7 Ocak 2016 Perşembe

Hitler'in İmamları / Cengiz ÖZAKINCI



Türk ordusunda, bürokrasisinde, aydın ve yazarları arasında Alman altınlarıyla beslenen bir Alman yandaşlığı akımı yayılmıştı. Türkçülük, Turancılık, İslamcılık, o yıllarda Alman yandaşlığını savunmuş; öyle ki, Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi bile, Türkiye'nin Hitler'le anlaşıp Rusya'ya karşı savaşa katılması gerektiğini savunan başyazılar yazmıştı.

Ama, hiç biri işe yaramayacak; Hitler'in Amerika tarafından kendisine şırınga edilen İslamcılar dahil bütün dinlerin önderlerini tavlayarak dünyaya egemen olma düşleri çökecekti.
Dünya imparatorluğu düşleriyle savaş alanlarına sürdüğü Hitler'i yok eden Amerika; II. Dünya Savaşı sonrasında kendisi dünyanın tek egemeni olmaya soyunacaktı. Ve tabii -tıpkı Napolyon, II. Wilhelm, Hitler, vs. gibi- yine dinleri kullanarak...
Nasıl mı? "Türkiye'nin Siyasi İntiharı: Yeni-Osmanlı Tuzağı" kitabımda uzun uzun yazdım; ama, Hacı Emin El-Hüseyni'nin o kitabımdan özetlediğim şu Hitler macerası bile, dinimizin hangi amaçlarla, kimler tarafından, nasıl kullanılabildiğini kavramaya yetmez mi?

Dinimi kullanan bari Müslüman olsa!..

BANA KULAK VER DİYORUM, KULAK ASMIYORSUN SEVDİĞİM



Bu topraklar benim vatanımdır . Ben vatanımda gömüleceğim diyenlere yönelik bir çığlık .
Bir çığlık bazen bir çığ başlatır.
Lütfen okuyun ...
                                                                                    İsmet GÖRGÜLÜ
BANA KULAK VER DİYORUM, KULAK ASMIYORSUN SEVDİĞİM*

