9 Mayıs 2014 Cuma

Emperyalizm ve Kıssadan Hisseler/ Barış DOSTER



Emperyalizm ve Kıssadan Hisseler/ Barış DOSTER 
ABD’nin önemli bilim insanlarından Samuel Huntington, Türkiye’de de ses getiren çalışmasının adını “Medeniyetler Çatışması” koymuştu. Sonra “Tarihin Sonu” tezini ortaya attı.

 Ardından bu tezinden önemli ölçüde döndü, özeleştiri verdi. ABD “Medeniyetler İttifakı” projesini ortaya atıp, buna biri bizden diğeri İspanya’dan iki tane eş başkan bulunca, ülkemizdeki Huntington hayranları da keskin bir U dönüşü yaptılar. Oysa ne Medeniyetler Çatışması, ne Tarihin Sonu, ne de Medeniyetler İttifakı bilimsel tezlerdir. Bunların üçü de ABD emperyalizminin ihtiyaçlarından doğmuş projelerdir. Olanı incelemez, olmasını istediklerini vazederler. Tespit değil, temenni öne çıkar. Bu nedenle onları kavramsallaştırma, kuramsallaştırma işi de devletle, istihbarat örgütleriyle teması bilinen akademisyenlere sipariş edilir.

 Kıssadan hisse: Emperyalizmin kuramcılarının yazdığı metinlere, sözde bilimsel çalışmalara karşı uyanık olmak gerekir.

 Büyük Ortadoğu Projesi’nde eş başkan olmakla övünen Türkiye’nin payına İslam diniyle hiç ilgisi olmayan, dini değil tamamen siyasi ve de ABD yapımı bir proje olan “Ilımlı İslam”, bir diğer ifadeyle Amerikan İslam’ı düştüğünde kimileri pek sevinmişti. Bu sayede din kardeşliği üzerinden terörün önleneceğine inanmışlardı. Bu yöndeki yayınların sayısı artmıştı. O kadar ki terör örgütü liderine bile “barış elçisi” gözüyle bakanlar belirmişti mütareke medyasında. İmralı ile Kandil sanki iki farklı yapı imiş gibi gösterilmeye çalışılmıştı. İmralı’nın barış istediği öne sürülmüştü. İmralı sakini eli kanlı bir bebek katili olarak değil, barış ve demokrasi elçisi olarak gösterilir olmuştu. Bu süreçte devletin adından anayasaya, ana muhalefetten medyaya dek her şey yenilenmek istenmişti. Okyanus ötesinden kimileri Cumhuriyet gazetesinde bile “Yeni Kemalizm” başlıklı makaleler yazmışlardı. Hal böyle olunca, yeni devletin adını koymak da yine bir ABD’li uzman- istihbaratçıya düşmüştü. Graham Fuller, kitabına “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adını vermişti. Kitaptaki tezler, yeni CHP’den de övgüler almıştı. 12 Eylül referandumunun ertesi günü iktidarın sözcülerinden olan Star’ın attığı manşet de aynıydı: “Yeni Türkiye Cumhuriyeti”.

 Bu süreçte halkımız, sürecin federasyona ve bölünmeye gideceğini göremedi. Ortadoğu Serbest Ticaret Bölgesi’nin, Kamu Yönetimi Reformu’nun, Yerel Yönetimler Reformu’nun, Bölge Kalkınma Ajansları’nın, Kardeş Belediyeler Birliği Projesi’nin, Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmeleri’nin siyasi, idari, iktisadi, mali, kültürel anlamda hep bölünmenin altyapısını hazırladığını söyleyenleri, ciddiye almadı. “Yeni” ve “yenilenme” sözcüklerinin büyüsüne kapıldı fazlasıyla. Sonuç: Sıfıra sıfır, elde var sıfır. Bir ayda 40 şehit verdikten sonra, gazetelerde terörle mücadele konusunda eskiye dönüş yapılacağı, kitlesel tutuklamaların geleceği, güvenlik önlemlerinin artırılacağı yazılır oldu. Yani “yeni” lafı, terörü önleyemedi. ABD patentli “ılımlı İslam” projesi din kardeşliğini sağlayamadı. Habur açılımı, Türk bayrağının asılmadığı sahra mahkemesi, Kemal Burkay üzülmesin diye Atatürk resminin kaldırıldığı basın toplantısı, bölücülerin silahlarını susturamadı.

 Kıssadan hisse: ABD’nin etkin düşünce kuruluşlarından Atlantik Konseyi’nin uzmanlarından olan David L. Phillips’in Haziran 2009’da yazdığı “Türkler ve Irak Kürtleri Arasında Güven Tesisi” başlıklı rapordan ilham alan Kürt açılımı çökmüştür.

 ABD Dışişleri Bakanlığının internet sitesinde şu mealde bir yazı çıkmıştı: “54 ülkenin liderini biz yetiştirdik. Bizim bursumuzla yetiştiler”. Listede Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı da bulunuyordu. Dünyada Yahudi lobisinden cesaret ödülü alıp da Yahudi olmayan tek başbakan da Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı olduğuna göre, 1996’dan beri ABD’li uzmanların üzerinde çalıştıkları, 2002 yılından itibaren yüksek sesle dillendirilen Büyük Ortadoğu Projesi’ne şaşırmamak gerekir. Bu kapsamda bölücülüğün adı “demokratik özerklik” olmuştur. Geçmişte Çekiç Güç Irak’ı vurmak için konuşlanmış iken bu kez füze kalkanı İran’ı vurmak için yerleştirilmektedir. Emperyalizm, devlet biçiminde örgütlenmiş haydutluk olduğundan meseleye bütüncül yaklaşmakta, işi şansa bırakmamaktadır. Irak Kürtlerini Saddam’dan kurtaran ABD, Türkiye’nin Kürtlerini de Ankara’dan kurtarmanın altyapısını hazırlamaktadır. Türkiye’de vatansız, milletsiz, devletsiz bir toplum yaratılırken, ulus devlet, tekil devlet, laik devlet çözülmektedir. Hem de aileyle, ahlakla, manevi değerlerle, içi boşaltılıp, sentetik hale getirilmek, özünden uzaklaştırılmak istenen dini kavramlarla birlikte.

 Türkiye bunları yaşarken küresel yatırımcılar, özellikle de Türkiye’de gayrimenkul işi yapanlar, varlık yönetim şirketleri, çokuluslu tekeller ve finans devleri, yakın geleceğe ilişkin öngörü ve senaryolarını Türkiye’nin bölünebileceğini dikkate alarak yazmaktadırlar.

 Kıssadan hisse: Goethe’nin şu sözünü hiç unutmamak gerekir: “Cahilliğin eyleme geçmesinden daha korkunç bir şey yoktur”.

 BARIŞ DOSTER


8 Mayıs 2014 Perşembe

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ, HAYDİ GEL YÜZLEŞELİM!






Ertuğrul Kürkçü kim?
1948, Bursa doğumlu. Özgeçmişinde sosyalist aktivist, yayıncı ve yazar olduğu yazılıdır.
Dev-Genç’e 1970 yılında genel başkan olmuş.
Mahir Çayan arkadaşlarının 30 Mart 1972 günü öldürüldüğü Kızıldere baskınından sağ kurtulan tek kişi o!
12 Haziran 2011 milletvekili seçimlerinde, terör örgütü PKK’nın desteğiyle Mersin’den milletvekili seçilip TBMM’ne girmiş.
Şimdilerde, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Başkanı.
Partisinin meclis grubunda 5 Mayıs 2014 günü yaptığı konuşmada Ertuğrul Kürkçü, CHP’ye çağrıda bulundu.
CHP, Dersim ile yüzleşsin diyen Ertuğrul Kürkçü şunları söyledi:

“Biliyorum, bugünkü CHP değildi o gün olanları yapan. Ama madem her şeyin mirasçısı
sizsiniz, bu katliamın mirası da sizindir. Dersim halkına yardım etmeniz gerekirken bunun örtbas edilmesi için çaba gösteriyorsunuz.”

Yöneticileri ve milletvekilleri arasında tek bir Kemalist bulunmayan CHP’den bu çağrıya yanıt gelmemiştir.
Ancak meydan o kadar da boş değil!
Bir Kemalist olarak, Ertuğrul Kürkçü’nün yüzleşme çağrısını kabul ediyorum.
Hemen söylüyorum: Mustafa Kemal Atatürk’ün dönemindeki tüm devrimlerin, tüm eylemlerin, tüm uygulamaların mirasçılarından biriyim.
Hiç kuşkusuz, Dersim Silahlı İsyanı’ın bastırılması sırasındaki uygulamaların da mirasçısıyım.
ABD-AB-PKK desteğiyle horozlanan Ertuğrul Kürkçü, şimdi beni iyi dinle, sana çok kısa, çok özet olarak Dersim’i anlatayım!

22 Mart 1937 günü, Dersim’de yani bugünkü adıyla Tunceli’de ayaklanma başladı. Kürt aşiretlerinden oluşan 4.000 (dört bin) kişilik silahlı bir kuvvet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne başkaldırdı.
Silahlı isyancıların başında, Seyit Rıza vardı.
Silahlı isyancılar, Fransızların para ve silah yardımıyla da güçlenerek, köprüler yıktılar, telefon hatlarını kestiler, karakollar bastılar, Türk askerlerini öldürdüler…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı silahlı ayaklanmada başarılı olamayacağını anlayınca, elebaşı Seyit Rıza, İngiltere Dışişleri Bakanı’na, “Dersim Generali Seyit Rıza” imzalı bir mektup gönderdi. Türkler tarafından nasıl ezildiklerini, öldürüldüklerini, göçe zorlandıklarını; yardım ve sadaka dilenen bir dilenci ağzıyla İngilizlere anlattı, Kürt halkının kendilerinden yardım beklediğini en derin saygılarıyla istirham etti. (Bu mektubun orijinali ve çevirisi, Dersim Silahlı İsyanı’nın tüm ayrıntıları, İngiliz gizli belgeleriyle, “Türk Milletine Suikast” adlı kitabımda verilmiştir.)

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkmak için İngilizlerden yardım dilenen, onursuz ve şerefsiz Seyit Rıza’nın başını çektiği Dersim Silahlı İsyanı’nı, Türk Silahlı Kuvvetleri kesin bir kararlılıkla bastırdı. Başta Seyit Rıza olmak üzere, 11 elebaşı yakalanıp idam edildi. Elbette, dünyadaki tüm savaşlarda olduğu gibi, bu silahlı isyanın bastırılması sırasında da masum insanlar ölüp gitti.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ya Dersim Silahlı İsyanı’nı askeri gücüyle bastırıp isyancıları yok edecek, ya da isyancıların isteklerine boyun eğip yenilecek, yıkılıp dağılacaktı.
Silahlı Dersim İsyanı’nı şiddetle bastıran Türk Silahlı Kuvvetleri; ulusun birliğini, vatanın bölünmez bütünlüğünü korumuş oldular, görevlerini yaptılar.

Her yüzleşme iki taraflı olur.
Şimdi sıra geldi, ABD-AB-PKK destekli Ertuğrul Kürkçü’nün yüzleşmesi gereken gerçeklere.  

Ertuğrul Kürkçü, Avrupa Birliği (AB) hibeleriyle “iğfal” edilenlerdendir.[1]
Nasıl mı?
Gelin size bir vakfı tanıtayım:[2]

IPS İletişim Vakfı
(IPS’nin açılımı: Inter Press Service. Yani vakfın adının başında İngilizce sözcükler var!)
Yönetim Kurulu:
Başkan: Nadire Mater,
Genel Sekreter: Ertuğrul Kürkçü
Üye: Füsun Özbilgen
Üye: Tuğrul Eryılmaz
Üye: Prof. Dr. Şahika Yüksel
Danışma Kurulu:
İpek Çalışlar, Dr. Mustafa Sütlaş, Füger Uğur, Nilgün Uysal.
Proje Eğitim Danışmanı: Doç. Dr. Sevda Alankuş
Proje Koordinatörü: Ertuğrul Kürkçü
Projenin Adı: Medya Özgürlüğü ve Bağımsız Gazetecilik İzleme ve Haber Ağı (BA2)
Tarih: 17.11.2003
AB’den Alınan Hibe: €809.760 (Sekiz yüz dokuz bin yedi yüz altmış Avro)

Özeti: Genel Sekreterliğini ve Proje Koordinatörlüğünü Ertuğrul Kürkçü’nün yaptığı IPS İletişim Vakfı, Avrupa Birliği’nden 809.760 Avro hibe almıştır.
Hibe, karşılıksız para demektir.
Kim kime karşılıksız para verir?

AB, hibe vererek Türkiye’de toplam 2.357 kurum ve kuruluşu “iğfal”etmiştir.
“İğfal” edilen Vakfın Genel Sekreteri ve Proje Koordinatörü Ertuğrul Kürkçü’ye soruyorum: 809.760 Avro nereye ve kimlere gitti? Bu paranın hepsi senin cebine girdi, demiyorum. Ama mademki Vakfın yönetim kurulu üyesi, genel sekreteri ve proje koordinatörüsün, öyleyse sen de bu hibenin mirasçılarından birisisin!
Haydi, Ertuğrul Kürkçü, gel yüzleş bu “iğfalle”! Sakın ola örtbas etmeye çabalama, çünkü peşindeyim!
Hem, hepsi bu kadar değil!
Ertuğrul Kürkçü’nün yönetim kurulu üyesi, genel sekreter ve proje koordinatörü olduğu IPS İletişim Vakfı’nın Başkanı Nadire Mater, daha önce yazdığı “Mehmet’in Kitabı” için Mac Arthur Vakfı’ndan$59.000 (Elli dokuz bin Avro) almıştı.

Mac Arthur Vakfı kurucu ve üyelerinin CIA ve Küresel Çete’nin başındaki örgüt CFR ile çok yakın ilşkileri bulunmaktadır.

Madem ki gerçeklerle yüzleşiyoruz, sormayı sürdürüyorum:
ABD-AB-PKK destekli Ertuğrul Kürkçü, söyle bakalım:
 CIA ile CFR ile ilişkilerin boyutları nedir?
 Bir yandan milyonluk AB hibeleri, bir yandan CIA, CFR bağlantıları…
Yoksa “sosyalist aktivist” demek, bu mu oluyor?

Yılmaz Dikbaş

7 Mayıs 2014
0532 233 31 52

5 Mayıs 2014 Pazartesi

“Devrimci Barutları” Bittiği İçin Tayyip Erdoğan’ın Önlerine Attığı Kemiklere Dört Elle Sarılanlar

Devrimci barutu” biten, bu nedenle Tayyip Erdoğan’ın  önlerine attığı kemiklere dört elle sarılan, “YETMEZ AMA EVET”Çİ takım, bu rezilliklerini “SOL-SOSYALİZM” kılıfı altında yaparlar ki yalanları, çoğunluğu okuma özürlü solcularımız tarafından anlaşılmasın..
 Bilindiği üzere Kürtçülük tarafından “iğdiş” edilmiş bu zevat “Dili Türkçe olan Türkiye Cumhuriyeti’nde, anadili Türkçe olmayan yurttaşlara öğretimleri boyunca “anadillerinde eğitim”  verilmesi“ safsatasını, yani   “ulusu etnik kimlikler aracılığı ile bölme” oyununu döner dolaşırlar, Lenin’in “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkına”  bağlarlar. Yani açıkça halkı aldatıp kandırırlar.
Biz gerçeğin böyle olmadığını, bıkıp usanmadan halka anlatmalıyız. Anlatmalıyız ki bu sahte-ikiyüzlü “devşirilmiş solcuların” maskeleri düşsün.

BAKIN BU KONUDA LENİN NE DİYOR:
Başka başka halklar tek bir devletin içinde yaşadıkları sürece milyonlarca, milyarlarca iktisadi, sosyal, toplumsal bağla birbirine bağlıdırlar.
 Eğitim bu bağlardan nasıl ayrı tutulabilir? Eğer tek bir devletin sınırları içinde yaşayan değişik ulusal-topluluklar iktisadi bağlarla birbirine bağlıysalar o ulusları ‘kültürel’ ve özellikle eğitsel alanda sürekli olarak bölüp ayırmak saçma ve gerici bir şey olur! (…)
Okulların hangi biçim altında olursa olsun, ulusal topluluklara göre ayrılmasına, en sert biçimde karşı koymalıyız. Gün gibi açık ki böyle bir planı savunmak, işin aslında burjuva ulusalcılığı ve şovenizm düşüncelerini gütmek demektir.
Her ne ise, ulusları eğitim işlerinde bölmek bize düşmez. (…) ‘Ulusal kültür’ün şampiyonluğunu yapmamalıyız”  (Lenin, 14 Aralık 1913 Pravda)


4 Mayıs 2014 Pazar

Çorbaya Kaçan “Sirke Sinekleri” ve Gerçeklerin Anlaşılması İçin “Kuyruklu Yalanlar-Yalancılar” Üzerine

Çoğumuz bilir. Çiçek saksılarının, çöplerin, yiyeceklerin etrafında sürüler halinde dolaşan çok küçük “sirke sinekleri”, zaman zaman insanın ağzına, burnuna, çorbasına kaçarlar. Pek zararları dokunuyor olmasa da, mide bulandırırlar... Çorbayı içmek dışında başkaca bir seçeneğiniz yoksa kaşığın sapının ucu ile “bu küçük yaratığı” çorbanızdan çıkartır atar, yolunuza devam edersiniz.
 Özellikle son 10 -12 yılda yakalarına “Atatürk rozeti”  takarak - küçük ünler uğruna- yalan söyleyen ahlaksızlar “sirke sinekleri” gibi çoğaldılar yanımızda, yöremizde. Çünkü sistemin yarattığı kirlilik bunların üremesine uygun bir ortam sağladı. Ne yazık ki  “Atatürkçü” etiketli, kendilerini “sureti haktan” göstermeye çalışan bu ahlaki değerlerinden yoksun, psikopat karakterli onursuzlar geçmişte „Kemalist-Halkçı-Devrimci-sol“ hareket içinde hep var olmuştur ve halen de vardırlar.
Bunların “Küçük Ünler” uğruna yapmayacakları iftira, başvurmayacakları bir çirkeflik yoktur. Bu nedenle de,   bilinçli ajan provokatörlerden hiç bir farkları yoktur. Bu onursuz yaratıklar, akılları sıra başkalarını aşağılayarak kendilerini yücelttiklerini sanacak denli de aptal ve ahmaktırlar.
Bu “sirke sinekleri“,  okuduğu bir-kaç kitaptan, ezberledikleri üç-beş cümle ile yalan-yanlış “teorik zevzeklikler” yaparak çevresindekilere kendilerinin ne denli yüksek! bilince sahip olduklarını kanıtlamaya çalışırlar. Kendilerine hiç hak etmedikleri, asla da hak etmeyecekleri unvanlar yakıştırırlar. Yani yaşamında hiç tıp fakültesine gitmemiş birinin adının önüne  „Uzman Doktor ………… „ yazması gibi.
Bu tipler, kalıplarla düşünme alışkanlığından vazgeçemezler.  Ciddiyetle araştırma, sorgulama, analiz yapma, yeniden üretme yetileri dumura uğramıştır. En başa kendilerini koyarak “tabular” oluşturup, “kutsallar” yaratırlar. Bu nedenlerle Antiemperyalist-halkçı-devrimci bir düşün sistemi olan “Kemalizm’i” “Atatürkçülük” adı altında bir tabuya dönüştürerek geniş halk yığınlarınca “marjinal” olarak algılanmasına yol açmışlardır.
Yıllar öncesinde Karaköy-Kadıköy vapurlarında sahte ilaç ve jilet satanlar da, ıvır-zıvır mallarını, “mayasıla-basura-bronşite, her derde deva(!)”, yalanları ile pazarlarlar ve alıcı da bulurlardı. İnsanları yalanlarla aldatıp, kandırdıkları için göreceli de olsa bir güç kazanmış olurlardı
İşte bizim“Sirke Sinekleri” de, oradan buradan derledikleri “dağarcıklarındaki”, (her şey olan ama asla “Atatürkçülük” olmayan) bilgileri pazarlayarak kendilerini güçlü- bilgi ve birikim sahibi olarak göstermeye çalışırlar.  Bu “küçük ünlere” kavuşma, şan-şöhret ve hızla yükselme düşleri kuranlar;  başkalarının yaşamlarını karartacak, onlara maddi –manevi yıkımlar getirecek “kuyruklu yalanlarını” sanki gerçekten olmuş gibi çevresindekilere ve özellikle “gölgesine sığındıkları” sahiplerine aktarmakta bir an bile duraksamazlar.
Her alanda ve her anlamda kişisel ve toplumsal yalanı, karalama, iftira ve çamur atmayı meslek edinmiş olan bu özel görevli - küçük kariyeristler ile “Atatürkçü” rolündeki sahtekârlarla uğraşmanın kolay olmadığını biliyorum.
Ama unutulmamalı; Yalan ve iftira ile onur yan yana var olamaz, bir arada olamaz. Bir kişi yalancı ise “ONURSUZDUR”. Onurlu ise, koşullar ne olursa olsun “YALAN” söylemezler, söylenmesine de izin vermezler. Onurlu ve dürüst kişiler yalanlar üretmezler, insanlara iftiralar atmazlar, akılları sıra başkalarını aşağılamaya çalışarak kendilerini yücelttiklerini sanmazlar...
İnsanı yücelten, kişiyi onurlu kılan, ürettiği değerlerin diğer insanlara, yaşama olumlu, yapıcı katkılarıdır. İnsanı yücelten, sahip olduğu adalet duygusudur, adaletli davranışlarıdır, haksızlıklara karşı verdiği tepkilerdir. Bunlar olmadan, insancıl, dürüst ve onurlu bir kişi olunamayacağı gibi, Atatürkçü de, devrimci de olunamaz. Tek başına şu veya bu kitabı hatmetmiş olmakla, “teori” konusunda ahkâm kesmekle, birtakım toplumsal ilişkilere sahip olmakla ne Atatürkçü, ne de adam olunur.
Not: Bu yazı herhangi bir kişiye yönelik değildir. Yazıyı okuduktan sonra etrafınızdakileri gözlerinizin önüne getirin. Mutlaka bir “Sirke Sineği” göreceksiniz
Açıkça büyük amaçlar tasarlayan ve daha sonra bu amaçlar için oldukça yetersiz olduğunu gizlice kavrayıveren kimse, çoğu zaman bu amaçlardan vazgeçecek kadar da güçlü de değildir. İşte o zaman ikiyüzlülük kaçınılmazdır.” (Friedrich Nietzsche)  04 Mayıs 2014 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK