26 Şubat 2013 Salı

ADD Isparta Basın Açıklaması “AKP’nin kendi ile birlikte Türkiye’yi de bataklığa sürüklemektedir.”



Sayı:2013/
Kod: 32–116488
Konu: “AKP’nin kendi ile birlikte Türkiye’yi de bataklığa sürüklemektedir                                                                                             26.02.2013
                                                                                                          
BASIN AÇIKLAMASI
“AKP’nin kendi ile birlikte Türkiye’yi de bataklığa sürüklemektedir.”

Cumhuriyetimizin kuruluşundan doksan yıl sonra, senaryosu Pentagonun karanlık dehlizlerinde yazılan,  İkinci Mondros Mütarekesi” İmralı adasında sahneleniyor.
Bir farkla ki Mütarekenin yapıldığı adanın ve heyetlerin adları değişik. Mondros Mütarekesi; Limni Adası'nın Mondros Limanı'nda Osmanlı Devleti temsilcisi Bahriye Nazırı Rauf Bey'in (Orbay) başkanlığını yaptığı Osmanlı Heyeti ile İngiliz Amiral Calthorp'un Başkanı olduğu İtilaf Devletleri Heyeti arasında yapılmıştı.  25 Maddeden oluşan Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti'nin devlet olma özelliğini ortadan kaldıran; Ordu bağımsızlığını yok eden; İtilaf Devletleri'ne Osmanlı topraklarım işgal hakkı sağlayan özelliklere sahipti.
İmralı Mütarekesinde, Rauf Bey'in yerini MİT Başkanı ve BDP Milletvekilleri, İtilaf Devletlerini adına Amiral Calthorp'un yerini ise, Emperyalist yağmacıların Türkiyeli uşağı, katil Öcalan almıştır.
Mondros Mütarekesi sonrasında, Başbakan İzzet Paşa, Türk heyetinin iyi karşılanması sebebiyle Amiral Caltrop'a teşekkür mektubu göndermişti.  Benzerliğe Bakın ki, Türkiyeli BOP Eşbaşkanı ve Öcalan karşılıklı olarak birbirlerine teşekkür mesajları iletiyorlar.
İmralı Mütarekesi görüşmelerinden dönen, işgal güçlerinin Türkiyeli temsilcileri, Öcalan'ın önceden hazırladığı ve ellerine tutuşturduğu açıklamayı okuyor. (Kandil’e ve hükümete ’de varmış)
“Bu görüşme, tarihi bir adımdır, tarihi bir süreç yaşıyoruz. Bütün taraflar, bu süreçte çok dikkatli ve duyarlı olmalıdır. Devletin elinde tutsaklar var. PKK'nin elinde de tutsaklar var. PKK, elindeki tutsaklara iyi davranmalı. Umarım en kısa zamanda ailelerine kavuşurlar”
Buradan anlıyoruz’ ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile, Devleti yıkmak, parçalamak için küresel çete tarafından kurdurulan ve finanse edilen PKK terör örgütü eşit ve eşdeğer konumda. İkisinin de elindetutsak var. PKKtutsak” elde edecek konuma yükselmiş.
Emperyalist yağmacıların Türkiyeli uşağı, katil Öcalan iki tarafa da “tutsaklara iyi davranın” talimatı veriyor.
Savaş Tutsağı, savaş hukukunda; “ devletlerarasındaki, savaş sırasında karşı tarafça yakalanan ya da hapsedilen kişi veya kişiler” olarak tanımlanıyor Demek ki ABD’nin lejyoneri Apo, lejyoner ordusu PKK aracılığı ile “Kürdistan” devletini kurdurmuş.
Uluslararası savaş hukukuna göre ise ; Taraflardan birinin devlet, diğerinin bir terör örgütü olduğu silahlı çatışmalar, uluslararası mahiyette olmayan silahlı çatışmalardır. Terör örgütü mensupları ve silahlı çatışmalara doğrudan / aktif olarak katılan destekçileri meşru askeri hedef olurlar. Buna karşılık bunlar, silahlı çatışma hukuku kurallarına göre ne muharip, ne de savaşçı olma koşullarını taşımadıklarından, teslim olduklarında veya sağ olarak başka bir suretle ele geçirildiklerinde savaş esiri olmazlar ve silahlı çatışmanın fiilen sona ermesine kadar gözaltında tutulabilirler. Terör örgütü mensupları, üçüncü ülkelerce muharip sayılamazlar. Yakalandıklarında veya ele geçirildiklerinde savaş esiri olmazlar, ulusal ceza hukukuna göre yargılanırlar” (Silahlı Çatışma Hukuku, Askeri Adalet Dergisi, Yıl 31, Sayı 116, Ocak 2003, s.45)
Bu durumda “Devletin elinde tutsaklar var. PKK'nin elinde de tutsaklar var” diyerek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile PKK'yı eşdeğer ve eşit gördüklerini açıklayan şerefsizlere karşı AKP, CHP ve MHP den neden dişe dokunur bir teki gelmez?   
Türk halkını uyarıyoruz. Türk milliyetçiliğini ayakları altına aldıklarını” açıklayan başbakan;  600 yıldır haçlı ordularıyla yıkılamayan bu devleti, deliğe süpürülmemek adına, Kömür ve makarna ile aldatıp kandırdığı halka “Hazmettire hazmettire” yıkmakta kararlı. 
Teslim alınıp uçakla Türkiye'ye getirilirken, titreyerek "Ben Türk Devletine hizmet etmeye hazırım" diyen ABDullah Öcalan, bugün AKP eliyle Türkiye'yi yönetme noktasına getirilmiştir. Bu yalnızca AKP'nin Gaflet ve dalaleti değil, aynı zamanda, Anayasa Uzlaşma Komisyonunda kalarak “Bölünme anayasasını meşrulaştırma“ görevini yerine getirenlerin,  ''AKP'ye yeni kredi açarak, süreçten umut beklediklerini” söyleyenlerin, AKP’ye  %50 oy verenlerin ve halen desteğini sürdürenlerinde “gaflet ve dalaleti”dir.
AKP yıkıcılığın ışığını yakmış, nerde Türkiye düşmanı varsa bu ışığın etrafında toplamaktadır.
AKP, 4. Yargı paketiyle PKK'yla takas yapmanın zeminini hazırlıyor. Anayasadan Türk milletinin çıkarılması, “Kürt kimliğinin anayasal güvenceye alınması” için düğmeyeçoktan basıldı. Bu süreçte, yeni anayasa konusunda dört parti tam bir mutabakata varamasa da, Kılıçdaroğlu'nun İngiltere’de “yeni anayasa için büyük ölçüde uzlaşıldığını” söylemesi vahametin buutlarının ciddi ve tehlikeli olduğunu gösteriyor.
Kürtçe savunma yapma hakkı da elde edildi, Kürtçe yayın yapan devlet televizyonundan sonra, Kürtçe seçmeli ders olarak Milli Eğitim müfredatına girdi. “Kalkınma Ajanları, Kent Konseyleri ve Bütünşehir yasası” ile “Kürt özerk bölgesinin” temelleri atıldı. Son olarak Kürtçenin resmi dairelerde kullanılması valilerin halk tarafından seçilmesi yasalaşırsa, son tuğlalar da konulmuş olacak.  Bu konularda, AKP, CHP ve BDP epeyce uzlaşmış durumda.
Yol haritasının sonu Bağımsız bir “KÜRDİSTAN” Devletine çıkmaktadır. Hazırlıklar bu yöndedir. Ancak gerek uluslararası güç odakları, gerekse yerli taşeronlar, şimdilik bunu erken olduğunu düşünüyorlar.
Çünkü, Türklerle birlikte yaşayarak bağımsız bir Kürt devletine doğru yürüme konusundaki tüm eksiklikleri Türkiye Cumhuriyeti’ne gidertmek istiyorlar. Güneydoğu’nun ekonomik kalkınmasını Türkiye Cumhuriyeti gerçekleştirecek, dillerinin “protez” den millî dil haline gelmesi sağlanacak. Özerk Kürdistan, Türkiye Cumhuriyeti’nin her türlü birikiminden yararlanacak ve gelişip serpilecek. Bu gelişmeler süreç içinde tamamlandıktan sonra ”BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN DEVLETİ” ilan ve kabul edilecek. 
Kürt kökenli yurttaşlarımız  BDP’nin gaflet ve ihaneti sonucu Cumhuriyetimize sahip çıkmazlarsa, bunun bedelini ABD’nin uşağı olarak öde­yecekler. Çünkü emperyalizm, ülkesine ihanet edenleri uşak olarak kullanır ve görevleri bitince de tarihin çöplüğüne süpürür.  Tarih bunun acı örnekleri ile doludur.      Son Söz;  “AKP’nin kendi ile birlikte Türkiye’yi de bataklığa sürüklemektedir.”  

YÖNETİM KURULU ADINA
O. Mümtaz ÇAPÇI
ADD ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

1979'DA İRAN DA "EVET" DEMİŞTİ!





2002'den beri Türkiye'de olup bitenler, 1970'den sonra İran'da olup bitenlere şaşırtıcı derecede benziyor:

Şöyle ki:

İran'da 1970'lerin başında Humeyni yanlıları, geniş kapsamlı bir propaganda çalışmasına başladılar, bu süreçte yanlarına bazı solcuları da aldılar.

İran solu, Şah'ın devrilmesini ve yerine demokrasinin gelmesini bekliyor ve Mollalarla birlikte bunu başarabileceğini düşünüyordu.

İran Şah'ı 16 Ocak 1979'da İran'ı terk etti.1 Şubat 1979'da Humeyni Tahran'a döndü!

Demokrasi çığlıkları atan Humeyni yanlıları, halkın desteğini alıp kendi diktatörlüklerini kurmanın hesaplarını yapıyordu.

Humeyni yanlıları halkın desteğini alabilmek için 1 Nisan 1979'da referanduma gittiler. Halk, "İslam cumhuriyetine evet mi hayır mı?" sorusuna cevap verecekti.

Yapılan propagandalarda Humeyni'nin, Şah'ın diktatörlüğüne son vererek demokratik bir sistem kuracağı anlatıldı. Bu propagandaya en çok da bazı solcular kandı!

Nihayet referandum yapıldı ve halk Şah'ın gitmesine “evet” dedi.

Evet'i alan Humeyni, halktan bu sefer de "Tüm yargının atamalarını yapmayı" istedi.

Halk bunu da kabul etti!

(Bizim Anayasa değişikliğinde de Anayasa Mahkemesi'nin ve HSYK'nın hükümetin kontrolüne girecek olmasına dikkat!)

Daha sonra ise halka "İslam Kültür Devrimi Paketini" oylattı.

İşte bu paketin kabulünden sonra İran solu uyandı!

Günaydın!

Ama artık çok geçti!

Humeyni'nin ülkeyi Şeriata ve dikta rejimine götürdüğünü anlayanlar harekete geçti:

Üniversitelerde gösteriler yapıldı.

Bu gösterilerin halkı etkileyeceğini düşünen Humeyni, iki yıllığına üniversiteleri kapattı.

Humeyni diktatörlüğünü son olarak 1982'de perçinledi. Bu süreçte yaklaşık 2 milyona yakın muhalif solcu katledildi.

Dünyanın en köklü kültürlerinden birini yaratan, tarihin en eski uygarlıklarından biri olan İran, 1970-1982 arasında göz açıp kapayıncaya kadar, "alıştıra alıştıra" değiştirilmiştir.

1979'da İslam devrimiyle kabuğuna çekilen İran'da en büyük darbeyi de kadınlar yemiştir. Demokrasi bekleyerek referandumlarda Humeyni'yi destekleyen İran kadını, taşlanarak recm edilmeye başlayınca gerçekle yüz yüze gelmiştir!

Ama artık çok geçtir!

O İran, 1930'larda tıpkı Afganistan gibi Atatürk Türkiye'sini örnek alarak çağdaşlaşmış bir ülkedir. Tıpkı Afgan Karalı Emanuallah Han gibi, İran Şahı Rıza Pehlevi de Atatürk'ün çok yakın dostudur...

Ancak, Atatürk Türkiyesi’ni örnek alarak bağımsız ve çağdaş olmaya çalışan İslam dünyası, emperyalist Batıyı fena halde rahatsız etmiştir.

Öteden beri Müslümanların akıl ve bilimden uzak durmalarını, hurafelerin bataklığında debelenmelerini isteyen Batı, İslam dünyasını yeniden hurafelerin bataklığına çekmek için çok uğraşmış ve bunda da başarılı olmuştur....

Bugün bütün İslam dünyası dinin bağnazca yorumlandığı diktatörlerin yönetimindedir. Bu konuda Batıyı en çok uğraştıran Türkiye'dir. Afganistan'da, Irak'ta, İran'da, Arabistan'da yaptığını emperyalizm bugün de Türkiye de yapmak istemektedir...

Çünkü, aklını kullanan demokratik bir toplumdansa, dinin bağnazca yorumlandığı bir ümmeti ve o ümmetin kayıtsız şartsız bağlandığı bir diktatörü kontrol etmek çok daha kolaydır....

Özetle bir zamanlar, İran'da, Afganistan'da oynanan oyun bugün Türkiye'de oynanmaktadır.



Sinan Meydan

Odatv.com

25 Şubat 2013 Pazartesi

Mürtecilerin Bir Yalanı Daha Çürütüldü -Atatürk'ün Bursa Nutku'nun Gerçekliği Kanıtlandı

AÇIK ARTIRMADA ORTAYA ÇIKTI

AÇIK ARTIRMADA ORTAYA ÇIKTIBazı kesimlerin işine gelmediği için yok sayılan Atatürk'ün Bursa Nutku'nu ispatlayan kitap 1967'de basılmış.
Bazı kesimlerin ısrarla Cumhuriyet'i kendi kontrollerinde tutmak için yok saydıkları, hatta Lenin'e bile ait dedikleri Başbuğ Atatürk'ün Bursa Nutku'nu onlarca yıl önce araştıran Yazar Reşit Ülker, bu nutkun gerçek olduğunu 1967'de ortaya çıkarmış.(İLGİLİ HABER) BURSA NUTKU'NU OKUYUN
Daha sonra da baskıları yapılan kitabı 1967'de hazırlarken 1933'de Bursa Nutku'nu dinleyen tanıkların da ifadelerine yer veren Ülker, bu yazıları döneme ait belgelerle desteklemiş.
Bu kitabın en eski basımı halen internetin en ünlü açık artırma sitelerinden birinde satışa sunulmuş durumdu.

TTK DA, "GERÇEK" DEMİŞ

Türk Tarih Kurumu Yönetim Kurulu da 24 Ekim 1966 tarihli toplantısında Bornova Asliye Hukuk Hakimliği'nin 27/9/1966 tarih ve 1966/338 sayılı yazısı ve bu yazıya ekli Atatürk'ün Bursa Nutku ile ilgili sözlerin üzerine gerekli incelemeyi yapmış, bu incelemeler sonunda bu sözlerin Atatürk'ün 1933 Şubat'ında Bursa'da yaptığı konuşmadan mealen alınmak suretiyle çeşitli tarihlerde basılmış olduğu kanaatine oybirliğiyle varmıştı.
ASKERHABER / HABER MERKEZİ
http://askerhaber.com/haber/2771/acik-artirmada-ortaya-cikti.html

Atatürk'ün Bursa Nutku
“Türk genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir.
Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır.
Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.
Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır.’ demeyecektir.
Elle, taşla, sopa ve silahla;nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır.
Genç, ‘Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir.’ diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır.
Mahkeme onu yargılayacaktır.
Yine düşünecek, ‘Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.’ diyecek.
Onu hapse atacaklar.
Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.
Diyecek ki, ‘Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım.
Araya girişimde ve eylemimde haklıyım.
Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.’
İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!”
*Mustafa Kemal Atatürk'ün, 5 Şubat 1933 günü Bursa'da yaptığı nutuktur


Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâhıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!


Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927
Açıklama: http://www.ataturkungencligehitabesi.com/ata_imza.gif

PKK-İSRAİL İLİŞKİLERİNİN İTİRAFLARI



PKK-İSRAİL İLİŞKİLERİNİN İTİRAFLARI
Türkiye'nin İsrail'e karşı aldığı kararlara cevaben, İsrail DışişleriBakanı Avigdor Lieberman'ın, Yedioth Ahronoth Gazetesi'nde yayınlanan"PKK örgütüne askeri yardım teklifinde bulunabilecekleri" yönündeki sözleri üzerine, gözler bir kez daha PKK-İsrail ilişkilerine çevrildi.
İsrail'in, kuruluşundan itibaren ayrılıkçı Kürtçü unsurlarla olan ilişkileri biliniyor.
1961 yılı itibarıyla Irak yönetimine karşı silahlı isyana kalkışan Molla Mustafa Barzani ve Celal Talabani'ye bağlı Kürtlere en büyük desteği veren ülkelerin başında da İsrail ve onun güdümündeki Yahudi lobisinin geldiği artık sır değil.
İsrail'in ve Yahudilerin PKK ile olan ilişkileri de inkâr edilemeyecek kadar açık ve bunun kanıtları da mevcut.
PKK yöneticilerinden Murat Karayılan'ın, İsrail Dışişleri Bakanı A.
Lieberman'ın açıklamasının akabinde, verdiği beyanatta yer alan;
"Eğerİsrail devleti PKK ile ilişki kurmak istiyorsa, önce PKK önderliğinin Türkiye'ye verilmesinde oynadığı rolden dolayı PKK ve Kürtlerden özür dilemelidir."
(Fırat Haber Ajansı, 12.09.2011) şeklindeki sözleri,PKK-İsrail ilişkilerinin ve işbirliğinin üstünü örtmeye yönelik çabadan öte bir anlam ifade etmiyor.
Zira, M.Karayılan'ın İsrail yöneticileriyle olan ilişkileri onun bu sözlerini boşa çıkartıyor.
M.Karayılan'ın, İsrail yetkilileriyle temasını deşifre eden kişi, PKK lideri Abdullah Öcalan ile İsrail yetkilileri arasında geçmiş dönemlerde ilişki tesis eden Yahudi-Kürt kökenli Davut Bağıstani.
PKK-İsrail ilişkilerinin kilit ismi Davut Bağıstani, hâlihazırda merkezi Erbil'in Aynkawa semtinde bulunan İsrail-Kürt Enstitüsü'nün başkanlığını yürütmekte olup, üç yıldan beri aynı yerde yayınlamaya devam ettiği "İsrael-Kurd" adlı dergide Yahudi-Kürt işbirliğinin önemine vurgu yaparak, PKK'nın da propagandasını yapan bir kişi.
Davut Bağıstani, Erbil'de Kürtçe yayınlanan Rudaw Gazetesi'ne verdiğibir beyanatta;
"1967'de İsrail Başbakanı Golda Meir ve İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan ile tanıştığını, İsrail'in şimdiki Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile 1970'te tanıştığını ve anılanla 34 yıllık dostluğunun bulunduğunu" belirtiyor.
"Eşi Piyanka'nın da Yahudi asıllı bir Almanolduğunu" söyleyen Bağıstani, Murat Karayılan'la ilgili olarak da;
"İsrail devletinin kuruluşunun 60.yıldönümü münasebetiyle, İsrail'de düzenlenen törenlere resmi davetli olarak 08.05.2008'de katıldığını, bir hafta süren İsrail ziyareti sırasında görüştüğü Cumhurbaşkanı Şimon Peres'e PKK/KCK Başkanı Murat Karayılan'ın bir mektubunu elden teslim ettiğini ve aldığı cevabi mesajını Irak'a dönüşünde M.Karayılan'a ilettiğini, ayrıca MOSSAD yetkilileriyle de zaman zaman görüşmeler yaptığını" (Rudaw Gazetesi, 19.05.2008) itiraf ediyor.
Davut Bağıstani, Erbil'de Kürtçe yayınlanan Çetir Gazetesinde yer alanbir söyleşisinde de;
"Türk Ordusunun 1995 yılında Zap, Haftanin, Garave Çemço bölgelerine operasyon yaptığı sırada, Abdullah Öcalan'ınyanında bulunduğunu" belirtiyor.
Barzani ailesiyle de ilişkisini gizlemeyen Bağıstani, korunduğunu da itiraf ediyor.
Bu hususta;
"Bazıİslami grupların, Kürt-İsrail ilişkilerinin geliştirilmesi amaçlı çalışmalarından rahatsızlık duyduklarını, bu nedenle kendisine yönelikbir suikast eylemi planının Neçirvan Barzani'nin müdahalesiyle bertaraf edildiğini" (Çetir Gazetesi, 19.07.2010) açıkça dilegetiriyor.
İlginç değil mi?
Âdeta bir "İsrail Misyoneri" gibi hareket eden D.Bağıstani'nin buitirafları ortada dururken, M.Karayılan'ın sözlerinin hiçbir anlamıkalmıyor.
Türkiye ve İran'ın, PKK ve PJAK kamplarına yönelik düzenlediklerioperasyonlardan rahatsızlık duyan D.Bağıstani, "İsrail-Kürt EnstitüsüBaşkanı" sıfatıyla 05.09.2011 günü Erbil'de, BM, BM Güvenlik Konseyive Avrupa Birliği'ne yaptığı çağrıda;
"Türk ve İran rejimlerineyönelik acilen harekete geçilmesini" (e-kurd.net) isteyecek kadarileri gidiyor, PKK ve PJAK'ın hamiliğini üstleniyor.
Öte yandan, İsrail'de çıkan Yedioth Ahronoth Gazetesi'nde, "Ğay Bahor"imzasıyla yayınlanan bir makalede de, dikkat çekici şu hususlar yeralmıştır:
"PKK'nın Silvan'da 13 askeri öldürdüğü 14 Temmuz günü, DTK 850 delegesiyle toplandığı Diyarbakır'da özerklik ilan etti.
Aynı gün Suriye'de 12 Kürt partisi ortak bir karar alıp Suriye yönetiminden özerklik talebinde bulundu.
Suriye, Irak, İran ve Türkiye'deki muhtelif Kürt unsurlar, yavaş yavaş büyük bir devlet olmak için birbirleriyle bağlantı kuruyorlar.
Kurulacak Kürt devleti Güney Sudan gibi, İsrail'in yakın müttefiki olacaktır.
Kürtler kendilerini Yahudilere daha yakın, ikiz kardeş gibi görüyor.
Göreceksiniz, İsrail düşmanı 4 devlet (Türkiye, İran, Suriye ve Irak), İsrail dostu bir Kürt devletini doğurmak için parçalanmak zorunda kalacak."
(Yedioth Ahronoth, 28.07.2011) Bu sözler de İsrailli bir Yahudi-Siyonist'in itirafı.
Türkiyeli Yahudi işadamı İshak Alaton ile BDP Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana'nın konuşmacı olarak katıldıkları Bilgi Üniversitesi'nin(İstanbul, 08.04.2011) "Barışı Kurmak" konferansında kucaklaşarak;
"Kürtlerin Türkiye'den ayrılmak isteyip istemediklerinin referandum asunulması ve Abdullah Öcalan'ın İmralı'dan çıkarılıp ev hapsine alınması" yönünde dillendirdikleri ortak görüşlerini de hatırlayalım.
İsrail'in ve Yahudi lobisinin, PKK ve diğer Kürtçü unsurlarla olan ilişkilerini "hayali" olarak yansıtarak, gerçeği bir türlü görmek istemeyen bazı medya organlarının ve yazarların, şimdi ne düşündüklerini merak ediyorum.
Sinan Sungur
Odatv.com