7 Haziran 2015 Pazar

Kukla Tiyatrosu ve Hakkın Müdafaası! / Banu AVAR



Adı lazım değil, bir ilçede, milletvekili hazretleri, karşısında iki büklüm olmuş, belediye başkan aday adayları önünde terör estiriyor… O yörede başkan adayını belirleyecek zat o… Kralın yaveri yani. Genel başkana kimin adı giderse, önce adaylığı kesinleşecek, varını yoğunu ortaya dökerek seçim kampanyalarına girişecek, sonra da eğer seçilirse, “başkan” olup muradına erecek… E, o zaman biraz eğilme, bükülme, yalakalık etme zamanı… Eller önde, ağız kulaklarda, aday adayı en şirin hallerde koltuğa giden bileti almak için genel başkanı ya da karar sahibi zatı şahane önünde marifetlerini döktürüyor… Bu aşamada milletin kimi başkanlığa uygun bulduğunun, kime güvendiğinin hiçbir değeri olmuyor… Adaylar parti baronları tarafından belirleniyor.

Genel seçimlerde de öyle. Milletin vekili seçiliyor ama milletin istediği hiçbir aday kaale alınmıyor… Karar, batıdan gelen “tavsiyeler” doğrultusunda alınıyor. “Uluslararası camia”ya yakışır isimler arasından aday belirleniyor. Türkiye Büyük Millet meclisine “Sistem”in yani Emperyalizmin çıkarlarına uygun olan adaylar ATAMA yoluyla geliyor…

Bu nasıl bir KUKLA TİYATROSU ALLAHIM?!

“Piyasa demokrasisi” diye adlandırmıştı Attila İlhan, durumu. Bir “Cumhuriyet’in Demokrasisi” vardır diyordu, bir de PİYASA’nın!

Piyasa mangır demektir… Herşeyi belirleyen PARA’dır. Piyasa “demokrasi”sinde herşeyin ve herkesin fiyatı vardır… Bu “sistem” kişileri, yönetimleri, vekilleri, başkanları “likit”leştirir!

“Önce PARTİM” ya da “ÖNCE BEN” diye gevreyenler, içine döküldükleri kabın şeklini almak zorunda kalırlar…

SİSTEM onları sıvılaştırır. Kendisi olmaktan çıkarır… Emperyalizmin ustaca kullandığı “Yumuşak Güç” budur işte. Kendi halinde bir adamı, kibirle ve hırsla yıkar, “siyaset sahnesine” bir şebek çıkarır.

Attila İlhan şöyle anlatıyor: “Cumhuriyetin demokrasisi, yönetime halkın el koyması, üretimi halkın yönetmesi anlamına gelir. …Piyasa demokrasisi ise tam tersine, devleti, güçlü bir azınlığın eline verir!”

İktidara her oturan parti, SİSTEM içindedir. Dışa bağlı / bağımlı güçlü azınlığın çıkarlarını korumakla yükümlü “partiler HALK’ın çıkarları aleyhinedir. Halka Demokrasi içinde yaşadığı hissi verilmelidir… Bu seçimler sandıklar oylar yoluyla “hissettirilir”. Oysa yaşam, Amerikan Avrupa çetelerinin para piyasalarına bağlı olarak belirlenir. Sıvılaşmış parti baronları bu görevi yerine getirir.

Tek çözüm HALKIN bu çifte oyunun farkına varması, içerden ve dışarıdan gelen sahte demokrasi operasyonuna, MİLLÎ İRADEsiyle karşı durmasıdır. Bunu önlemek için ALGI OPERASYONU yapılmalıdır Piyasa demokrasisinde bu basın yayın yoluyla sonuna kadar yapılır.. halk kör edilir gözleri kapatılır.. artık HAKKINI ARAMAYI düşünemeyecek kadar YURTTAŞLIK BİLİNCİNDEN uzaklaştırılmıştır.

Bugün batının Türkiye için kurguladığı DEMOKRASİ oyununda bir kukla tiyatrosu oynanmaktadır. Partiler vardır… Adeta her biri aynı lokomotife bağlı vagonlardır… Raylar tüm vagonları lokomotifin çektiği yere taşır. Vagonların her biri farklı renkte ve şekildedir… Üstlerinde A, B, C partilerinin adı vardır… Ama hepsi aynı lokomotifin ardına takılıdır… Vatandaş vagonlardan birine kanar… Hem kendi vagonunda hem de diğer vagonlardakilerle kavgalıdır… Tren raylar üzerinde felakete yolalır.

Bu gidişe bir dur demek için bu trenin durması şarttır… Ayrı vagonlarda sarsılıp duran bu millet kendi iradesini göstermeli vagonlardan inmeli, BİRARAYA gelmelidir. Milletin aydınları, işçiyle, köylüyle memurla esnafla ÇIKARSIZ bir ilişki için örgütlenebilmelidir. İşte önce bunun yolu bulunmalıdır.

Gazi Paşa, NUTUK’ta, “Müdafaayi Hukuk Cemiyeti siyasi bir harekettir” demiştir… Dediği yıllarda da siyasi fırkalar vardır ve O, farklı bir yöntem denemiştir. Çünkü Cumhuriyet tam anlamıyla tesis edilememişse “demokrasi” de mümkün değildir. Toplumun farklı kesimlerinin çıkarlarını değil sadece tuzu kuruları temsil eden farklı adlar altında AYNI lokomotife bağlı partiler vardır.

Türkiye’de siyasi partiler mafyası 1946’dan beri sadece seçkin sınıfları kollamışlardır…

Çok partililiğin başlangıcı sayılan 1946 yılında 80’den fazla sendika bir gecede dağıtılmış, işçi sınıfının örgütlenme hakkı ve emeğin haklarını savunan partilerin oluşumu askıya alınmıştır. Bizim çok partili sistemimiz geleneğimiz işte böyle başlamıştır.

İşçi örgütlenmesi 1946’da engellenmiş, Köylülük ne toprak reformundan nasiplenebilmiş ne endüstri devrimini yakalayabilmiştir. Sonuçta demokrasi sadece “tuzukuru” batı muhibi tüccar ve sanayiciye yaramıştır! 1960’larda ilk kez Türkiye İşçi Partisi işçi liderleri öncülüğünde kurulmuş ama kısa sürede aydın çekişmesinin kurbanı olarak tarihe gömülmüştür.

Daha sonra halktan kopuk birkaç “muhalif” parti ortaya çıktıysa da çoğu, kendi krallıklarında, “ben ben” diyen genel başkan ve kadrolarla binde bir yüzde bir oranlarda aldıkları oylarla ‘iktidara ha geldik ha geliyoruz’ masalını çevrelerine anlatmışlardır!

Tek tük kenarda kalan aydınlar ise zaman zaman dergiler, gazeteler, internet siteleri dernekler etrafında kümelenmişler, ama çoğu halktan kopuk, seçkinci tavırları nedeniyle başarısız olmuş, dağılmış ya da olgunlaşamadan büzüşen meyveler gibi kurumuşlardır.

Siyasi Partiler, İktidardakiler ya da ana ve yavru “Muhalifmiş gibi görünenler”, belli bir parti elitinin denetiminde, parti eliti de “Batı istihbaratının” denetiminde olmuştur… Her partide, genel başkanların dudakları arasına mahkûm, siyasi kadrolar, sadece kukla olarak sisteme giriş çıkış yapmışlar. 60 küsur yıllık çok partili hayatta bir istisna hariç, Mecliste, milletin iradesi hiç temsil edilememiştir.

İşte o nedenle bugün geldiğimiz korkunç noktadayız!

Belki de o nedenle Vekillik verdiklerimizden hesap sormalıyız… İşte o nedenle hızla bizi felakete götüren bu treni durdurmak zorundayız. İşte o nedenle Vagonlara hapsolmuş millet, VEKÂLETİ KENDİ VERMEDİĞİ birilerine artık ASİLLER olarak ASALETEN kararını haykırmalıdır!

Toplumun her cenahından ama öncelikle çalışan üreten işçi sınıfından öncüler, demokratik bir platformda PARTİLERDEN BAĞIMSIZ bir HAKKI SAVUNMA TEŞKİLATI oluşturmalı ve tüm vatan sathında kendini yok etmeye azmetmiş olanlara karşı mücadele yöntemlerini tartışmalıdır.

Böylesi tabanı emeğe dayalı SİVİL bir teşkilatlanma, gerek HAKKIMIZI arama, gerekse ALMA yönünde işçiye köylüye, memura esnafa, öğrenci öğretmen ve doktora birlikte hareket imkânı sağlayacak ve milleti aptal yerine koyan siyasilere gerekli uyarıyı yapacaktır.



Banu AVAR

10 Aralık 2013

SÖMÜRGECİLERİN YAYDIĞI YALANLAR



7 Haziran 2015 tarihli İngiliz gazetesi Telegraph’daki makalesinde Raziye Akkoç şöyle yazmış:
“...many are hoping that this will be a political solution to the lack of representation for Kurdish people in politics.”
Raziye Akkoç yazısında, Kürtlerin, Türk siyasetinde temsil edilmediğini, bu durumun HDP’nin TBMM’ne girmesiyle giderileceğini söylüyor.
Raziye Akkoç’un Telegrap gazetesindeki yazısının altına şu yorumu yazdım:
“Kurds compose 25% of the memebers of the Turkish Parliament. Kurds compose more than half of the Turkish Govenment. And you call this situation as ‘lack of representation for Kurdish people in politics’! Shame on you, Raziye Akkoç!”
Şu yorumu yapmış oldum:
“Kürtler, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin %25’ini, Hükümet’in de yarısından fazlasını oluşturuyor.
Ve siz bu tabloya bakıp Kürtlerin Türk siyasi hayatında temsil edilmediğini yazıyorsunuz!
Utan, Raziye Akkoç!”
Değerli Dostlar,
Küresel Sermayenin işbirlikçileri, Kürtler hakkında gerçek dışı bilgileri yayarak, dünyada Türkler hakkında olumsuz bir iklim yarattılar. Terör örgütü PKK, sömürgecilerden yalnız silah ve para yardımı almakla kalmadı, Küresel Sermaye odaklarından yayılan yalana dayalı propagandayı da kullandı. Ve işte şimdi, terör örgütü PKK’nın siyasi uzantısı HDP de diğer yalanları yanıda bu yalanı da koz olarak kullanıp Meclis’e girmeye çalışıyor!
Yılmaz Dikbaş
7 Haziran 2015 Pazar
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52
Raziye Akkoç:  İngiltere’de yayımlanan Telegraph gazetesinin Türk kökenli muhabiridir