Eeeeey! Şehitlerden, gazilerden, temiz emeklerden miras kalan, içlerinde sevgilimin de yaşadığı kutsal topraklarda, saygı, sevgi ve şefkatle bağımlı olduğum insanlar …
Eeeey! Bencileyin, kırgınlıklara yenilmeden, uğradığı hukuksuzluklar yüzünden inkâr ve isyana da, dostların güçsüzlük veya korkaklıktan doğan sessizliğinin yol açtığı şaşkınlığa da teslim olmadan, vatanı sevmenin; davranışlarını , sevgiyle mayalayıp ekmeğe aşa dönüştürmenin çabası ve heyecanı ile yaşayanlar…
Eey, niyeti, annesinin sütü kadar ak, babasının teri kadar helal olan vatan karındaşlarım…Eey! Ata ruhlarının mesajlarını, çağrılarını duyabildikçe, gerili yaydaki ok gibi, bütün bağlantılardan kopup, hedefi enerjisiyle vurmaya hazır kardeşlerim…
Ey! Tarih içinde akıp giden zamanın ve şartların oluşturup geliştirdiği millî benliğine ve kimliğine sahip çıkmayı -–çoğunlukla-- unutan yoldaşım…İstemese de peşine düştüğüm gönüldaşım, bir parçası olduğuna inandığım diğer parçam:
VALLÂHİ seni seviyorum
Seni, ben, ağıtların, şarkıların, türkülerin, oyun havalarının ezgi ve sözlerinde sevdim… Ben, seni anlatmayı başarabilmişlerden, Han Duvarları’nın, Bingöl Çobanları’nın, Bu Vatan Kimin’in, Hancı’nın, Süleymaniye’de Bayram Sabahı’nın mısralarında sevdim… Seni ben, Müftüoğlu Ahmet Hikmet’in Üzümcü adlı, bilinçli aydınlara tercüman olan ve kelimelerle çizilmiş, dev tabloya modellik yaptığın için sevdim…
     Hırsları ve aç gözlülükleri tescilli, operasyonlu hırsızlıkları örtülmüş insanları bağışlayan saflığına; seni riyalarıyla, yolsuzluklarıyla, şarlatanlıklarıyla aldatanlar karşısındaki hoşgörülü hamâkatine rağmen, seni sevmeyi sürdürdüm.
    Dolar milyoneri sözde sosyalistin, her yıl arabasını, beş yılda bir evini yenileyen sözde sosyal demokratın, senin devletini, milletini ve vatanını parçalamaya kararlı teröristlerle oynaşan, destek veren TV mürşitlerinin, köşe yazarlarının, seni kandırmanın zevkiyle kendinden geçtiklerini gördüğüm anlarda, sana çok kızdım, sevmekten vazgeçmedim.
     Otuz katlı otelin bilmem kaçıncı katındaki süit daireden Kâbe’ye bakıp umre yapan ve/veya hacı olanların, seni küçümsediğini gördüğüm zaman, sana öfke duydum; ama sevmekten vazgeçemedim… Senin paranı soymanın adını taahhüt koyup—üstüne üstlük-- sana küfür edenler; ’Türk yoktur’ diyebilen yüzsüzler karşısında, medenî ve hukukî hakkını kullanmadığın zaman, sana çok kızdım; sevgimin acısıyla ve kızgınlıkla, “Allah sana, Cumhuriyet savcısına gidecek güç ve idrak versin”  dedimse de,  seni uykularımda bile  ,  sevmeye devam ettim.
     Din, iman, ibadet adına sömürüldüğün, cehennem adına korkutulduğun zaman, cehaletine kızdım, sendeki korkunun kimleri dünyalıklı yaptığını kavrayamayışına ve/veya göz yumuşuna darıldımsa da, aşkım eksilmedi.
      Maddî veya idarî gücüne dayanıp sana eziyet, hatta zulüm edenler karşısındaki çaresiz öfkeni, bir küfür veya bedduada eriyen razı olmanı, üzülerek sevdim.
      Seni hırsları ile gülünç duruma düşürdüklerinde de, şarlatanlıklarıyla aptal yerine koyduklarında da, Ferhat’ça sına sevmeyi sürdürdüm.  Aynı insanla iki kere, bir de başkasıyla üçüncü kez evlendiğinde, şaşkınlık da, sersemlik de denebilecek bu yanlışını görmek/bilmek, benim dengemi sarstı, az daha, ağır bir bunalıma gireyazdım; o durumlarına rağmen, seni Mecnuncasına sevmekten usanmadım.
     Emperyalizm, senin atalar bilgisinden ve heyecanından uzaklaşıp, ifrat ve tefritle boğuşmanı planlamıştı, ısrarla uyguladı: Kızın veya oğlun senden farklı, torunun ise, çok farklı olduklarını sana yaşattıkları zaman, onların köksüzlüklerine tahammülünü ve sabrını sevdim. ‘Yoksulluk tanımasınlar!’ diyerek, yemeyip içmeyip çocuklarına, torunlarına yedirdin, giydirdin. Onların, bencilliklerle, biyolojik ve psikolojik hastalıklarla iç içe yaşadıklarını görüp, açıklama bulamadığındaki şefkat,  muhabbet, safiyet ve samimiyetini sevdim.
     Sen de biliyorsun: Bendeki sevginin mayası, ruh sadakati ve samimiyettir. Sen —kutsal bildiklerin aşkına-- beni şu üç silahtan biri ile vurma: Ruh sadakatsizliği, samimiyetsizlik ve nankörlük… Şefkat, merhamet ve ruh sadakatimin mayası, yaşama arzu ve umudumun taşıyıcı hücresi olan SEVGİMİ , bu zehirlerden biriyle öldürme, ne olur… Seni kıskanmama, korumama ve sevmeme karşı çıkma, ne olur!
      Seni, çaresiz; yoksul; seni, arkasız, mazlum ve makhur; seni, razı olmaya mahkûm anlarında gördüğümde ise, kendimi şöyle deyip avuttum:
     İki kanadı kırık bir kartal uçamaz, avlanamaz… Avcının, tuzağına düşen aslanın --erkek veya dişi— pençeleri kızgın demirle dağlanmışsa, kafeslenmişse, sevgilisine de, sevdiği yerlere de, özgürlüğe de, sadece rüyalarında ulaşacak, lâkin bedeni, kibirli bir zalimin emrinde olacak… Çaresizlik ve aczinden mutlaka kurtulacağına olan inanç ve umudunu koruması şartıyla, en büyük hekim olan zamanın geçmesi ve bedenen ruhen iyileşmesi için, sabredecek; zaman, şimdiki çaresize dostluk elini uzattığında da, özgüven duygusuyla, eli yakalayacak... Sonrasını bekleyip görelim: Yaralı kartalı ve zincirli aslanı küçümseyenler, kibirliler, gafiller, hainler ,bakalım yarın ne yapacaklar  ???
    Bilirim ki, seni en çok üzen, bunaltan, vatan konusundaki duyarsızlık; vatanı paylaştıklarının vatansever olmayışı… Senin ataların, vatanı ana bellemiş, uğrunda ölmeyi cennet/uçmak saymış insanlar idi. O ruhlar, tarihin ve toprağın ruhuyla bütünleştiler… Sen vatanseverliğin gereğini yapmayanlara, gafillere olan kızgınlığını, söze dönüştürüp boğazında düğümlenenleri—bir gün- şöyle haykırmak niyetindesin: Vatan ve millet için üretilen çözümler, bulunan çareler, benim aklıma ve gönlüme göre değil
      Sen biliyorsun şu hikmeti: Bölünmediğimiz, ayrışmadığımız, fitne ve nifakı önleyebildiğimiz sürece, sevmek bir nimet, huzur bir ödül, bütünlük bir hayırlı netice olacaktır… Allah’ın elçisinin “birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.” hükmündeki hikmetin ilhamı ile tekrar edeyim ki, ben, seni seviyorum, seveceğim… Dinimizden olmayan bir yüce bilgenin, Halil Cibran’ın, elli yıla yakın bir zamandır ezberimdeki şu sözünü çığlığımın parçalarından sayar mısın?
    Bana kulak verirsen, sözlerde eriyen sesimi duyabilirsin; söyleyebildiklerimin içinden söyleyemediklerimi de duymayı becereceksen, bana kulak ver…”
     Beni şefkatsiz, merhametsiz, adaletsiz, samimiyetsiz ve akılsız bırakmadığı için, Allah’ımıza hamdediyor, şükrediyorum… Bencilliğin ve tatminsizliğin egemen olduğu dünyamızda, Allah’ım bana ve sana, kalb-i selîm, akl-ı selîm ve hiss-i selîm versin;  ayrışmacı münafıklardan, hâinlerden ve eşkıyadan emin eylesin… Amiiin…
     Hırs, haset ve kibir sahiplerinin saldırılarını da, sabrıyla ve özgüveniyle etkisizleştirdiği yalnızlığı da, ‘onun bir zaafını yakalamışlar’ diyebildiğim Brutüslükleri de tada gelmiş bir insan olarak fısıldayayım : Senin liyakatini bir kenara bıraktırıp benim duygu, düşünce ve hayalimi, senin sevginle bezediği için de, Allah’a hamdedip şükrediyorum…Benim gibi seni seven on binlerce kişi çığlık atıyor… Duyuyor musun?   
Sadık Kemal TURAL


* Bu metin, değerli romancı D. Kuveloğlu’nun ilettiği Joseph Stiglitz adlı bir bilge bilginin Ben Kapitalizm başlıklı yazının etkilerinin sonucudur (2-14 Aralık 2015).

6 Ocak 2016 Çarşamba

CUMHURİYET HALK PARTİSİ – MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ MİLLETVEKİLLERİNE AÇIK MEKTUP (CHP ve MHP O Masaya Bir Kez Daha Oturmamalıdır !)



 Sayı   :2016/001
 Konu: CHP ve MHP O Masaya Bir Kez Daha Oturmamalıdır                                                                                   06.01.2016                                                                                                                     
 Kod: 32.011.159

CUMHURİYET HALK PARTİSİ – MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ MİLLETVEKİLLERİNE AÇIK MEKTUP

 (CHP ve MHP O Masaya Bir Kez Daha Oturmamalıdır !)

Sn. Milletvekili, gerek 7 Haziran, gerekse 1 Kasım Genel seçimlerinde “Yeni Anayasa”  vurgusu üzerinden propaganda yapan AKP şimdi “Yeni Anayasa’yı gerçekleştirmek için gereksinim duyduğu desteği alabilmek” adına CHP ve MHP genel başkanları ile görüştü.
Görüşmeler sonrası karşılıklı yapılan açıklamalardan anlaşılıyor ki her iki parti de, kimi çekincelerle “Yeni Anayasa” konusunda AKP ile uzlaştı. Gerek CHP, gerekse MHP’nin koyduğu çekince “anayasanın ilk 4 maddesinin değiştirilmemesi”  koşuludur. Ayrıca her iki partide 2011 yılında kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun yeniden canlandırılması ve çalışmaya başlaması konusunda da AKP ile uzlaştılar. AKP ile HDP'nin “yeni Anayasa” konusunda bir uzlaşmazlığının olmadığı ise bilinen bir gerçek.
Sn. Milletvekili, Peki, ilk 4 maddeye çekince koymak Türkiye'nin üniter yapısı ve ulusal birliğinin, ülke bütünlüğünün korunması için yeterli mi? İlk 4 madde kırmızıçizgimizdir, bunlara dokundurtmam” demek herkesin kendini etnik ve dini kimliklerle ifade edebileceği “Federatif Dinci Faşist Bir Diktatörlüğü” engelleyebilir mi?
Her iki partinin önkoşul olarak ortaya koyduğu bu çekince Anayasanın sözünden ve özünden (ruhundan, amacından) uzaklaşılması, ilk dört maddenin etkisiz ve geçersiz kılınması yolunda atılacak adımların üzerini örtmeye yönelik büyük bir yalan ve aldatmacadır.
Türk Milletinin egemenliği ve Türk vatandaşlığını düzenleyen 6. ve 66. Maddeler, İdarenin bütünlüğü ve üniter yapısını düzenleyen 123. ve 127. Maddelerde bir çekincesi olmayan CHP ve MHP bu maddelerde “pazarlığa açık” olduklarını kamuoyu ile paylaştılar.
Bu maddelerin değiştirilmesi, yeniden yazılması veya anayasadan çıkartılması (CHP ve MHP’nin buna bir itirazı, karşı duruşu söz konusu değil) ilk dört maddenin içeriğinin boşaltılması ve yaptırımlarının ortadan kaldırılması ile sonuçlanacaktır.
Sn. Milletvekili, Mustafa Kemal ATATÜRK  1930 yılında “Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kâfi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lazımdır” diyordu.
 AKP’nin iktidara geldiği günden ve özellikle 2007 den bu yana Türk halkına “yeni sivil anayasa” dayatmasının temel nedenini görüp ve bilmemiz bir zorunluluktur.

TAYYİP ERDOĞAN’IN “YENİ SİVİL ANAYASA” VE “BAŞKANLIK SİSTEMİ” DIŞINDA KURTULUŞ YOLU KALMAMIŞTIR.

AKP kaynağını ve iradesini Türkiye topraklarından alan bir siyasal parti değil, CİA- MOSSAD tarafından kurgulanmış, proje partisi olduğu,  
1950 den bu yana yeterince aşındırılıp Kemalist özü boşaltılan Cumhuriyet rejiminin ve aydınlanma devriminin son kırıntılarını da ortadan kaldırmak ve  “Federe İslam Cumhuriyetini” yaşama geçirmekle görevli olduğu belgeleri ile kanıtlanmış bir olgudur.
Bu projenin başını çeken Tayyip Erdoğan 15 Ağustos 2015'te yaptığı bir konuşmada bunu açıklıkla dile getirdi. Erdoğan Cumhurbaşkanı'nın anayasal sınırları tartışmalarıyla ilgili olarak "İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir”
Yeterince açık ve anlaşılır değil mi?
Sn. Milletvekili, Yeni Anayasa dayatmasında Tayyip Erdoğan yalnız da değildir. Tayyip Erdoğan ve AKP’nin bu dayatmalarının gerçek sahibi, AKP’nin iktidarı ele geçirmesinde yadsınamaz katkı ve destek veren ABD – AB emperyalizmidir. Erdoğan bu gerçeği, gizleme gereği bile duymamış, emperyalist projelerde “eşbaşkan” olduğunu birçok kez itiraf da etmiştir.
 Hem AB, hem de ABD Türkiye’ye uzun süredir içeriği de kendilerince belirlenmiş bir anayasanın yazımını dayatmaktadır. Amerikan Hava Kuvvetleri’nin bir yan kuruluşu olan RAND adlı şirket 1990’da Türkiye hakkında yayımladığı bir raporda şunlara yer vermiştir: “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve ilgili yasalar; özgürlükçü, çoğulcu ve demokratik bir içerikle yeni baştan yazılmalıdır.
Araştırmacı Gazeteci Sn. Arslan Bulut; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a daha iktidar olmadan yine ABD’den bir lobi kuruluşu aracılığıyla gönderilen bir memorandumu yayımladı.  Bu Memorandumda Erdoğan’ın yapması gerekenler açıkça ifade edilmektedir: “Mr. Erdoğan, sizin küreselleşme ile demokrasi ilişkilerini bağdaştırma yolundaki adımlarınız, Türkiye’ye kriz sırasında destek olan uluslararası güçler tarafından da kabul görecektir. (Ankara hükümeti kastediliyor) yerel yönetimlere otonomi (özerklik) vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır” Adamlar amaçlarını açıkça dile getirmişler. Daha ne desinler?
Sn. Milletvekili; Sizde kabul edersiniz ki geçmiş dosyası Anayasal suçlar bakımından hayli kabarık olan Tayyip Erdoğan’ın “Yeni Sivil Anayasa” ve “Başkanlık Sistemi” dışında kurtuluş yolu da kalmamıştır.
Ancak bu günkü TBMM aritmetiği ile AKP için yaşamsal niteliğe sahip olan Türkiye Cumhuriyeti’nin tabutuna son çiviyi çakma eylemini, başka bir söylemle “Yeni Sivil Anayasa” ve “Başkanlık Sistemi”ni tek başına yapması olanaksızdır.
İşte tam da bu nedenle Erdoğan ve AKP’nin tek ve son çıkış kapısının anahtarını ellerine almak için TBMM de temsil edilen Muhalefet partilerinin desteğini istemektedirler.
Anlaşılan o ki CHP ve MHP bilerek ya da bilmeyerek bu ihanet bataklığına, Türk ulusuna karşı yüz yıl öncesinden hazırlanıp servis edilen bu tuzağa düşmüş gözüküyorlar..

YENİ ANAYASA, TÜRK TOPLUMUNA KARŞI HAZIRLANMIŞ “BÜYÜK BİR KOMPLO” DUR

Sn. Milletvekili, görüldüğü gibi sorun parti çıkarları, örgüt disiplini boyutlarının çok ötesinde Türk ulusunun varlık/yokluk sorunudur.
Sorun  Atatürk’ün Nutuk’ta, Türk toplumuna karşı hazırlanmış “büyük bir komplo” diye adlandırdığı Sevr Antlaşması’nın hukuksal alt yapısını oluşturmak ve meşru kılmaktır.
Sorun Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türk milletine karsı, yıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belge” olarak tanımladığı Lozan antlaşması ile elde edilen kazanımların yok edilmesidir. 
Sn. Milletvekili, Erdoğan ve AKP “Yeni Sivil Anayasa”  dayatmasının yol haritası taşlarını döşemeye 2003'te İktidarı ele geçirmesi ile başlamış ve bu günlere gelinmiştir.
2003 ten bu yana;
· Türkiye’de “İkiz İhanet Yasaları olarak bilinen ”Birleşmiş Milletler “Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ve “ Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmelerle”
·  Ulusal- üniter devlet yapısı içinde yer alan, etnik kökeni farklı halkların “kendi kaderlerini tayin hakkı tanındı.”, “federe devlet yapılanmasının önü açıldı”
·  İstinaf Mahkemeleri’yle “yargının Ankara’yla bağlantısı kesildi”.
· Kalkınma Ajansları kuruldu. “Bu sayede karar organları merkez yerine bölgesel sisteme devredildi”.
· Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı mensupları, vali yardımcıları ve kaymakamlar, federal sistemi incelemeleri için ABD ve Avrupa’ya gönderildi.
· Büyükşehir Yasası çıkarılarak, “belediye başkanlarına eğitimden, yatırımlara özerkliğe gidecek yetkiler tanındı.”
İhanete giden yola döşenen bu yasalara karşı ne yazık ki TBMM de 2003 ten bu yana ana muhalefet olarak bulunan CHP, etkili bir direnç göstermek yerine, AKP’nin işini kolaylaştıracak bir duruş sergilemiştir.  Parlamento dışı muhalefetin direnci ve direnişi ise sonuçsuz kalmıştır.

“SİVİL ANAYASA” SÖYLEMİ TAM BİR YALAN VE DÜZENBAZLIKTIR!

Sn. Milletvekili, Yeni anayasacıların geviş getirircesine her ortamda dillendirdikleri “sivil anayasa” kavramı ise tam bir yalan ve düzenbazlık örneği.
Gerek hukuk, gerekse siyasal yazımda “sivil anayasa” diye bir anayasa türü yok.
“Durum böyleyken, çok özel önemde bir şeyden söz ediyormuş gibi kullanılan bu laf nereden çıktı?
2007 yılında AKP’nin görevlendirdiği Mersin Milletvekili Zafer Üskül’ün dile getirdiği “Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılıktan ve Kemalizm’den arındırılmış ideolojisiz, sivil ve renksiz anayasa” betimlemesi, AKP anayasasına takılacak sivil anayasa lafının icat edilmesine başlangıç olmuş görünüyor. Bu ilk adıma göre sivil anayasa “Atatürksüz anayasa” demektir.”(B.Ayman Güler)
Sanırım AKP sözcülerinin ve kimi muhalefet sözcülerinin  “Sivil Anayasa’dan neyi amaçladıkları açıklıkla anlaşılmış oldu.

YENİ ANAYASA, ATATÜRK VE TÜRK KAVRAMINDAN ARINDIRILMIŞ, POST MODERN SEVR ANAYASASIDIR”
Sn. Milletvekili,  bir başka kuyruklu yalan ve düzenbazlık ise yürürlükte olan anayasanın “darbe anayasası” olduğu iddiasıdır. Bu sav gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü bu anayasa 1982 den bu yana 15 kez değişikliğe uğratılmış, 110 maddesi günün gereksinmelerine uydurulmuştur. En son 12 Eylül 2010’da referandum yolu ile 20 maddesi değiştirilmiştir. O günden bu güne ne değişmiştir ki yeni bir anayasa gerekli olsun? (Esasen bugün bu anayasanın tek sorunu 90/C maddesindeki değişikliktir. Bu madde ile AB UYUM YASALARI ve İKİZ İHANET SÖZLEŞMELERİ anayasanın üstüne çıkarılarak milli (ULUSAL)egemenliğimiz onursuzluk derecesinde yara almıştır)

CHP ve MHP O MASAYA BİR KEZ DAHA OTURMAMALIDIR!

Sn. Milletvekili, bu iletiyi uzatmamak adına; bu meclisin anayasa yapamayacağını, “yeni anayasa” dayatmasının “ağır bir anayasal suç” oluşturduğunu,  vb. kimi konularının ayrıntılarına girmeyeceğim.
Sn. Milletvekili, CHP  ve MHP Genel Merkez Yönetimlerinin  bilerek ya da bilmeyerek içinde yer almayı taahhüt ettiği (üzerine aldığı)  Yeni, Atatürk ve Türk kavramından arındırılmış, post modern Sevr anayasası” oyununun bozulması yönünde çaba göstermenizi,  Milletvekili kimliğinizle bu sinsi tuzağa karşı duruş göstermenizi bekliyor ve diliyoruz.
CHP ve MHP “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” masasına BİR KEZ DAHA OTURMAMALIDIR!
AKP'nin Kemalist Cumhuriyete vurmayı planladığı son darbe OYUNU BOZULMALI, BU SİNSİ TUZAĞA BİR KEZ DAHA DÜŞÜLMEMELİDİR.
Sn. Milletvekili, eğer bu tuzağa düşülür ve AKP ve Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti’nin tabutuna son çiviyi çakmayı başarırsa CHP ve MHP nin siyasal Parti olarak varlığı da kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
BU YIKIM OYUNUNDA CHP ve MHP FİGÜRAN OLAMAZ VE OLMAMALIDIR.
Bu,  Sizin şahsınızda CHP ve MHP’nin tüm Milletvekillerine, tüm İl – İlçe Örgütlerine ve hatta tüm halkımıza yapılmış bir “acil durum”  çağrısıdır.
Bu “acil durum” çağrısına gereken anlayış ve duyarlılığı göstereceğiniz yönündeki umudumuzu korumak istiyoruz
Başarı ve esenlik dileklerimizle.06.01.2016 Isparta


YÖNETİM KURULU ADINA :                                                                                                                          Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı