25 Ekim 2014 Cumartesi

Cumhuriyeti Kuran Parti Eliyle Cumhuriyeti Yıkma Projesi



Önce su sözleri okuyalım. “Dersim coğrafyasında yaşanan olay, bir insanlık dramıdır. Bu bölgede yaşayan insanlar, o dönemin acılarını, o dönemin kaybolan hayatlarını, o dönemin ağıtlarını dinleyerek bugünlere geldiler. O dönemde yapılan çok ciddi, insanlıkla bağdaşmayan olaylar oldu.”
Bu sözler; “AKP’nin Dersim Katliamı konusunda aldığı tavır” veya “PKK terör örgütü elamanlarından birinin propaganda amaçlı” söylemi değil,  CHP genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TV’de yaptığı bir konuşmadan alınmıştır.
Sanırsınız’ ki Cumhuriyet yasalarına karşı, Seyit Rıza’nın çağrısı ile Yusufanlı, Kureyşanlı, Abbasuşağı, Bahtiyar, Haydaran aşiretleri ayaklanmamışlar, Türkiye Cumhuriyeti hükümetine Ültimatom göndererek, Jandarma dersimden çekilsin. Yeni köprüler yapılmasın. Yeni idari yapı oluşturulmasın. Silahlarına el konulmasın. Vergiler, hükümetle aşiretler arasında paylaşılsın dememişler. Sanki ayaklananlar Askeri birlik karargâhlarını, askeri karakolları basıp yüzlerce asker ve subayı şehit etmemişler, köprüleri havaya uçurmamışlar, Cumhuriyet adına yapılan okulları, hastaneleri yakıp yıkmamışlar. Ama O dönemde Türk ordusu bölgede “insanlık dramı” yaratmış!
Bu denli pervasızca bir yalan ve inkârı, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı sapkınlardan duyduk ama CHP Genel Başkanından duymak isyan ettiriyor..
K.Kılıçdaroğlu bununla da kalmıyor, CHP’yi köklerinden kopararak karşıdevrimci bir çizgiye sürüklediğini "Ben Dersimli Kemal'im" diyerek Adeta Mustafa Kemal Atatürk’e ve Atatürkçülere meydan okuyor.
Dersim veya Tunceli,  yalnızca bir coğrafyanın adı değildir. Dersim; Ortaçağ karanlığının, ağalık şeyhlik, derebeylik rejiminin adıdır. Dersim; Seyit Rızadır, Şeyh Said’dir.
Tunceli; Cumhuriyetin, aydınlanmanın, Türk devriminin, Mustafa Kemalin adıdır.  
Atatürk ün Kurup yücelttiği partinin şimdiki genel başkanına “Atatürk mü Seyit Rıza mı” derseniz “yaşananların bir insanlık dramı” olduğunu söyleyerek Seyit Rıza’yı tercih ediyor..
Abartıyorsunuz diyenler olabilir. Ama dönemim Başbakanı RTE, “Dersim katliamı”!!! için devlet adına özür dileyince, Kılıçdaroğlu; kendisinin de özür dileyip dilemeyeceğini soran basın mensuplarına; “Dersim'in mağduru biziz, bir işin mağduru özür diler mi” “Özür dilemek yetmez tazminat da ödenmeli” (20 Kasım 2012) 
Peki, “Mağduru” Kılıçdaroğlu olan (Kılıçdaroğlu Dersim isyanına en başından beri katılan 3 aşiretten biri olan Haydaran aşiretindendir) olayın suçlusu kim olur? Mustafa Kemal Atatürk ve Türk silahlı Kuvvetleri…
Öyleyse soralım: Köklerini Atatürk’te değil, Seyit Rıza’da, Tunceli de değil, Dersimde arayan biri CHP Genel Başkanı olabilir mi?
Bilindiği üzere ne kadar Atatürk düşmanı, Cumhuriyet yıkıcısı varsa, doğrudan Atatürk’e saldırmak yerine Mustafa Kemal’in devletin yönetimine doğrudan egemen olduğu 1920-1940 arasında yapılan uygulamalara saldırırlar. Onlar saldırırlar da Haydaran aşiretinden “Dersimli Kemal” durur mu?
    "…Bizi hâlâ 1930'ların CHP'si gibi görmeyin. Dünya değişiyor, biz de değişiyoruz. Demokrasi ve özgürlüğü savunuyoruz"1930'ların CHP'si değiliz anadilde eğitimi tartışırız'  “Devlet dediğiniz aygıt, halkına baskı yapan aygıt değildir. Devlet artık 30’ların, 40’ların, 20’lerin devleti değil…”
Breh.. Breh.. Demek ki  30’ların, 40’ların, 20’lerin devleti, halkına baskı yapan aygıt”mış. Peki, bu aygıtın en tepesinde kim var? Mustafa Kemal Atatürk..
Ve CIA-NED bağlantılı, Soros fonlarıyla desteklenen TESEV’in kurucu üyesi olan Kılıçdaroğlu; Atatürk’ü, halkına baskı” yapmakla, insanlık dışı” olmakla suçluyor! “ halka zulüm ve işkence ” yapan bir Atatürk ve onun partisi CHP algısı oluşturmaya çabalıyor. Bu nedenle sık sık “1930'ların CHP'si değiliz” diyerek “reddi Miras” yaparak CHP’nin “Y-CHP” olduğunu söyleyerek, Kurtuluş ve kuruluş sürecine AKP sözcülerinden, Atatürk düşmanı “ihanet erbabı kalemlerden” daha fazla saldırıyor.
Şimdi de, Batman il kongresinde 2010 yılında yaptığı konuşmaya bakalım… Orada da bakın neler diyor:
   “Toplumsal barış için genel affı destekliyorum”
   Yani Türkiye’ye kan kusturan,40.000 yurttaşımızın kanları ellerinde olan azılı teröristlerin, bu bahane ile elebaşları olan APO’nun affını destekliyor. Desteklemekle kalmıyor “Habur otobüsünden inenleri, CHP otobüsüne bindiriyor”
Bir başka konuşmasında; “Milletlerin kendi tarihiyle yüzleşmesi gerektiğini” söylüyor. Hangi tarihle yüzleşeceğiz? “20’lerin, 30’ların, 40’ların” tarihi ile. Peki, ne var o tarihte? Antiemperyalizm var, devrimler var, tam bağımsızlık var, Türk kimliği var. Demek’ ki Y-CHP liderine göre bu değerler “yüzleşilmesi gereken” değerler. Ama sıra Kürt ayaklanmalarla, Ermenilerin Türklere uyguladığı kıyım ve katliamlarla, İşgal güçlerinin ülkemizdeki soykırım ve yıkımı ile “yüzleşme” ye gelince Kılıçdaroğlu orada yok…
“Çözüme sonsuz kredi” veren, “Nazım Hikmet’i CHP hapse attı, Sabahattin Ali’yi CHP öldürttü” diyen, “AKP ile mücadele ederken ben kendimi 1930’lu- 1940’lı yılların CHP’si ile mücadele ediyormuş gibi hissediyorum” diyerek, Atatürk dönemini bu günkü AKP iktidarı dönemiyle eşdeğer gören bir kişi, adı, unvanı, makamı, ne olursa olsun, bırakın CHP Genel Başkanlığını, CHP parti binasının önünden bile geçemez.
Şimdi CHP’li dostlarımıza soralım..  Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu CHP ile , bu günkü AKP yi aynı gören, “AKP ile mücadele ederken ben kendimi 1930’lu- 1940’lı yılların CHP’si ile mücadele ediyormuş gibi hissediyorum” diyebilecek kadar CHP’ye-Atatürk e karşı olan kişinin “Genel Başkan” olmasını, Atatürk’ün koltuğunda oturmasını içinizi hiç mi acıtmıyor?
“Lazca” resmi eğitim dili olsun diyen, Atatürk’e hakaretten yargılanmış Mehmet Bekaroğlu CHP hukukunu yok sayarak, en yakın yardımcılığına getiren,
En yakından tanıyanların "Erdoğan cahil bir Atatürk karşıtıdır. Ama Ekmeleddin İhsanoğlu onun gibi değildir. Bilinçli bir Atatürk karşıtıdır." Dedikleri kişiyi Cumhurbaşkanı adayı göstererek RTE’ ye Cumhurbaşkanlığını altın tepsi içinde sunan,
CHP’nin 18. Olağanüstü Kurultayında “CHP iktidarında yerel yönetim özerklik şartını mutlaka getireceğiz” diyerek, en pervasız bölücülere bile fark atan,
Cumhuriyeti yıkma projesinde görev almış ne kadar bölücü, dinci, F-Tipi,  ajan ve BOP kadrosu varsa CHP parti yönetimine taşıyan,
   İstanbul mitinginde, 'Sayın Başbakan(RTE) siz türbanı da engellediniz diyor. Söz veriyorum türbanı da biz özgür kılacağız. Görecek Sayın Başbakan. O yapmadı, biz yapacağız. Sözümün arkasında duracağım'  diyen ve türbanın anasınıflarına kadar girmesinin önünü açan, birinin genel başkanlığını yürüttüğü Cumhuriyet Halk Partisi’nin genleri ile oynanmış, Türk Devrimi ve Atatürk ilkeleri rotasından çıkartılmıştır.
Bu yalnızca CHP’nin değil Türkiye’nin üzerine kurulduğu eksenin emperyalizmin dümen suyuna girdiğinin tartışmasız göstergesidir. Bu nedenle CHP’nin kendi köklerine dönmesi mücadelesi aynı zamanda Türkiye’nin kendi köklerine, yani Kemalist bir eksene oturtulması mücadelesidir.
Batı emperyalizminin Cumhuriyeti kuran parti eliyle Cumhuriyeti yıkma projesine karşı durmak bir vatanseverlik ve namus görevidir. 25.10.2014
Mahmut ÖZYÜREK

21 Ekim 2014 Salı

"BİR DEVLET YOK EDİLMEK İSTENDİĞİ ZAMAN ÖNCE O DEVLETİN JANDARMASI YOK EDİLMEK İSTENİR"




Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı olan ''Jandarma Genel Komutanlığı'', 22 Haziran 1930'da, 1706 sayılı yasa ile kurulmuştur.
''Jandarma, ordunun bir bölümüdür.
Jandarma, ordunun ödevlerinden birini üstlenmiştir.

Jandarmanın ödevi barışta ordunun savaşa hazırlanmasına olanak sağlamaktır.
Eğer bir ülkede jandarma gücü bu ödevini yapamıyorsa o zaman orduyu barışta içişlerine karıştırmak, dolayısıyla ordunun savaş hazırlığını aksatmak gibi sakıncalar oluşabilir
. Bu nedenle ordunun savaşa hazır olması için jandarma kuruluşunun güçlü olması ve ödevini yapması gerekir.''
''Jandarmamızın kökleri ordumuzun kökleri gibi 'Türk tarihi'nin içindedir.
Türk-Osmanlı Devleti döneminin jandarma gücü olan 'zaptiye kuruluşu' na ilişkin asılsız söylenceler ve öğretiler, Türk-Osmanlı Devleti düşmanı yabancı güçler tarafından uydurulmuş yalanlardır.
Bir devlet yok edilmek istenildiği zaman, önce o devletin jandarması yok edilmek istenir.
Bugün bir devletin bağımsızlık göstergesi tuğ ve tuğra değil, o devletin jandarma kuruluşudur.
Jandarması yok edilen Türk-Osmanlı Devleti'nden binlerce kilometre kare toprak çalınmıştır.
Tarihimize baktığımız zaman, jandarmanın benim boyumu aşan yükseklikte kan döktüğünü ve milyonlarca şehit verdiğini görebiliriz.''
''Jandarma ödevini, Çanakkale-Gelibolu savaşlarının başlangıcından sonuna dek ateş hattında asker olarak savaşıp onurla yapmıştır.
Jandarmanın ordunun içindeki yararlılıkları ve askeri harekâttaki kahramanlıkları için anıtlar dikmek gerekir.''
''Jandarma 1. Dünya Savaşı'nda ileri ve geri ödevlerde çok başarılı olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra 1925 yılında, doğu bölgemiz dışında ülkemizin ulusal sınırları içinde, 400 eşkıya çetesi vardı.
Bunlar Türk-Osmanlı Devleti döneminden arta kalmış çetelerdi. 1. Dünya Savaşı içinde Kurtuluş Savaşı sırasında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti döneminde yüzlerce eşkıya çetesi, jandarma güçleri tarafından yok edilmeseydi;
tren yolları yapılamaz, asker toplanamaz ve ülkemiz düşman saldırısından kurtulamazdı. Jandarma canı ve kanı pahasına bu eşkıya yuvalarını yok etti.
"Aynı şekilde PKK odakları da şimdiye kadar Jandarma tarafından yok edilmiş ve vatan savunulmuştur"
Ülke savunması için ölen jandarma askerlerinin ve subaylarının sayısı, ölen evlatlarımızın annelerini ve bizleri ağlatacak ve kalplerimizi sızlatacak büyük bir sayıya yükselmiştir. Biz bu şehitlerimize ağlıyoruz.''

 Metin ERKSAN

20 Ekim 2014 Pazartesi

“Seçilmiş”, “ Özel görevli”, “Truva atı” Liderlerden Kurtulmadan!



Bilinenlerin yinelenmesi olabilir ama Kemalist devrimcilerin, yurtseverlerin bilincinde yer etmesi, unutulmaması, unutturulmaması yaşamsal önemdedir. Eğer bu gün Türkiye işgal altında ise bu noktaya nasıl geldiğimiz/getirildiğimiz anlaşılmadan sorunlara çözüm bulamayız.
Amerikan Derin Devleti’nin kontrolünde olduğu iddia edilen ABD Johns Hopkins Üniversitesi’ne bağlı Amerikan-İsveç merkezli Silkroad Enstitüsü tarafından Ekim 2008 Ekim ayında 75 sayfalık bir “Türkiye Raporu”  hazırlandı.
75 sayfalık raporun altında Svante E. Cornell ve Halil Magnus Karaveli imzaları var
Halil Magnus Karaveli’yi, Cumhuriyet Gazetesi’nin 2. sayfasında yayınlanan yazılarından hatırlıyoruz. Karaveli, aynı zamanda İsveç’te bir gazetenin de başyazarı. Enstitü’nün İsveç’teki Türkiye çalışmalarını o yönetiyor.
Svante E. Cornell ismine ise; İsrail’de yayınlanan sağ eğilimli The Jerusalem Post Gazetesi’nde sıkça rastlamak mümkün... Cornell, bu gazetede makaleler yazıyor.
İlginçtir; zaman zaman The Jerusalem Post’ta Halil Magnus Karaveli’nin de yazıları yayınlanıyor.
Cornell ve Karaveli ikilisinin ortak özellikleri, İsrail’e yakın ilişkileri!
CHP’den istifa etmeye ikna edilecek Deniz Baykal’la, yolsuzluklar konusunda kamuoyunun dikkatini çeken Kemal Kılıçdaroğlu yer değiştirecek. CHP, yeniden Avrupa tarzı bir sosyal demokrat parti olarak ortaya çıkacak.”
O günlerde “Baykal istifa edecek ve yerine Kılıçdaroğlu gelecek” şeklindeki bir düşüncenin akla gelmesi bile mümkün değil.
Ama Silkroad Enstitüsü’nün 2008 Yılı’nda hazırladığı rapor(kehanet), 2010 Yılı’nda 16 gün içinde gerçekleşiveriyor.
Birileri, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın uygunsuz kasetlerini internet sitelerine servis ediyor. Yaşanan çalkantının ardından Baykal istifaya “ikna”(!) ediliyor!
2008 Yılı’nda hazırlanan, 2010 Yılı’nda gerçekleşen Silkroad Raporunda, bugün CHP’de ciddi tartışmalara yol açan bir başka kehanet daha var...
Enstitü, Kılıçdaroğlu’nun “Yeni CHP” dediği, azımsanamaz sayıdaki CHP’linin;  “CHP, CHP olmaktan uzaklaştırılıyor” ifadeleriyle özetlediği, partinin bugünkü yapısını da o günden görmüş!
Raporda aynen şöyle deniliyor: “CHP, yeniden Avrupa tarzı ve merkezli bir sosyal demokrat parti olarak ortaya çıkacak.”
Bütün bunlar bir rastlantı olabilir mi?
Baykal, “komplo kaseti”nin ortaya çıkmasından sonra, “genel başkanlıktan istifa ettiğini” açıkladığı basın toplantısında, şöyle demişti:
 “Bu komplonun hedefi sadece ben değilim, aynı zamanda CHP’dir! CHP de bu kirli tezgâhlar karşısında yolunu açmak zorundadır.”  “……Benim istifa kararım, hem Türkiye siyasetini, hem CHP’yi yeniden tanzim etmek isteyenlere bir imkân tanıyacak, hem de CHP’ye bu komplo ile hesaplaşma fırsatı verecektir.”
Bu tasarım, “Amerikan-İsveç yapımı, İsrail patentli bir operasyon”du. Ama üzülerek belirtelim ki; ADD’li delegelerin Atatürkçü Düşünce Derneğine 1998 ve 2006 yıllarında düzenlenen operasyonlarla hesaplaşamadığı gibi,  CHP’li delegeler de bu komplo ile hesaplaşmak yerine, içlerine sürülen “Truva Atı”nın yedeğine takılıp gittiler.
Bu operasyon Emperyalizmin Türkiye’den talep ve beklentilerinin gerçekleştirilmesine yönelikti. Türkiye sağının parti ve örgütlerini neredeyse bir bütün halinde kendi beklenti ve öngörüleri doğrultusunda hizalandırmıştı. Türkiye sağını Milliyetçi, muhafazakâr, dindar söylemleri ile yeniden yapılandıran AKP’nin kuruluşu/kurduruluşu sağın ana gövde partisi haline getirilmesi ve iktidara yerleştirilmesi operasyonu tamamlanmıştı. Şimdi sıra Türkiye’nin merkezi politik birliğinin dağıtılması, Türkiye cumhuriyetini tasfiye girişimlerine karşı direnç oluşturabilmesi olası güçlerin teslim alınmasına gelmişti.
 Önceleri merkez solun en sağında konumlanmış, bu nedenle de emperyalist mihrakların seçenek olarak hep yedekte tuttuğu Deniz Baykal, BOP ile Türkiye Cumhuriyetinin tasfiyesi girişimlerine karşı, CHP tabanının da basıncı nedeniyle takındığı tutum ve davranışları onu emperyalistler açısından işlevsel olmaktan çıkardı.
Deniz Baykal’ın 2010 yılında alaşağı edilmesinin, Soros’un Türkiye ayağı, misyon örgütü TESEV’in rahle-i tedrisatından geçmiş Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına getirilmesinin gerçek nedeni budur.
Peki, bu operasyonu tertipleyen emperyalist mihraklar Kılıçdaroğlu’ndan beklentileri nelerdi?
 Öncelikle AKP tarafından yürütülmekte olan emperyalist programı CHP tabanından gizlemesi, perdelemenin olanaksızlaştığı noktada da ise, sert tepki vermesini engellemesi, direnç gösteren, göstermesi olası örgüt yöneticilerini partiden ihraç ederek etkisizleştirmesi, tabanın aktif, eylemsel değil pasif izleyici konumunda kalmasını sağlamasıydı.
Emperyalist mihrakların kontrol ve denetimine giren Kılıçdaroğlu’nun bize tutarsız gelen davranış ve söylemleri ne onun politikadaki acemiliğinden ne de dar görüşlülüğünden kaynaklanıyordu. O, net fikirlere sahip, bir stratejisi olan ve bunu sonuna kadar götürecek kararlılıkta “seçilmiş” bir liderdi.
Bu nedenle Türkiye emperyalist mihrakların elinde oyuncak olmaktan kurtulacaksa, ulusal uyanış gerçekleştirilecek, ulusal güçlerin dizüstünden ayağa kalkması sağlanacaksa öncelikle “seçilmiş”, “ özel görevli”, “Truva atı” liderlerden kurtulması gerekir. 19.10.2014 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK