16 Temmuz 2016 Cumartesi

Bu gün artık DİNCİ FAŞİZM kayıtsız koşulsuz iktidarı ele geçirmiştir.



"27 Şubat 1933 akşamı Reichstag (Alman Parlamento Binası) da yangın çıkartılmıştır. Yangının ertesi günü Hitler, Hindenburg'a, anayasanın kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili maddelerini ortadan kaldıran bir kararname imzalattı. İzleyen günlerde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi ve Alman Ulusal Halk Partisi dışındaki tüm partilerin yayınları ve seçim çalışmaları durdurulduğu gibi Almanya Komünist Partisi'nin parlamentodaki 181 milletvekili ve parti ileri gelenleri tutuklanmıştır.
15 Temmuz 2016 günü başlayan/başlatılan “sözde darbe” girişimi; Türkiyede demokrasinin son kırıntılarını ortadan kaldırmaya, Başkanlık sisteminin (faşist diktatörlüğün) önündeki engel olarak görülen örgütleri, basın –yayın kuruluşlarını kapatmaya, TSK içinde “faşist diktatörlüğe” karşı olan kimi subayları bertaraf etmeye yönelik bir “KUMPAS” söz konusudur. Yani Reichstag (Alman Parlamento Binası) yangını benzeri bir senaryo sahneye sürülmüştür.
Ulus olarak uyanıklığın, akıl ve bilinci öncelemenin zamanıdır.."

OLAYIN SICAKLIĞI SÜRERKEN, YANİ 16 TEMMUZ SAAT 01.00 SULARINDA YAZDIĞIM BU KISA YAZI DOĞRULANDI.. 
7 Haziran seçimlerinden bu yana yüzlerce şehit (asker) verilirken halkı sokağa çağırmayan, Nazi taklitçileri kendi diktatörlüğünü pekiştirmek, yapılacak "ERKEN GENEL SEÇİMLERE" darbe mağduru ve darbeye meydan okumuş bir lider olarak girmek için halkı sokağa çağırdı..
Kurgu kusursuz işliyor. Her koşulda AKP'yi iktidarda tutma görevini üstlenen SAHTE MUHALEFET, kurguyu deşifre etmek yerine, bir kez daha AKP'ye omuz verme yolunu seçti. 
"YETMEZ AMA EVETÇİ" hormonlu aydın, yazar çizer takımı AKP nin yanıda saf tuttu. 
Bu gün artık DİNCİ FAŞİZM kayıtsız koşulsuz iktidarı ele geçirmiştir.      

11 Temmuz 2016 Pazartesi

ÇOÇUKLARIMIZIN BAŞINA GELECEK OLAN...




Mahiye MORGÜL: Milli Eğitimde “Yeni Sistem” Ne Getirecek?

Haberin başlığı; “Öğrenciler sevinecek! Ders saatleri azalıyor.”
Siz bunun ne demek olduğunu bir de velilere sorun.
Eski bakanlardan Hüseyin Çelik 16.11.2005’de ekranlarda “Desantralizasyona geçiyoruz” demişti. Yani “Merkezi dağıtmaya geçiyoruz” demişti. Ben de 2006’da Otopsi yayınlarında basılan “Milli Eğitimde Emperyalist Kuşatma” kitabımda o konuşmayı aynen yazdım. (Arama motoruna yazarsanız karşınıza gelir.)
Milli Eğitimi dağıtma işi demek ki bitmemiş. Ders konuları azaltılmıştı, daha da azalacak, bir de öğrencinin okulda kalacağı eğitim saati azalacak. Sebebi belli; veli sertifika toplamaya piyasaya çıkacak. Sertifikalı eğitim piyasası kuracaklar.
Tansu Çiller’den beri bütün hükümetler bununla görevlidir. Tansu Hanım nerde diye soranlara söyleyeyim, aynı göreviyle başbakan danışmanı olarak bugüne kadar devam etti.
2017-2018’de yaşayacağımız eğitim depremine velileri hazırlamak için manşet şöyle:
“MEB, Avrupa Birliği, OECD ülkeleri ile ABD ve Japonya müfredatlarını inceledi. Bu ülkelerdeki müfredatlara yönelik inceleme yapılarak bir rapor hazırlandı.”
En iyi eğitim programı Finlandiya’daydı hani. O zaman soralım; neden oradan model almadınız?
Almazlar, çünkü Finlandiya bizim 1968 müfredatımıza devam ediyor, biz terk ettik, batıyoruz. Bizimkiler emperyalist Dünya Bankasının OECD ülkelerine dayattığı programı aldılar. Tansu Çiller 1995’de o programa tamam demişti.
Bir de bu hatunun imzaladığı hizmetlerin serbest dolaşım anlaşması GATS var ki, onun belasını yakında yabancıları devlet dairelerinde memur olarak gördüğümüzde yaşayacağız. İlahiyat mezunu kızımızın yerine Endonezyalı kız girecek Kuran dersine. Camiye imam da, İngilizce öğretmeni de, her eleman dışarıdan gelebilecek. Artık Katolik İmam mı olur, Protestan Arapça öğretmeni mi olur, her yerde misyonerlik kol gezer.
2004’de Hüseyin Çelik matematik dersinden havuz hesaplarını kaldırırken gazetelere “havuz hesaplarının ne gereği var” diye manşet attırdı. Havuzun dibi geometridir, içi sudur, buna mühendislik temel bilgisi denir, diye az çığlık atmadım. Geldik, 2016’da YGS’de Geometri sorusu çözen tek evladımız yok. Mühendislik Fakültesinde Trigonometri cetvellerini arayan benim Mayana internet kitaplığımda buluyor.
Desantralizasyonu başlatan Çelik’in Talim Terbiyesinin başı Ziya Selçuk da bakanla paralel çalışıyordu, paralelcilerle çalıştığını söyleyenler de vardı, aynı günlerde SPAN adlı Amerikan eğitim tekelinin adamlarını Ankara’da ağırlıyordu. TRT Eğitim Kanalına çıkıp öğretmenlere ve velilere SPAN’cılardan aldığı “Az olan iyidir” dersleri veriyordu. Ata ata tuta tuta uyuta uyuta yola devam ediyorlar.
2005’den beri bütün konuları çaktırmadan birer ikişer budadılar, parçaladılar, konular birbirini desteklemez oldu. İlkokul boyunca çocuklar insan resimleriyle kes-yapıştır oynatılıyor. Suyun litre ile ölçüleceğini öğrenmeden 8.yıl bitiyor. Dilbilgisi görmeden ortaokul, pergel cetvel iletki kullanmadan lise bitiyor. Ve şimdi, 2005’de ilkokula başlayan nesil bu haldeyken, daha beteri 2018 programına bizi hazırlıyorlar.
Yeni parçacı sistemde dersler gruplanacak, aileler bilmiyor. Ana dersler (Türkçe, Matematik, Fen Bilgisi ve Sosyal Bilgiler) okulda, diğer dersler parçalı seçmeli kurslar haline piyasada görülecek. 2004 Kasım ayı Tebliğler Dergisinde bu seçmeli derslerin adları şöyleydi: Resim, Müzik, Beden Eğitimi, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, Bilgisayar, Yabancı Dil. Bunlardan başka eklenmiş Kültürel değerler dersi ve kulüp faaliyetleri geliyor.
Seçmeli dersler de kendi içinde parçalanarak aynı sınıfta okuyan iki kardeş bile aynı derslerle eğitim görmemiş olacak. Yani sadece eğitimde birlik parçalanmıyor, aynı zamanda çocuklarımız kendi aralarında defalarca parçalanıyor.
Seçmeli dersler okul dışında isteğe bağlı olarak alınacak ve ayrıca çocuğun katıldığı her türlü sosyal ve kültürel etkinlik karnesine “sosyal puan” olarak eklenecek. Hatta Türkçe dersinden bile geçer notu olmayan çocuk topladığı sertifika notlarıyla sınıf geçebilecek.
Puan toplama başladı bile. Bu sene yapılan Polifonik Korolar Şenliğinde (Haziran 2016) basılan kitapçıkta korolarda görev alan çocukların adları vardı ve veliler çocuğuna sosyal etkinlik puanı getirsin diye bu kitapçığı satın aldılar. Yani isterse çocuk Kuran yaz okuluna gitsin, bunlar yakında puan olacak.
Ancak sormanızı beklerim, yaz okulunda çocuğa verilen bilginin eğitsel denkliği nasıl olacak? Parayı veren sertifikayı alır puanı toplar; budur Amerikan eğitim sistemi. Lise mezunu olursun ama ülkeni haritada gösteremezsin. Bizimkiler 1995’den beri bunu örnek aldılar.
Müzik ve Resim (Güzel Sanatlar) liseleri de Spor liseleri de piyasada diğer meslek liseleriyle birlikte kendi öğretmenini kendisi temin edecek!!! Buna “eğitimde devrim” dediler. Dahası, özel şirketler kendi ihtiyacı olan insan kaynağını kendi açtığı özel okulda eğitecek ve ona iş verecek! Bu yol devlet kurumlarını ve konservatuarları kapatır. Kültür Bakanlığı, TRT radyoları, opera bale senfoniler, vd. Yani merkezi devlet lağvolur. Desantralizasyon budur.
Yeni sistemde teknik meslek liseleri satılacak, anlatmayayım. “Meslek lisesi, memleket meselesi” demişti ünlü bir şirket patronu. Orta kısımları 28 Şubatla kapatılmıştı. Müfredatları modül sistemle paramparça edildi. Şimdi piyasaya devredilerek buhar olacaklar; çünkü çok şey bilmesinler, yabancılar gelsin bu işleri yapsınlar, bizimkiler tornavida tutsun yeter, artık daha az şey bilsinler...
Bakan İsmet Yılmaz cumhurbaşkanımızın yurt dışı gezilerine katılırken kendisinden duymamız gereken bu tür açıklamaları MEB müsteşarı Yusuf Tekin’den duyuyoruz. Bunun da bir anlamı olsa gerek. Bu arada kitapları daha da hafifletmenin gerekçesini öğretmenin üzerine attılar, bu şekilde rol yüklemeye de bravo doğrusu.
http://www.haber7.com/egitim/haber/2035576-ogrencilere-mujde-ders-saatleri-azalacak
Öğretmenler eleştirdi biz de değiştiriyoruz, diyorlar. Oysa İlkokul öğretmeni şunu diyordu; “Resimlere bak bak dur, okuyup anlatacak konu yok, dersler boş geçiyor. Kitaplarda bilgi yok, abuk sabuk resimler, ürkütücü masallar, biz de ne anlatacağımızı şaşırdık.”
Açtığım davalardan biliyorum, pornosundan kâbus görmeye kadar, mide bulandırmaktan baş döndürmeye kadar, kitapların içeriğinde her türlü çöplük var. Şimdi bu kitaplarda çok konu varmış, hafifletilecekmiş... İyi yalan.
Hani bir bakan vardı, “Okullar olmasa Milli Eğitim ne güzel yönetilir” demişti de alay etmiştik. Hayaldi gerçek oldu.
Bitiriyorlar, az kaldı. 2023 de devlet de yok okul da yok.

Çocuk Koruma Kanunu açısından yeni müfredat:
Yeni sistemde, daha fazla çocuk okul dışına atılacak;
Yeni sistemde, yoksul-zengin sınıf ayrımı keskinleşecek. (ABD halkı bu acımasız eğitimin sonuçlarını son günlerde yaşıyor.)
Yeni sistemde; büyük bir kesim tamamen okul dışında eğitimsiz kalacak.
Yeni sistemde; eğitim alabilenler bile daha düşük seviyede eğitilecek.
Yeni sistemde; eğitimde fırsat eşitliği tamamen ortadan kalkacak.
Yeni sistemde; eğitimde birlik tamamen ortadan kalkacak.
Yeni sistemde; okul saatinde sokaklarda çocuklar dolaşacak.
Yeni sistemde; yeni nesil suç işlemeye açık hale gelecek.
Yeni sistemde; parasız Eğitim Hakkı ortadan kalkacak.
Yeni sistemde; düne kadar beraber eşit sanat-spor eğitimi alan çocuklardan bir bölümü artık bu derslerden mahrum bırakılacağından, sanata ve sanatçıya, spora ve sporcuya karşı nefret duyanlar çoğalacak.
Yeni sistemde; sanat eğitimi alamayan çocukları muhtemel suçlu çocuklar olarak göreceğiz.
Yeni sistemde; kamucu eğitim şemsiyesiyle korumaya almadığımız çocukları hapishanelerde göreceğiz.
Yeni sistemde; Çocuk Koruma Kanunu da yok olacaktır.
Kanuna aykırı bir eğitim sistemi olamaz. Aksi halde bu kanun bu topluma fazla gelir ve kanunu kaldırmak zorunda kalırsınız, hatta ÇKK’na hukuki zemin oluşturan mevcut kamucu sosyal anayasayı da kaldırmanız gerekir. Ki; hazin gidişat çocuklarına anayasal düzlemde sahip çıkamayan bir devlet olma yönündedir.
Ve...
Yeni sistemde; Eğitim dışına itilen her çocuk istismara açık hale geleceğinden, TBMM Çocuk İstismarı Komisyonu da lağvedilecektir.
Bu komisyonda çalışan özellikle bayan milletvekillerine bu yönde uyarı iletisi göndermenizi rica ediyorum. Ancak e-postaya bakmıyorlar, bizzat telefon etmenizi ya da ziyaret etmenizi öneriyorum.
.......
Son söz:
Çocuklarımızı sahipsiz bırakmayalım. Her çocuk hepimizindir.
Oğuzlu atasözü: “Çocuklarını korumayan devlet çöker.”

10 Temmuz 2016 Pazar

ALIN, MEVLANA SİZİN OLSUN !



“Durun, Mevlana Bizim!” başlıklı bir gazete haberini okuyalım:

“Türkiye ve İran, mayıs ayında Mevlana Celaleddin Rumi’nin eserlerinin kendi ortak mirasları olduğunu belirterek Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) ‘Dünya Belleği’ listesine alınmasını istemişti.
Bu gelişmeden haberdar olan Afganistan, Mevlana’nın kendi topraklarında doğduğunu belirterek, Mevlana’nın çalışmaları üzerinde kendi haklarının da olduğunu iddia etti.”

Haberin özeti şu: Afganistan, İran ve Türkiye; Mevlana’yı paylaşamıyorlar! Üç ülke de ‘Mevlana, bizim” diyor!

Şimdi, Mevlana’yı paylaşamayan bu üç ülkenin kültürel yapılarına çok kısa özetler vererek bir göz atalım.
Afganistan’dan başlayalım.

• Hem kendi cinsleriyle hem de karşı cinsten olanlarla cinsel ilişki yaşayanlara “biseksüel” denilmektedir. Yasalar yasaklamış olsa da kurumsallaşmış biseksüellik, Afganistan kültürünün ayrılmaz bir parçasıdır.
• Güney Afganistan’da yaşayan erkeklerin en az yarısının “oğlan” sevgilileri vardır. Henüz ergenlik yaşına varmamış genç çocuklarla cinsel ilişki yaşayan yetişkinlere “Baça Bazi”, yani “sübyancı” adı verilmektedir. Sübyancılık, yani oğlancılık, Afganistan’ın tüm büyük şehirlerinde çok yaygındır.
• Afgan askerlerinin genelde kadınlara erişimi çok kısıtlıdır. Askerler genç oğlanları kaçırıp iğfal ederler. Bu oğlanlar sonradan erkeklere fahişelik yaparlar.
• Afganistan’ın üçüncü en büyük şehri Kandehar, yüzyıllardır eşcinselliğin, daha doğrusu oğlancılığın merkezi olmuştur. Bu durumu vurgulayan Kandehar halkı şöyle demektedir: “Bizim şehrin üzerinde kuşlar tek kanatla uçar, diğer kanatlarıyla kıçlarını korurlar!”
• Afganlıların oğlancılık geleneğinde, ergenlik öncesi ve ergen çocuklar eğlence ve cinsel faaliyetler için zenginlere ya da güçlü erkeklere satılır. Bu gelenek, belirli ölçüde çocuk pornografisi, cinsel kölelik ve çocuklarla fuhuş da içerir.
• Afganlıların oğlancılığı, şiirlerine de yansımıştır. Bu şiirlerde oğlanların güzelliği övülür.
• Afganistan’da yönetimi ele geçiren Taliban örgütü, eşcinselliği yasaklamıştı. Ancak, Taliban’dan kurtulduktan sonra eski yaşam biçimine dönüldü. Mücahitlerin, yani savaşçıların da artık oğlanları bulunmakta, onlarla kışlalarda açıkça beraber yaşamaktadırlar.
• Günümüz Afganistan’ında genç oğlanlara kadın giysileri giydirilip dans ettirilmekte, daha sonra kendileriyle cinsel ilişkiye girilmektedir.
• İslam dinini kendi siyasi veya kişisel çıkarları için kullanan Afgan yöneticileri, oğlancılığı hoş karşılamaktadır.
• Binlerce insanı İslam’ı yayma amacıyla ayaklandıran, İslam adına cihat yapan, komünizme karşı savaşan Afganlı mücahit komutanlar, çocukları iğfal etmekten ve oğlancılık yapmaktan geri durmamışlardır.

Gelin, şimdi Mevlana’yı kimseler bırakmak istemeyen İran’ın kültürüne de çok kısa bir göz atalım.

• Eski İran toplumunun kültüründe çoktanrılı inanç ve oğlancılık yer almaktaydı.
• Oğlancılığın kökeni eski zamanlarda da tartışılmıştı. Heredot, İranlıların oğlancılığı Yunanlardan öğrendiğini yazmıştır. Buna karşılık bazı tarihçiler, İranlıların Yunanlarla ilişki kurmadan önce, hadım edilmiş oğlanlarla yattıklarını anlatmıştır.
• İran, 637 yılında Arapların eline geçti. Araplar, sadece görünüşte eşcinselliğe karşıydılar. İslam’ın kutsal kitabı Kuran’da eşcinsellik her ne kadar aşağılansa da; eşcinsel ilişkide bulunanların cezalandırılacağını gösterir açık bir ayet bulunmamaktadır.
• İran şiirinde, aşk şiirleri olan gazellerde, örneğin ünlü İranlı şair ve İslam âlimi Sadi’nin “Bostan” ve “Gülistan” adlı şiirleri Batılılar tarafından ‘homoseksüel erotik’ şiirler olarak gösterilmiştir. Ünlü İranlı şair ve İslam âlimi Sadi’nin sevgilisi genç bir erkektir, kadın değildir.
• İran şahı Muhammed Rıza Pehlevi döneminde eşcinsellik hoş görülmüştür.

Şimdi geldik, Mevlana’yı başkalarıyla paylaşamayan ülkelerden Türkiye’ye.
Türk halkının yüzde 99,9’u Mevlana hakkında doğru bir bilgiye sahip değildir!
Türk halkının yüzde 99,9’u, Mevlana’nın Farsça yazdığı Mesnevi adlı şiir kitabını okumamıştır!
Türk halkının Mevlana hakkında bildiği, kulaktan dolma uydurma bilgi kırıntılarıdır!
İşte bu nedenle, Türk halkının Mevlana’ya bilinçli olarak sahip çıkmasından söz edilemez!
Türkiye’de Mevlana’ya bilinçli olarak sahip çıkanlar, cumhuriyeti yıkıp yerine Osmanlı Şeriat düzenini getirmek isteyenlerdir.
Öyleyse, bu bağlamda, Osmanlı kültürüne de çok kısa göz atmamız gerekmektedir.

• İlk Osmanlı padişahı Osman Bey’den başlayarak, Osmanlı padişahlarının tümü biseksüel’dir. Yani, bir yanda Harem’deki cariye denilen Avrupalı Hıristiyan seks köleleriyle cinsel hayat yaşarken, bir yandan da oğlanlarla yatmışlardır.
• Osmanlı’da eşcinsellik, oğlancılık yasaklanmamış, ayıplanmamıştır. Osmanlı, eşcinsellere hoş görülü davranmıştır.
• 1082 yılında Sultan Keykavus, Farsça yazdığı “Kabusnâme” adlı kitabında oğluna şu nasihatte bulunur:

“ … ve yaz olunca avretlere meylet ve kışın oğlanlara, ta ki bedenen sağlam olasın. Zir ki, oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir yere gelende teni azdırır ve avret teni soğuktur, kışın iki soğuk bir yere gelse teni kurutur vesselam.”

Osmanlı padişahı II. Murat’ın (1404 – 1451) emriyle, Kabusnâme Farsçadan Türkçeye çevrilir.
II. Murat ve ondan sonra gelen Osmanlı padişahları bu kitabı ellerinden düşürmezler.

• Osmanlı’da eşcinsellik tarihsel ve cinsel bir olguya dönüşmüştür. Çoğu Osmanlı padişahının şiir yazdığı bilinmektedir. “Avni” takma adıyla yazdığı bir şiirde Fatih Sultan Mehmet, Veyis adlı güzel bir oğlanı över, şiiri şöyle sonlandırır:

“Ey Avni! Talihin yaver gitti ve o sevgili misafirin oldu! Fırsatı kaçırma, zira Veyis bin cana bedeldir.”

Fatih, bir diğer şiirinde ise Galata’daki bir kilisede görevli genç bir papazın güzelliğini öve öve bitiremez!

• III. Ahmet (1718 – 1730) dönemi, Osmanlı tarihinde Lale Devri olarak anılır. Bu dönemin ünlü şairi Nedim’den bir dörtlük:

“İzn alup Cuma namazına deyû mâderden
Bir gün uğrulayalım çerh-i sitem perverden
Dolaşub iskeleye doğru nihân yollardan
Gidelim serv-i revânım yürü Sadâbâde

Türkçesi:

“Annenden Cuma namazına gideceğiz diye izin alıp
Felekten bir gün çalalım
Gizli yollardan iskeleye doğru dolaşıp
Yürü servi boylu sevgilim Sadabad’a gidelim.”

Osmanlı şairi Nedim’in ayartmaya çalıştığı servi boylu, kadın değil oğlandır.
Kadınlar Cuma namazına gitmezlerdi!

• Osmanlı döneminde sarayda ve saltanat çevresinde, oğlanlar kadın kılığına sokularak oynatılır, “Köçek” denilen bu oğlanların danslarına müzisyenler eşlik ederdi. Oğlanlara köçeklik eğitimi yedi yaşında verilmeye başlanır, bu eğitim on dört yaşına kadar sürerdi. Çeşitli Osmanlı minyatürlerinde, şenlikler dolayısıyla çengi ve köçeklerin renklendirdiği danslara rastlanmaktadır. Evliya Çelebi köçekler için şu tanımlamayı yapmaktadır:

Yetmiş tastan, feleğin çemberinden geçmiş, veledi zina afitab misal rakkaseler…”

Değerli Dostlar,

Buraya kadar sizlere, Mevlana’yı aralarında paylaşamayan Afganların, İranlıların ve Osmanlı sevdalılarının yaşam kültürlerinin ortak yanını göstermeye çalıştım.
Eşcinsellik ve de özellikle oğlancılık bu halkların kültürlerinde ortak paydayı oluşturuyor.
Peki, Mevlana’nın bu kültürlerle ortak yanı nedir?

“GELİN YÜZLEŞELİM” adlı kitabımda Mevlana’yı, ünlü şiir kitabı Mesnevi’yi kaynak göstererek ayrıntılı olarak anlattım: Aklın Düşmanı Mevlana; İlim, Bilim Karşıtı Mevlana; Kadını Aşağılayan Mevlana, Biat-İtaat Ahlâkını Öğreten Mevlana; Türkleri Aşağılayan Mevlana, Ağzı Bozuk Mevlana; Oğlunun Cenazesine Gitmeyen Kindar Mevlana; Çıplak Oynayan Mevlana; Filozofları Aşağılayan Mevlana…

Burada Mevlana’nın öne çıkaracağımız özelliği ise şudur:
Mevlana, ünlü şiir kitabı Mesnevi’de, günümüzde “porno” olarak nitelendirecek öyküler yazmıştır.
Mevlana, ünlü şiir kitabı Mesnevi’de, eşcinsel ilişkileri, özellikle de oğlancılığı özendiren hikâyeleri uzun uzun, iştahla anlatmıştır.
Mevlana, ünlü şiir kitabı Mesnevi’de, gençlere şöyle öğüt vermiştir: “Kendinize aksakallı bir şeyh bulup kendinizi ona teslim ediniz!” Mevlana, gençlere verdiği bu öğütle; Afganistan’da, İran’da ve Osmanlı’da gördüğümüz oğlancılığı teşvik etmiştir.
Mevlana, İran’ın Tebriz şehrinden gelen Şems ile Konya’da ilk karşılaştığında kendine geçer, düşüp bayılır. Bir saat kadar o halde kalır. Uyanıp ayıldıktan ve kendine geldikten sonra Mevlana, Şems’in elini tuttu, yaya olarak medresesine götürdü. Her ikisi de bir hücreye girdiler. Tam 40 gün hiç kimseyi içeri almadılar. Bazıları tam üç ay bu hücreden dışarı çıkmadıklarını söyler. İki yetişkin erkeğin bir hücreye girip orada günlerce hatta aylarca beraber olması, dönemin Konya halkı tarafından kınanmış, tepkiyle karşılaşmıştır. Mevlana’nın Şems ile olan yakın ilişkisine tanık olan oğulları da çok büyük tepki göstermişlerdir.

Değerli Dostlar,

Türklerin, Mevlana ile soy bağı yoktur.
Türklerin, Farsça konuşup Farsça yazan Mevlana ile kültürel bağı da yoktur!
İşte bu nedenle şöyle diyorum:
Alın, Mevlana sizin olsun! Mevlana’yı istediğiniz gibi kullanabilirsiniz!
Bizim hiçbir itirazımız olamaz!

Yılmaz Dikbaş
10 Temmuz 2016, Pazar
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

NOT

Bu yazımın altına üç fotoğraf ekledim.
Birinci fotoğrafta, Afganlı bir oğlanın köçek olarak dans ettiği görülmektedir. İkinci fotoğraf, Mevlana’yı göstermektedir. Üçüncü fotoğraf ise Osmanlı’nın Topkapı Sarayı’ndaki katalogundan alınan bir minyatürdür. Katalogda onlarca eşcinsel ilişki, oğlancılık ayrıntılarıyla minyatür olarak gösterilmiştir.