi büyüyen bir taban bu. CHP'nin bugünkü kadroları ya bu çığın sesini duyup, bundan kartopu yapacaklar; ya da çığın altında kalacaklar.
Sözümüz çok, yerimiz dar; mesajımız açık ve Türkiye'nin özlemi olan ancak bugünkü konjonktürün kaldıramayacağı, herkesin yayınlayamaya ya da paylaşmaya cesaret edemeyeceği kadar net.

ERDAL SARIZEYBEK

Bugün Başbakan emekli orgeneral Ergin Saygun'u ziyaret etti.
Yine bugün BDP Türk Bayrağı'nı duvara astı.

Yarın Başbakan İmralı'ya gidip bebek katilini ziyaret ederse şaşmayınız.
Yarın AKP-BDP kol kola girerse de şaşmayınız.

Tuzak kuruyorlar, yarın beyaz sayfa deyip PKK'ya karşılık askerimizi pazarlık konusu yaparlarsa da şaşmayınız.

Bunların asıl derdi Türk, Türk Milleti, bunların derdi Ergenekon, Türk Tarihi'nin gücünden korkuyorlar, Ne Mutlu Türk'üm diyenlerden korkuyor bunlar.

Anayasa'dan Türk Milleti ve Atatürk kavram ve değerlerinin çıkarılmasına izin vermeyiniz. Tarihi olmayan, adı olmayan bir millet yaşayamaz!

Attila Aşut Sen ey savcı...

Sen ey savcı... A Sen ey savcı...
Savcı” sözcüğü, öz Türkçe “sav” kökünden türetilmiştir. Dil Devrimi’nin bir kazanımıdır. Sözcüğün eylem biçimi “savlamak”tır. Derleme Sözlüğü’ne göre savlamak, “iddia etmek” demektir. “Savlayıcı” ise eski deyişle “müddei”dir. Cumhuriyet Savcılarına bu nedenle eskiden “müddeiumumi” denirdi. Yani, kamu adına iddia eden; görüş, düşünce, tez ileri süren kimse demektir...
     Türkiye Cumhuriyeti’nde savcılardan başka hiçbir meslek öbeğinin adının başında “Cumhuriyet” sözcüğü yoktur. Cumhuriyet Savcıları, bu devletin kuruluşunda böylesi bir ayrıcalıkla onurlandırılmışlardır. Ancak, bu onurun kendilerine ağır bir sorumluluk yüklediğini de unutmamak gerekir.
     Savcılık kurumunun tek işi, insanları suçlamak değildir. Sanık lehindeki belgeleri, kanıtları, tanık anlatımlarını toplayıp değerlendirmek de Cumhuriyet Savcıları’nın görevidir. İddianameler, somut olgulara, bilgilere ve gerçeklere dayanmalıdır. Varsayımsal yaklaşımlarla sanıkları suçlamak, hele hele “masumiyet karinesi”ni göz ardı ederek, insanlara “Gidin suçsuz olduğunuzu mahkemede kanıtlayın!” demek, çağdaş hukuk anlayışında yeri olmayan bir tutumdur.
     Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Savcıya” şiiri ünlüdür:

     Savcı, nedir düşündün mü,
     Dağları sorguçlu kılan?
     Onlar susmaz, gece gündüz, onlar haykırır yüceden.
     Gelmiş dağlardan yalnayak, durmuş kapına bir ıssız,
     Seni bile içli kılan.

     Savcı, nedir düşündün mü,
     Bıçakları uçlu kılan?
     Bir eski hak alınmamış, bir dere kan sorulmamış,
     Şunun bunun alın teri,
     Alınları taçlı kılan.

     Savcı, nedir düşündün mü?
     Yazıları suçlu kılan?
     Usla, yürekle büyümüş, gündüzler geceye karşı,
     Ama nedir çağlar üzre,
     Beni senden güçlü kılan.
    Fazıl Hüsnü Dağlarca, 1960’larda bir ara Aksaray’da “Kitap” adıyla bir kitabevi açar. Kitabevinin camekânına da her ay büyücek bir kartona yazdığı toplumsal içerikli şiirlerini asar. Dönemin Cumhuriyet Savcısı, bu eylemde “komünizm propagandası” kokusu sezer ve ünlü ozan için hemen soruşturma başlatır. Ama koca ozan durur mu, yukarıya aldığım ünlü şiirini yazar ve yine dükkânın camına asar! Müthiş bir olaydır! Basın ve aydınlar tepki gösterir; iktidara yaranma çabasıyla açılan soruşturma, başladığı gibi bitmek zorunda kalır!
     Âşık İhsani de savcılardan az çekmemiştir! Siyasal yergi yüklü şiirleri dolayısıyla gözaltına alındığında, o da Fazıl Hüsnü gibi geri adım atmamış; haksızlığa isyanını, “Sen ey savcı!” diye başlayan yeni bir şiirle dile getirmiştir:

     Sen ey savcı, suçlu ara, onu bul
     Ben kendi çağımda çoğu kula kul,
     Çoğu sakat, çoğu yetim, çoğu dul
     Olanların şairiyim, diliyim...

     * * *
     Yazarlar, ozanlar, sanatçılar, gazeteciler; her dönem siyasal iktidarların boy hedefi olmuş, ağır baskılara uğramışlardır. Bugün de yetmişin üzerinde gazeteci, mapus damlarında çile doldurmaktadır. Cezaevlerinden mektuplar alıyorum. Öyle şeyler anlatıyorlar ki, insanın kanı donuyor!
     Çağdaş hukuk düzeninde yeri olmayan “Özel Yetkili Savcılar”,  yaşanan bu acıların ve olumsuzlukların bir ölçüde sorumlusudur. Sapla samanı ayırmak, onların görevidir. Düzmece ve üretilmiş belgelere dayalı binlerce sayfalık iddianameler düzenleyerek insanların yaşamını karartmak hiçbir biçimde savunulamaz.
     Yazarların, ozanların, sanatçıların -bugün hangi olağanüstü yetkilerle donatılmış olurlarsa olsunlar- güdümlü savcılardan “çağlar üzre güçlü olduğu”, artık bilinmelidir!

CHP faşist mi? Attila Aşut

Tüm dönek ve yandaş kalemlerin dilinde bu sözcük. Arkası da var. AKP’ye boyun eğmeyenleri susturmak için hemen salvoya başlıyorlar: “Irkçı, milliyetçi, kafatasçı, şoven, faşist...”
          Kavramlar ayağa düştü. Terimler, bilimsel içeriklerinden soyutlanarak uluorta kullanılıyor. Tayyip’in gazına gelenler, AKP’yi eleştirenlere karşı linç kampanyası yürütüyor. “Nefret dili”nden en çok yakınanlar bile bu tuzağa düşüyorlar. “Kafkaslardan, Boşnaklardan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz!” demek de ırkçılık ve ayırımcılık değil midir?
     * * *
     Son günlerin en yaygın geyiği, “CHP’nin genetiği” üstüne yapılıyor.
     CHP’nin genetiği bozukmuş, hücrelerinde faşistlik varmış! Yandaşlar nasıl da şehvetle yineliyorlar bu sözleri! CHP’nin genetiğine laf edenler, AKP’nin köklerine bakma gereğini duymuyorlar nedense. Peki, CHP’deki uzmanlar, danışmanlar ne güne duruyor? Neden onlar da AKP’nin ve RTE’nin gerici, antikomünist şeceresini sermiyorlar ortaya?
     “Faşizm”, en kestirme tanımıyla, “sermaye sınıfının kanlı diktatörlüğü”dür. Peki, ülkemizde sermayenin irili ufaklı tüm örgütleri bugün kimin yanında? TÜSİAD’ı, MÜSİAD’ı, TUSKON’u, hatta sarı sendika konfederasyonu HAK-İŞ’i arkasına alan AKP’nin her gün adım adım hangi otoriter ve totaliter çizgide ilerlediğini görmüyor mu CHP’ye “faşist” diyen kalemşorlar?
     CHP’nin tarihini her fırsatta kurcalamaya meraklı olanlar (aslında dertleri CHP değil, TC!), biraz da AKP’nin kökenini araştırsalar ya! Bakalım İttihad-ı Muhammedi Fırkası’ndan günümüze uzanan şeriatçı çizgide Derviş Vahdeti’den Said-i Nursi’ye kadar kimlerle karşılaşacaklar! “Milli Nizam”dan “Milli Görüş”e, bu akımın dokusunda, kimyasında neler var, bir bir görecekler!
     * * *
     Şimdi bir çift söz de döneklere... Geçmişte içinde yer aldığınız, hatta yöneticiliğini yaptığınız sosyalist partilerin programlarını anımsıyor musunuz? Sözgelimi, Türkiye İşçi Partisi’nin programı ve siyasal çizgisi “ulusalcı” değil miydi? Bu partide antiemperyalist politikaları canla başla savunan Aybar’lar, Boran’lar, Aren’ler, Tarık Ziya Ekinci’ler “ırkçı” ya da “milliyetçi” miydiler? “Milli Demokratik Devrim” (MDD) ya da “Ulusal Demokratik Cephe” (UDC) politikalarının mimarları Mihri Belli’ler, İsmail Bilen’ler faşist miydi? Bakın bu tezlerin, programların hepsinin başında “Milli” ya da “Ulusal” sözcükleri vardır. Siz dünyada ulusal çıkarlarını savunmayan bir tek devlet biliyor musunuz? Buna geçmişteki sosyalist ülkeler de dahildir.
     Gölge boksunu bırakın, gerçeklerle yüzleşin! Dün “Parti Okulları”nda okuduğunuz dersleri unutmuşa benziyorsunuz. Açın Komintern’in kararlarını, “Faşizm Tezleri”ni ve Dimitrov’u bir kez daha okuyun! Belki “faşizm”in unuttuğunuz tanımını yeniden anımsarsınız.
     Komünist Enternasyonal’in 1935 yılındaki VII. Kongre’sinde onaylanan belgede, “faşizm”in tanımı aynen şöyledir: “Faşizm, finans-kapitalin en gerici, en şovenist ve en emperyalist öğelerinin açık teröre dayanan diktatörlüğüdür.” Bu tanım günümüzde de geçerlidir.
    Oysa sizler önünüze gelene “faşist” derken; sermaye sınıfını, finans-kapitali, emperyalizmi es geçiyor, yalnızca “şoven”lik üzerinden ucuz demagoji yapıyorsunuz. Üstelik onu da gerçek bağlamından kopararak, “küfür” olarak kullanıyorsunuz...
    CHP’yi eleştirmek için çok şey söylenebilir. Ama insaf edin, bu partinin yapısı, bileşimi, tabanı ve siyasal çizgisi yukarıdaki “faşizm” tanımına hiç uyuyor mu?

Ülkeye gelmek üzere olan yeni rejimin son yapı taşları yerlerine konuyor



AKP, HSYK ve mahkemelerden sonra yüksek yargıyı da siyasal iktidara bağlı bir ‘parti organı’na dönüştürme önerilerini içeren paketi Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sundu. Başkanlık sistemi tasarısına paralel biçimde oluşturulan öneriler, yargıyı “tek liderin” güdümüne sokmayı amaçlıyor. Öneri AKP’nin istediği gibi Anayasa’ya girerse, Yargıtay, Danıştay ve askeri yargı kaldırılıyor. Kaldırılan Yüksek Mahkemelerin yerine, üyelerinin sekizini “devlet başkanı”nın seçeceği “Temyiz Mahkemeleri” adı altında, siyasetin denetiminde tek yargı sistemi oluşturuluyor.
Böylece Hukuk içindeki denetim, hukukun evrensel ilkelerinden kurtarılarak siyasetin eline teslim ediliyor. Halkın olup biteni anlamaması için “süslü ambalajlarla” sahneye sürülen bu teklif, iktidarın hem yargıdan, hem de yargılanmaktan kurtulma operasyonudur.
Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunulan öneride,
“1-Anayasa mahkemesinin anayasa değişikliklerini inceleme hakkı kaldırılacak, anayasa değişiklikleri kayıtsız şartsız kabul edilecek.
2-Anamuhalefet partisinin anayasa mahkemesine başvurma hakkı kaldırılacak
3-Yüce divan kaldırılacak, başkanı kendi seçtiği anayasa mahkemesi başkanı yargılayabilecek
4-Anayasa mahkemesi üyelerinin yarısını doğrudan başkan seçecek”
R.T. Erdoğan’ı başkan ilan eden bu düzenleme ile Türkiye Cumhuriyetinin laik Demokratik rejimi, başkanlığa değil diktatörlüğe dönüştürülüyor. Padişahlıkla yönetilen ülkelerde bile padişahların bu denli sınırsız yetkileri yoktu.
Ulusal Egemenliği, ulus adına kullanan Yasama ve yürütmeyi, yani Meclisi ve Hükümeti ele geçiren Başbakan, bağımsız olması gereken yargıyı, tümüyle işlevsiz bir devlet dairesine dönüştürmeyi amaçlıyor. Böylece halkın sahibi olduğu ve özgürlüklerinin güvencesi olarak gördüğü yargı sistemi de lağvedilmiş olacaktır.
Bu anayasa önerisi, toplumsal denetim aracı olması gereken yargıyı, tümüyle egemen siyasetin denetim aracı haline getirecektir. Yargı, artık toplumsal adaletin değil, egemen siyasetin istediği adalet anlayışının koruyucusu haline gelecektir
Başbakandan duymaya alıştığımız, Benim Meclisim, Benim Meclis Başkanım, Benim Milletim, Benim bakanım, Benim başkanım, Benim Müdürüm kavramlarına; Benim Mahkemem, Benim Hâkimim, Benim savcım kavramları da eklenecektir.
Diğer yandan bu Anayasa önerisi ile olası bir iktidar değişikliğinde, kaçınılmaz sonlarının “YÜCE DİVAN” olduğunu gören İktidarın ve özellikle Başbakanın kendilerini güvenceye alma, bir yasal kalkan oluşturarak, benzer diktatörlerin akıbetinden kurtulma kaygı ve korkusunu enselerinde hissetmeye başladıklarının da göstergesidir.
Ülkeye gelmek üzere olan yeni rejimin, yani faşist diktatörlüğün son yapı taşları yerlerine konuyor.  Zorbalık yaşam alanlarımızı kuşatmanın ötesinde işgal ediyor. Tek farkla ki, bu işgal silahlarla değil, zihinlerin iğfali ile gerçekleşiyor. Ya bu zorbalığa, faşizme boyun eğeceğiz, ya da bireysel ve toplumsal özgürlüğümüze sahip çıkmak adına, tribünlerden seyretmek yerine sahaya inip mücadeleye katılacağız.  Bu gidişe geçit vermekte, dur! Demekte ellerimizde. Yarın çok geç olacaktır.

Yönetim Kurulu Adına

“NARSİSİZM HASTASI” CÜCELER



“NARSİSİZM HASTASI  CÜCELER
2005 yılında 27 yıllık öğretmenlik görevinden emekli olduğum gün büyük umutlarla üye olduğum CHP’den Şubat 2013'te,  3 cümlelik bir dilekçe ile istifa ettim.
Dilekçem aynen şöyleydi;
“Türkiye’nin hilafet-Sevr eksenli tehlikeye doğru hızla sürüklendiği, Ulus devlet yapısına yıkıcı saldırıların yapıldığı bir süreçte, antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı mücadelenin odağı olmasını beklediğim Cumhuriyet Halk Partisi, Genel Merkez yöneticileri eliyle, kuruluş felsefesi olan Kemalizm’le hesaplaşma zeminine çekilmiştir. 
Parti içinde ana unsur olması gereken Kemalist ve ulusalcı kadrolar etkisizleştirilmiş,  süreç içinde tasfiye edilecekleri kaygımızı artıran olgular yaşanmakta, Kemalist Düşün sistemine, Cumhuriyetin temel değerlerine, kurucu felsefeye açıkça muhalefet edenler, yöneticiler tarafından koruma altına alınmaktadır.
Parti içi demokrasi kanalları kapatılmış, Genel Yönetim dışında kalan ezici çoğunluğun bu sürece direnmesi, muhalefet etmesi engellenmekte, hatta Ulusalcı/Kemalist Milletvekilleri  “Disiplin” ile tehdit edilerek etkisiz kılınmaya çalışılmaktadır.
Bu nedenlerle, büyük umutlarla üye olduğum Cumhuriyet Halk Partisi üyeliğinden İstifa ediyorum.  Gereğini arz ederim.  03.02.2013”
1998 yılı Eylül’den 20 Kasım 2012 ye kadar da Atatürkçü Düşünce Derneği Isparta Şube Başkanlığı görevini sürdürdüm.  ADD Isparta Şubesi olarak bu süre içinde Türkiye’nin saygın bilim insanlarının katılımı ile 70’i aşkın konferans düzenlenmiş. Yalnız Isparta Merkez(Merkezde 43 Okul) değil, tüm ilçelerindeki Orta dereceli okullarda, Atatürkçülük, saydam gösteri eşliğinde düzenlenen konferanslarla anlatılmış. (Bu etkinlik 3 ayrı Eğitim ve Bilim insanı ile 3 kez yinelenmiştir) 1000’i aşkın basın açıklaması ile güncel ve tarihsel olaylar hakkında halkımız bilgilendirilmiştir.   İlki 10 Mart 2007 de Türkiye de Cumhuriyet Mitinglerinin kıvılcımı olan “Kemalist Cumhuriyet Mitingi” olmak üzere 3 miting yapılmış. 24 Kasım, 23 Aralık, 25 Aralık, 24 Ocak, 3 Mart, 2 Temmuz, 24 Temmuz gibi önemli olayların yıl dönümleri Kuruluşuna öncülük ettiğimiz ve eşgüdümünü yürüttüğümüz “ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ” Nİ oluşturan örgütlerle ortaklaşa ve periyodik yapılır olmuştur. Özellikle 2005’ten sonra, açılan/açtığımız dava sayısı 20 ye ulaşmıştır. Bu etkinliklerin hepsi kayıt altıdadır. Dileyenler ADD Isparta Şubesi Karar defterinden, Milli Eğitim Müdürlüğü/İl Emniyet Müdürlüğü kayıtlarında bulabilirler.
Tüm bunları neden yazma gereği duydum?  Biz bu eylemleri yaparken henüz kısa şortu ile sokakta oynayan, şimdilerde gazeteci olan Tuna ÜNAL, Nisan 2012 de  “Mahmut Özyürek yönetiminde ki ADD Isparta Şubesi’nin, Ata’yı anlatan, Ata’mıza sahip çıkan bir projeye destek verdiğini duydunuz mu? Ben yıllardır bu işin içindeyim Mahmut Özyürek’in muhalefet harici bir şey yaptığına şahit olmadım” diye yazmıştı. Doğrusu, pek ciddiye almamıştım. Bilmeyebilir, yazabilir, ama yaptıklarım ortada, üstelik belgeleri ile birlikte diye düşünmüştüm.  Ama yanılmışım.
CHP den İstifa Dilekçesi Yerel Basında yayınlanınca anladım bunu. Yukarıda saydığım eylem ve etkinliklerin hiç birinde yer almayan, adını bile yazma yürekliliğini gösteremeyen,  ne kadar eylem kaçkını, eyyamcı, sahte Atatürkçü, Partiye çıkarı varsa uğrayan varsa istifadan sonra CHP’li olduklarını hatırladılar. Yaşamında Atatürk’ün  “Nutuk” adlı ölümsüz eserini eline bile almamış, Atatürk ve CHP hakkındaki bilgileri, çoğunu unuttuğu ortaokul ders kitaplarından edinmiş, CHP’li olmayı İlimize gelen/getirilen CHP milletvekilleri ile fotoğraf çektirmek sanan, düzenin/sistemin kendine verdiği bilgi kadar “Atatürkçü” olanlar koro halinde internet üzerinden saldırmaya başladılar. Birkaç örnek.
ü  “Mahmut Efendi Refah partisine mi girecek? Mahkemece cezaya çarptırılınca, ne yapacağını da bilmez olmuş.. (Kurtdereli Memiş Efe) - ( Bu gün, Refah Partisi diye bir parti mi var? Cezayı ilk kez almadık, Demirden korksaydık trene binmezdik-Özyürek)
ü “Mahmut zaten Kemalist değildi, Google’ye girin bakın” (Kurtdereli Memiş Efe). [Google ye girdim.259 bin sonuç çıktı.  ADD de yaptığımız Kemalist mücadelenin, etkinliklerin dökümü var. Sanırım bu cüce memiş, Atatürkçülüğü bilmediği için onları suç  olarak görüyor]
ü ADD'yi sadece basına bildiri vermek kadar pasifleştiren biri şimdi kalkmış CHP'den istifa ettiğini basına bildiriyor, (error)
ü istikrarsız, provokatör, takıntılı, halk düşmanı, ne istediğini bilmeyen, kendisinden başka herkese kuşkuyla bakan psiolojik sıkıntıları olan biri (davut)- (Adam hem siyaset, hem psikoloji uzmanı!!!)
ü isabetli karar olmuş varlığının faydası olmayanın yokluğunun zararı hiç olmaz yolun açık olsun (resat)
Ne denir? Fikir olmayan kafada, yalnızca küfür olur” Benim ayrılma dilekçemde yazanların yanlış olduğuna ilişkin bir şey var mı? Yok, olamazda. 
AKP ve Erdoğan, Kuva-i İnzibatiye artıklarının, Said Kürdilerin Şeyh Saidlerin torunlarını yanına alarak ülke yönetimini ele geçirmiş. Ne gam!  Mahmut Özyürek Partiden gitti ya. Artık iktidar kanalları onlara açık.
Biz “Muhalefet, işgal medyası, devşirilmiş rektör ve öğretim elemanları, emniyetin bazı birimleri, yargı, bürokratlar, bazı sinemacı ve sanatçılar, sivil toplum kuruluşlarının içlerine girerek kilit noktaları ele geçiren Soros'un piçleri, karanlık aydınlar var” diyoruz.
Yanıt; Aman biz iktidar oluncaya kadar ses çıkarmayın!!!
Biz “Kırk bine yakın insanın ölümünden ve binlerce gazinin varlığından sorumlu Öcalan, büyüklüğü ile niceliğe sahip olan Öcalan, “yol haritası” çizecek, barışçı (!) çözümü sağlayacak!” diyoruz.
Yanıt: Kürtlere karşı çıkmayalım yoksa çok güçlenirler, PKK’ya yarar... Karşımıza almaya gerek yok.
 Biz; CHP PM üyesi ve Ankara milletvekili B.K.  "Tekke ve zaviyelerin kapatılması toplumu yozlaştırdı, yeniden açılmalılar" ve "cemaatlere karşı olmak dünyayı tanımamaktan, bilgi ve algı eksikliğinden kaynaklanıyor" PM üyesi ve milletvekili M.Ç "Fethullah Gülen bir bilgedir. Ona saygılarımı sunuyorum"diyor, böyle bir mantık olmaz. Bu CHP ye karşı işlenmiş bir cinayettir, diyoruz.
Yanıt:Türbanı’ da serbest bırakalım, Parti içinde tartışmayı bırakalım. İktidar oluncaaaa ( Bu kafayla nasıl olunacaksa) yoksa AKP’ye yarar…  AKP’yi güçlendirmeyelim.
Biz; Milletvekili G.T."AKP ile de koalisyon yapabiliriz",  Milletvekili S.B. "BDP ile ittifak yapılabilir" Milletvekili H.A. “Türkler,Ege'de Rumlara Etnik Temizlik yaptı” diyor. Biz bu vatanı sokakta bulmadık. Bir şeyler yapılmalı!  Diyoruz.
Yanıt: Bunlar siyaset gereği söylenmiş şeyler. Doğu ve Güneydoğudan oy almak için. Ammaan ha. Tartışmayın.  Partiye zarar veriyorsunuz.
Biz; K.Kılıçdaroğlu; "Türkiye'deki Amerikan karşıtlığını AKP'nin kışkırttığını” söylüyor. CHP antiemperyalist bir partidir.  Cumhuriyet mitinglerinde "Ne ABD ne AB, tam bağımsız Türkiye"diyen milyonlara karşı CHP, AB üyeliği ve ABD müttefikliğini savunuyor konumuna düşürülüyor. Partiye yazık ediyorsunuz, Atatürk’ün kemiklerini sızlatıyorsunuz diyoruz.
Yanıt: ABD’ye karşı çıkmayalım yoksa ABD bize daha da düşman olur, AB, Atatürk’ün hedefidir. Sen ne Atatürkçü, ne CHP'li olamazsın. CHP düşmanısın, AKP ye çalışıyorsun. Sizin bu tavırlarınız AKP ve BDP’yi daha da güçlendirir. Biz onlar güçlenmesin diye böyle davranıyoruz.”
 Biz -Birgül Ayman Güler, Ulusalcılık…., diyecek oluyoruz.  Yanıt:  Sen faşist misin?
-Ulus, Millet, Milliyet arasında ayırımı ….. diyecek oluyoruz. Yanıt: Demagoji yapıyorsun,
Partiyi Kemalist kimliğinden, ilkelerinden uzaklaştırarak, iktidar olmak uğruna Partinin temel değerleri rafa kaldırıp, AKP taklidi yaparak, sağa, dinci yobazlığa sığınan ve onlardan medet uman siyaset bezirganlarına “Mahmut Özyürek Partiye zarar veriyor” demeleri yerine, aynaya bakmalarını öneririm.
Aynaya iyi baksınlar ki, kendi geçmişlerinde neler yaptıklarını, ya da neleri yapmadıklarını, nerede olduklarını, olmaları gereken yerin neresi olduğunu görsünler.
Okuyarak, düşünerek, üreterek, katkı koyarak, araştırarak bir şeyler yapmak yerine, partiyi kenar mahalle kahvelerinde bile yapılamayacak düzeyde seviyesiz, kişilere bağlı eleştiri ve dedikodu yerine çevirenler değil mi bu partiye zarar verenler?
Partiyi, örgütlerde yıllarca ter dökmüş, emek vermiş, hizmet etmiş, partisine ve değerlerine hiç ihanet etmemiş, siyaseti kendisi ve yakınları için rant aracı ve geçim kaynağı görmemiş insanları, öğüten ve  bir kenara atan organizasyona dönüştürenler  partiye zarar vermiyorlar ama “Mahmut Özyürek Partiye zarar veriyor.” Kargaları bari güldürmeyin kendinize.
Dinci gericilik gücünü, yalnızca Küresel Çetenin piyonu olmasından değil,  aynı zamanda Kemalist hareketin ve toplumsal mücadelenin gelişmesine karşı dinci gericiliğin etkili bir dalgakıran olarak kullanılmasının yarattığı sonuçlardan ve dinci gericiliğe ve bölücülüğe şirin gözükmeyi politika sanan SOROS çocuklarından almaktadır.
Bu bağlamda küresel çete tarafından beslenen, palazlandırılan Dinci gericilik ve etnik bölücülük, Atatürk Cumhuriyetine, devrimlere ve ulus devlete aynı mevziden ateş etmektedirler.
 Sözlüğünden antiemperyalizmi, halkçı devrimci Kemalizm’i çıkartarak, Dinci gericiliğe ve bölücülüğe şirin gözükerek, yürütülen bir politikanın varacağı yer,  Küresel çetenin kucağı ve onunTruva atı olan AKP’nin yandan veya tersten yardımcılığı, koltuk değnekliği ötesine geçmez.
Bu nedenle dinsel gericiliğe ve bölücülüğe karşı en etkili panzehir, onlarla uzlaşmak değil, besleme dinci ve bölücü kuşatmayı yarmak için, Küresel çeteye karşı ilkeli, ulusal, devrimci halkçı cepheyi inşa etmektir.
Ama gerçekten içler acısı ve dehşet verici bir tabloyla karşı karşıyayız. “Ben ne yaparsam yapayım onun doğru olduğunu kabul et”“beni her zeminde öv” “sakın beni eleştirme, düzeltme, uyarma”. Bu giderek, yukarıdan aşağıya yayılan, bulaşıcı bir hastalıktır. Sigmund Freud, bu hastalığı “narsizm”olarak tanımlıyor. Sanırım benim düşüncelerime karşı çıkamayan, bu nedenle de her zeminde hakaret etmeyi alışkanlık haline getiren  “narsisizm hastası  cüceler, akıl tutulmasından kurtulabilirse, umarım ne demek istediğimi anlarlar.
Ülkemizin kuşatma ve işgal altına alındığı, İçimizdeki hainlerin yol göstericiliği ile küresel çete tarafından yağmalanıp parçalanmaya çalışıldığı bir süreçten geçiyoruz. Ulusun ve vatanın tehdit ve tehlike altında bulunduğu her dönemde Türk ulusu kendi kahramanlarını dün nasıl yarattıysa bu gün de yaratacaktır. Meydan asla  bu narsisizm hastası cücelere kalmayacaktır.   06.02.2013 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK