7 Mart 2015 Cumartesi

Kadını Toplumsal Ülkü ve Görev Sahibi Etmek "UED Isparta Şubesi Basın Açıklaması"



BASIN AÇIKLAMASI
1857 yılının 8 Mart’ında hakları için mücadele eden New York’lu kadın dokuma işçilerinin yakılarak öldürülmesinin ve bu direnişin/katliamın emekçi kadınların direniş günü olarak anılmasının 158. Yılındayız
 Bugün en temel yaşamsal haklarımızı gasp eden; kamusal hizmetleri sermayenin talanına açan; doğayı, ormanlarımızı, derelerimizi, zeytinliklerimizi, kentlerimizi, parklarımızı, okullarımızı, yaşam alanlarımızı yağmalayan; emeği güvencesizleştiren, emekçiyi  yoksulluk ve açlığa mahkum eden; yağma, talan ve sömürü politikalarını diktatörlükle sürdürmeye çalışan gerici-mezhepçi AKP iktidarı, bu güne değin mücadele ile  kazanılmış kadın haklarını da yok etmiştir.
Dünya Ekonomik Forumu’nun raporuna göre Türkiye, siyasal katılım, ekonomik eşitlik, eğitim ve sağlık hakkı gibi farklı alanlarda kadın-erkek eşitliği endeksinde 136 ülke arasında 120’nci olmuştur. Yani ülkemiz, kadın erkek eşitliği alanında dünyanın en geri son 20 ülke arasındadır
TBMM deki sayısal çoğunluğuna dayanarak, Eğitimi dinselleştiren, okulları imam hatibe dönüştüren, kadınları toplumsal yaşamdan dışlayan AKP’nin gerici politikaları önce kadınları hedef alıyor.
Yıllar içinde kadın mücadelesi ile elde edilen kazanımlara ve haklara göz diken AKP toplumsal yaşamı, kadınların bedenini ve emeğini denetim altına alarak dönüştürmeyi hedefliyor. En temel yaşamsal haklarımız erkek egemen, gerici, kadın düşmanı iktidar tarafından tehdit altında.
Taciz, tecavüz, şiddet, savaş ve gerici saldırılarla hayatlarımız kuşatılıyor. Kadın hakları konusunda ortaçağ zihniyetinin hortlatılmasıyla Özgecan’larımız hunharca katlediliyor ve AKP’nin buna tek yanıtı kadınları yaşamdan dışlamaya yönelik  adımları atmak oluyor.
En yetkili makamları işgal edenlerce dillendirilen “Dekolte giyen kadınlar tecavüzü hak etmiştir”, “Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer”, “Her kürtaj bir Uludere’dir”, “Hamile kadının sokakta dolaşması edepsizliktir.”, “Kahkaha atmak ahlaksızlıktır”, “Eş yoktur, eşitlik yoktur. Eşim değil, zevcem olur”, vb. sözler akıl ve bilim yoksunluğundan öteye, ulaşmak istedikleri dinci-faşist düzende kadının toplumsal yaşamdaki yerini tanımlamaktadır.
Ülkemizde gericiliğin her zaman kadının bağımlılığını istediğini ve onu daha da bağımlı hale sokmaya çalıştığını iyi bilen Mustafa Kemal Atatürk’ün kadınlara verdiği özel ve hukuksal önem, ülkemizde kadın mücadelesine yadsınamaz bir ivme sağlamıştır.
Ne var ki, sistemin en gerici unsurları, bu mücadeleyi erkekle kol kola götürecek ve gerici sistemi değiştirecek bir kadın etkinliğini sabote etmek için çeşitli yollara başvurmuştur. Kadını, "özel bir cinsiyet" saptırması alanına çekmek, mücadelesini gerici sosyal sisteme karşı değil "karşı cinse" verme indirgemeciliğiyle "feminist" akımları ortaya çıkarmıştır.
Belki bundan daha tehlikeli bir diğer sapık ve çarpık akım ise   Kadını kurtarma” adına devrimci, Kemalist maske ile  ortaya çıkan “dans partili salonlarda, kadeh tokuşturarak”  kadının kurtuluşunun sağlanabileceğinin olanaklı olduğunu ileri süren aymazlıklardır.
Bizim kadınımız bilmektedir ki, kadının mevcut koşullardan kurtulması; ulusal bağımsızlığın sağlanması ile,  Kadını kurtarıcı yapmakla, kadını toplumsal ülkü ve görev sahibi etmekle , erkeklerin de gerici sistemin baskısından kurtulmasıyla mümkündür.
Ulusal Eğitim Derneği olarak, bu bilinçle “Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü”nü kutluyor, Emperyalizme karşı bağımsızlık ve özgürlük savaşımında yitirdiğimiz kadınlarımızı bir kez daha anıyoruz.07.03.2015

Serpil YAVUZLAR                                                                          Feray SELEK

Ulusal Eğitim Derneği                                                                    Ulusal Eğitim Derneği

Sayman Üye                                                                                   Başkan Yardımcısı

5 Mart 2015 Perşembe

MERNİS, UYAP, SEÇSİS üçgeni



MERNİS, UYAP, SEÇSİS üçgeni *** Kamuoyu bilmesin, merak etmesin, araştırıp öğrenmesin. Hileli seçimler sürsün. İktidar elden gitmesin. Yok öyle yağma! İnadına öğreneceğiz. Yanlışı düzelteceğiz. Oyumuza sahip çıkacağız.

Enis Berberoğlu
E-mail: keberberoglu@gmail.com
2 Mart 2015
Sözcü
MERNİS, UYAP, SEÇSİS üçgeni

Başlık sizi korkuttu.
Gerisini merak edecek, okuyacak hal bırakmadı.
Öyle değil mi?
Maksat da o zaten.
Oy hırsızları, öyle istiyor.
MERNİS, UYAP, SEÇSİS…
Kamuoyu bilmesin, merak etmesin, araştırıp öğrenmesin.
Hileli seçimler sürsün.
İktidar elden gitmesin.
Yok öyle yağma!
İnadına öğreneceğiz.
Yanlışı düzelteceğiz.
Oyumuza sahip çıkacağız.

Önce MERNİS.
Açık adı: Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi.
Görev ve Yetkisi: Vatandaşlık Numarası ve
kişisel verilerin saklandığı dijital taban.
Bu havuza 1960’lardan itibaren veri yükleniyor.
Ölü ve sağ nüfus 120 milyonu buldu.

Nereye Bağlı: İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’ne
(NVİGM) bağlı sistem.Seçim Görevi:
Seçimlerde oy kullanacak seçmenleri belirmemek.
Sıkıntı Nerede?: Adrese dayalı bu sistem ya yanlışlıkla,
veya maksatlı olarak sahte seçmen üretiyor.
Nitekim seçmen listeleri askıya çıkınca,
YSK’ya yağmur gibi şikayet yağıyor.
Belki bir o kadarı da gözden kaçıyor.
Seçime hile karışıyor.

İkinci olarak UYAP.
Açık adı: Ulusal Yargı Ağı Projesi ,Görev ve Yetkisi:
Yargı faaliyetlerinin tek bir merkezde toplanması.
Nereye bağlı: Adalet Bakanlığı.
Seçim Görevi: Sonuçların işlenmesine aracı platform.
Sıkıntı Nerede: Adalet Bakanlığı her aşamada, seçim sonuçlarını izliyor, müdahale imkanı bulunuyor.

Ve son olarak SEÇSİS.
Açık Adı: Bilgisayar Destekli Merkezi Seçmen Kütüğü Sistemi
Seçim Görevi: Sandıklar açıldıktan sonra,
bütün sonuçlar bu havuzda toplanıyor.
Sandık kurulları ilçe kurullarına tutanak iletiyor.
İlçelerde SEÇSİS sistemine işleniyor.
İllerde toplanıyor ve YSK’ya ulaşıyor.
Altyapısı ne: Türk Telekom.
Soru işareti nerede: SEÇSİS’in kullanıldığı ilk seçimde,
2007’de AKP’nin oyları patlama gösterdi.

MERNİS, UYAP, SEÇSİS.
Bu üçgende neler dönüyor.

Mesela deniliyor ki, tutanaklar bilgisayarda birleşirken
arkada çalışan bir programla iktidara oy kaydırılıyor…
Olmaz olmaz demeyin…
Kağıthane’deki seçimde, CHP oylarının
AKP’ye yazıldığı tespit edildi, davası görülüyor.
Mesela deniliyor ki, sandıklar açılırken,
AKP’ye büyük avans veriliyor, muhalefet farkı kapatamıyor.
Elle yapılanı gördük, dijital hile olmaz mı?
Olur mu olur!

Hileye karşı önerilerden önce, genel bir ilkeyi hatırlayalım.
Anayasa 79. madde diyor ki; “Seçimler  yargı  organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır”

Peki öyle mi? Bakalım.
MERNİS, İçişleri…
UYAP, Adalet Bakanlığı’na bağlı yani Anayasa alenen çiğneniyor.

Önerilere gelince…

1) Seçim sistemini Anayasa’ya uygun hale getirmek ilk adım olmalı.
Oyunuza sahip çıkmak için, vekilinizi, partinizi, harekete geçirin.
Seçmen listelerini yeniden YSK üstlensin.

2) Seçimde kullanılan işletim sistemi değişsin.
TÜBİTAK’ın geliştirdiği milli yazılım PARDUS-Linux sistemine geçilsin.

3) Mükerrer oy kullanımını önlemek için gerekirse parmak boyasına dönülsün.

Kurumsal sorular, kurumsal çözümler.
Tabii ki önemli.
Ama gözüken o ki, iş başa düştü.
Babadan kalma yöntemle, sandığa sahip çıkılmalı.
Sandık namus sayılmalı, sabaha kadar başında beklenmeli.
Emin olana kadar, oylar tekrar tekrar sayılmalı.
Başka çaresi yok.

Seçmen ne diyor?
Sözcü okuru çok duyarlı.
Seçim hilelerine karşı gelen çok sayıda öneriden
ikisini örnek olarak aktaralım:
“Tüm oy pusulalarına sıra numarası verilsin. Kimsenin kaçarı olmaz. Çok büyük bir maliyet de getirmez. Ne dersiniz? Tartışmaya açmaya değmez mi?” (Osman ARMAĞAN)

YATAĞA ATILAN GAZETECİLER - Yılmaz Dikbaş



Irak’a karşı çok önceden tasarlanmış saldırının arifesinde, ABD Başkanı George W. Bush haince bir yalan uydurdu, “Saddam’ın elinde kitlesel imha silahları var!’ korkusunu dünya halklarının yüreklerine soktu.

ABD yönetiminin akıl almaz baskılarına karşın, Birleşmiş Milletlerin Irak’a gönderdiği silah başdenetçileri işlerini kaybetme pahasına dürüst davrandılar, ‘Irakta kitlesel imha silahı yok!’ diye raporlar yazdılar.

Yalanının tutmadığını gören George W. Bush hemen kıvırttı, ‘Irak’ta rejim değişikliği’ dünya barışı için gereklidir palavrasını uydurdu ve ABD ordusuna saldırı emrini verdi.

Yanına İngilizleri, Polonyalıları, Avustralyalıları ve Peşmergeleri de alarak 265 bin kişilik askeri güce erişen ABD ordusu, Mart 2003’te Irak’a girdi, 20 Mart’ta Bağdat düştü.

Yönetiminde Siyonistlerin egemen olduğu PENTAGON, yani ABD Genelkurmayı, Irak’a saldırırken 775 gazeteciyi de beraberinde götürdü. Ancak bu gazeteci, yazar, çizer, fotoğrafçı ve editöre yola çıkmadan önce bir kontrat imzalattı:
“Pentagon’un görmediği, onaylamadığı hiçbir haber ya da fotoğrafı hiçbir yere göndermeyeceğime, yayınlamayacağıma ve Pentagon’dan izin almadan hiçbir haber yapmayacağıma söz veririm.”

Pentagon’la anlaşan bu 775 gazeteciye ‘Embedded’ gazeteciler adı verildi.

‘Embedded’ İngilizce bir sözcük, anlamı, bir şeyin içine girip yerleşmiş.

775 gazeteci, Pentagon’un içine girmiş, bu kurumla bütünleşmiş, özleşmişti.

Bir avuç dürüst yazar bu ahlâksızlığa karşı çıktı, ‘embedded’ sözcüğü üzerinde oynayarak, bu gazetecilere ‘embedded’ değil, ‘inbedded’ demek yakışır dedi!

‘İnbedded’ sözcüğünün anlamı şu: ‘yatağa girmiş’

Açıkça anlaşılıyordu, 20 Mart 2003 günü ABD ordusuyla Bağdat’a giren 775 gazeteci, aslında, Pentagon’un ‘Yatağa attığı gazetecilerdi’.

Gönüllüyüm, imza bile veriyorum, beni yatağa atın, diyen gazetecilere, özgür gazeteciler diyebilir misiniz? Gazetecilerin yatağa atıldığı bir ülkede basın özgürlüğünden söz edebilir misiniz?

İşte bugün, 19 Mart 2011, ABD yanına İngiltere, Fransa ve İtalya’yı alarak Libya’ya saldırdı. Libya saldırısıyla ilgili haberleri tüm dünyaya, başlıca iki medya grubu veriyor, ikisi de Siyonistlerin: Reuters ve Associated Press.

Açın bizim gazeteleri, tüm Libya haberlerinin kaynağı olarak bu isimleri göreceksiniz.

Bu iki medya grubu, yatağa attığı gazetecilerle Libya haberlerini yapıp yayınlıyor…

Yatağa atılan gazeteciler ABD’de var da, Türkiye’de yok mu?

Hiç olmaz mı?

Türkiye’de en az 2000 gazeteci, yazar, çizer, editör, genel yayın yönetmeni ve televizyon programcısı, AB’den hibe aldılar.

Ben bunlara, AB’nin hibe vererek iğfal ettiği gazeteciler, adını verdim, yeni çıkan kitabım “İĞFAL”de bunları ayrıntılı olarak anlattım.

İşte bu, AB hibeleriyle iğfal edilmiş gazetecilerden biri, Mehmet Altan, 19 Mart 2011 tarihli Star gazetesindeki köşesinde, “Çanakkale Savaşı gerekli miydi?” başlıklı yazısında şöyle dedi:

“Ve dün biz bundan doksan altı yıl önce kendi kendimize yarattığımız ve o dönemin en parlak insanlarını yok ettiğimiz ‘Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünü idrak eyledik…”

Tüm İngiliz tarih kitapları, Çanakkale saldırısının tasarımcısı ve Majesteleri Kraliçe’nin onaylamasıyla uygulayıcısının, görkemli Britanya İmparatorluğu’nun kibirli Bahriye Bakanı Winston Churchill olduğunu yazıyor, ateşli geçen savaş kabinesinin toplantı tutanakları devletin resmi belgeleri arasında duruyor.

Ama Mehmet Altan, Çanakkale Savaşını kendi kendimize yarattığımızı yazıyor!

Sakın ola Mehmet Altan’a; namussuz, şerefsiz, alçak, yalancı, sahtekâr gibi sözcüklerle yüklenmeye kalkışmayınız! Bu hem doğru olmaz hem de gerçeği görmenizi perdeler.

Gerçek şu: Mehmet Altan, görev adamıdır. Nasıl Pentagon’un yatağa attığı gazeteciler görev yapmışlarsa, AB hibeleriyle iğfal edilmiş Mehmet Altan da şimdi kendisine verilen, Türk tarihini çarpıtmak ve Mustafa Kemal Atatürk’ü değersizleştirmek görevini yerine getirmektedir.

Yine aynı yazıda, AB’nin iğfal ettiği Mehmet Altan şunu söylüyor:

“Zaten Çanakkale savaşlarında komutan Alman Liman von Sanders, yardımcıları Vehip Paşa, Cevat Paşa, Esat Paşa’lardı… Miralay Mustafa Kemal Bey, komuta kademesinde ancak 34. sıradaydı…”

Çanakkale Savaşının tasarımcısı görkemli Britanya İmparatorluğu’nun kibirli Bahriye Bakanı Winston Churchill, tam 21 yerinde Mustafa Kemal’den söz ettiği, toplam 1668 sayfalık üç cilt, “The Great War” adlı kitabının 659. sayfasında şöyle yazıyor:

“At the head of the 19th. Division there stood in this strange story, a Man of Destiny, Mustapha Kemal Bey”

Türkçesi:

“Bu garip öyküde, 19. Tümenin başında, Geleceği Yazan Adam, Mustafa Kemal Bey bulunuyordu”

Churchill’in toplam 1668 sayfalık üç cilt “Büyük Savaş” kitabında Alman General Liman von Sanders’in adı sadece 6 kez geçiyor, komuta kademesinde Mustafa Kemal’den çok üstlerde bulunan Vehip Paşa, Cevat Paşa ve Esat Paşa’ların esamisi bile okunmuyor!

Hiç komuta kademesinde 34. sırada bulunan bir subay, Tümen komutanı olur mu?

Peki, Churchill, sözü edilecek 33 komutan varken neden tutmuş da 34. sıradaki Mustafa Kemal’i öne çıkarmış? Hem de o çok kibirli Churchill’in Mustafa Kemal’i tanımlarken kullandığı deyime bir bakar mısınız: Man of Destiny, Geleceği Yazan Adam!

Biliyorum, komik olacak ama sorayım.

Siz Çanakkale Savaşının tasarımcısı, görkemli Britanya İmparatorluğu’nun Bahriye Bakanı Winston Churchill’in kendi yazdığı tarih kitabındaki sözlerine mi inanacaksınız, yoksa AB’nin iğfal ettiği Mehmet Altan’a mı?

Yatağa atılmış gazetecilere de asla inanmayız, AB hibeleriyle iğfal edilmiş gazetecilere de!

Bu gerçeği bıkmadan, usanmadan ve yılmadan halkımıza duyurmak, anlatmak birinci derecede görevimizdir.

Yılmaz Dikbaş 19 Mart 2011

dikbas@...
www.kalinka.com.tr
www.dikbas.tv