9 Şubat 2017 Perşembe

CIA Başkanı Mike Pompeo Ankara’ya niçin geldi?







CIA Başkanı Mike Pompeo Ankara’ya niçin geldi?

Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA’nin yeni Başkanı Mike Pompeo Yönetimi temsilen bu gün Türkiye’de. Bu Pompeo’nun ilk yurt dışı ziyareti.
CIA Başkanı Pompeo’yu ilk ziyareti Ankara’ya yapmaya zorunlu kılan koşullar ne olabilir?
Resmi açıklamalara göre masada PYD/FETÖ sorunu var. Peki, bu sorunları görüşmek için Donald Trump, Türkiye’ye yardımcısını ya da bir bakanını değil de niçin CİA başkanını gönderiyor? Demek ki resmi açıklamalar ziyaretin gerçek nedenini açıklamakta yetersiz kalıyor. 
Mike Pompeo, CIA için çok uzun zamandır hazırlanan bir isimdi. West Point Askeri Akademisi ve Harvard Hukuk Fakültesi mezunu olan Pompeo, CIA'nın başına gelmeden önce üç dönemdir ABD Temsilciler Meclisi'nin İstihbarat Komitesi'nde görev yapıyordu. Bu nedenlerle CİA ve Türkiye ilişkileri konusunda donanımlı bir isim.
Diğer yandan, Türkiye de 3000’i aşkın CİA ajanı cirit atıyor. ABD İstihbarat örgütü, Türkiye’de bu kadar yoğunlukta ajanlar ve casuslarla neler yapıyor ve nasıl operasyonlar planlıyor ve gerçekleştiriyor?
Türkiye, CİA tarafından özellikle son 15 yıl içinde ABD’nin ulusal çıkarlarına göre projelendirilmiş olan BOP içinde en önemli ve kilit operasyon merkezi konumuna getirildi. ABD Bölgede CIA ile işbirliği içinde ve CIA’nın projelendirdiği operasyonlar yapıyor. Operasyonların hedefinde ise İran ve Türkiye var.
Bu nedenle 2002 yılından bu yana ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA'nın Başkanları Panetta,  Orgeneral David Petraeus yılda 2-3 kez Türkiye’yi ziyaret ettiler.  Trump’ un atadığı CİA Başkanı Mike Pompeo’nun bu geleneği bozmayacağı anlaşılıyor.
ABD yönetiminin Basra’dan Kuzey Irak’a, oradan da Türkiye-Suriye sınırı boyunca Akdeniz’e uzanan ABD-İsrail Koridorunun” açılması ve bu koridorun güvenliğinin PKK/PYD’de olması konusunda ısrarlı.
ABD Yönetimlerinin Suriye – Akdeniz koridoru konusunda önünde en önemli engeller;
1-    İran - Türkiye – Rusya – Çin yakınlaşması,
2-    ABD adına Ortadoğu’da taşeronluk görevi yapan AKP hükümetinin ayağına dolanan örgütsüz de olsa Parlamento dışı ve ilkesiz de olsa Parlamento içi muhalefet.
İşte CIA Başkanı Mike Pompeo da tam da bu nedenlerle Ankara’da.
ABD, Türkiye’nin muhalefetine karşın Bölgede PKK’nın Suriye kolu YPG’ye 200 zırhlı taşıyıcı, 5 tank, “Tank katili” olarak bilinen FGM-148 Javal anti tank füzesi göndermesi koridorun güvenliğinin PKK/PYD’de olması konusunda kararlı ve ısrarcı olduğunun göstergesi.
CIA Başkanı Mike Pompeo’nun BOP Eş Başkanı ve AKP Hükümeti yetkilileriyle ve ülkemizdeki CIA birimleriyle görüşmelerinde;
a.    Türkiye’nin Rusya-Çin ve İran’la olan ilişkilerinin dondurulması,
b.    ABD-İsrail Koridorunun güvenliğinin PKK/PYD tarafından sağlanmasının tartışma konusu yapılmaması,
c.    Bunların karşılığında “Başkanlık Yasası” referandumunda “EVET” çıkması için ABD’nin gereken desteği sağlayacağı,
d.    Eğer BOP Eş Başkanı(AKP hükümeti) ilk iki madde konusunda gereğini yapmazsa AKP hükümetine ABD’nin bu güne değin verdiği desteği geri çekme konusunda tereddüt etmeyeceği(!), kesin ve açık bir dille birinci elden (CIA Başkanı Mike Pompeo tarafından) masaya sürülmüş olması büyük bir olasılık.
Ekonomik ve siyasal bakımdan iflasın sınırlarını zorlayarak ayakta kalmaya çalışan, bu nedenle de toplumsal muhalefeti bastırmak, etkisiz ve eylemsiz kılmak için her türlü şeytani planı sahneye süren AKP hükümetinin ABD planlarına razı olmak dışında bir seçeneğide kalmamıştır.
Bu nedenle önümüzdeki sürecin Türk halkı açısından çok zorlu geçeceğini öngörmek çok da zor olmasa gerek.
Ama unutulmamalı “karanlığın en yoğun olduğu zaman dilimi, şafağın yaklaştığı anlardır” Şafak yakındır! Dayanın ve direnin dostlar! 09. Şubat 2016 Isparta 

Mahmut ÖZYÜREK

6 Şubat 2017 Pazartesi

Bir hesabı vardır bunun sorulur - Bir hesabı soracaklar bulunur


Vatan topraksa eğer
Ormansa nehirse madense vatan
İşçiyse köylüyse aydınsa vatan
Yani yapıp yaratmaksa her şeyi yeni baştan
Sevmeyi yeni baştan
Alkışı yeni baştan

Bir hesabı vardır bunun sorulur
        Bir hesabı soracaklar bulunur
        Akgün kara günden öcünü alır bir gün

(Hasan Hüseyin Korkmazgil

10 yıl içerisinde Türk Telekom, TÜPRAŞ, ERDEMİR, TEKEL, SEKA ve PETKİM gibi sanayi tesisleri başta olmak üzere, limanların tamamı, 195 kamu tesisi, 2.629 adet arsa, bina ve lojman satıldı. Satılanların çoğu AKP iktidarına yakın yerli ve yabancı sermaye tarafından kapışıldı.
Kamuya ait varlıkların satışından 38 milyar 84 milyon dolarlık gelir elde edildi. Bunun bir kısmıyla IMF’ye olan 23,5 milyar dolarlık borç kapatıldı.

VARLIK FONU'NA AKTARILAN ŞİRKETLER 5 Şubat 2017
Bakanlar Kurulunca, Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası AŞ, Boru Hatları ile Petrol Taşıma AŞ, Türkiye Petrolleri AO, Posta ve Telgraf Teşkilatı AŞ, Borsa İstanbul AŞ, TÜRKSAT Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme AŞ'nin sermayelerinde bulunan Hazineye ait hisselerin tamamı, Türk Telekomünikasyon AŞ'nin yüzde 6,68 oranındaki Hazine'ye ait hissesi ile Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü ve Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünün Türkiye Varlık Fonuna aktarılması kararlaştırıldı.


(7Başka ülkeleri bilemem ama Türk tarihi bu tür mali buluşlarla doludur. III. Selim’in padişahlığı sırasında 1793 yılında İrad‑ı Cedid Hazinesi kurulmuş ve böylece Osmanlı İmparatorluğu'nda tek ve merkezi Hazine düşüncesinden ilk sapma ortaya çıkmıştır. Bunu Tersane Hazinesi ve Zahire Hazinesi izlemiştir. Sonraki dönemlerde Hazine sayısı artmaya devam etmiştir. Mukataat Hazinesi, Mansure Hazinesi, Redif Hazinesi, Darphane Hazinesi ve Maliye Hazinesi bunların en önemlileridir. Hazinelerin çoğalması Osmanlı mali sistemini rahatlatmamış, tam tersine mali disiplini alt üst etmiştir. Hazine sayısının artmasının Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde özel bir yeri vardır. 1839 yılında tek ve merkezi Hazine sistemine geri dönülmüştür.
1980'li yıllar, bütçe dışı fonların yarattığı çoklu hazine sistemine geri dönüş yılları olmuştur. Çoklu hazine sisteminin en zararlı yönü, merkezi hazinenin gelirlerinin dağılması, gider önceliklerinin kaybolması, belirli gelirlerin belirli giderlere ayrılması nedeniyle zorunlu olan bir takım giderlerin yapılamaması ve bütün bunların sonucunda kamu yönetiminde mali disiplinin ortadan kaybolmasıdır. 1994 ve 2001 krizlerini hazırlayan altyapıda bu fonların olumsuz katkısı önemli yer tutmaktadır.
*Mahfi Eğilmez
***

Varlık Fonu, Türkiye’nin gelecek rehnidir
Bugün, ülkenin kaderini belirleyecek önemdeki bir düzenleme Plan Bütçe Komisyonu’nda görüşülmeye başlanacak: Türkiye Varlık Fonu.
Parlamento’nun laf olsun diye değil, gerçekten ciddiye alındığı koşullar altında, adamakıllı bir kanun tasarısı halinde gelmesi gereken bu düzenleme, AKP’li 16 milletvekilinin imzasını taşıyan “kanun teklifi” olarak komisyon önünde.
Kanun teklifinin, tasarıyla kıyaslandığında, çok daha kısa ve “çöpsüz üzüm” tadında zahmetsiz bir yol kat ettiğini anımsatıp düzenlemenin getireceği sistemi özetleyelim:
Bu teklif yasalaşıp yürürlüğe girdiği gün, Türkiye Varlık Yönetimi A.Ş. kurulmuş oluyor.
Başbakanlık’a bağlı olacak bu şirket de Türkiye Varlık Fonu’nu kuruyor.
Muhalefet bu teklife “kanunlar üstü” diyor ama maddeler incelendiğinde bu niteleme enikonu naif kalıyor. Fon ve şirket, kanunlar üstü değil, resmen “kanunlar dışı” bir biçimde tasarlanmış.

***

Öyle şirket düşünün ki, özel hukuk hükümlerine tabi ama Başbakanlık’a bağlı.
Kurulur kurulmaz Ticaret Sicili’ ne tescil edilmiş sayılacak.
Ama Kurumlar Vergisi’ne tabii değil.
Tahvil ihraç edecek, repo - ters repo yapacak, gayrimenkul sertifikaları çıkaracak, yabancı şirketlerin yatırımlarına ortak olacak.
Ama Sermaye Piyasası Kanunu’na tabi değil.
Her düzeyde yüzlerce çalışan istihdam edecek.
Ama Devlet Memurları Kanunu’na tabi değil.
Onlarca ihale açacak, milyonluk alımlar yapacak.
Ama ihale mevzuatına tabi değil.
Otoyol, Kanal İstanbul, 3. köprü, 3. havalimanı, Akkuyu Nükleer Santralına finansman sağlayacak.
Ama Sayıştay denetimine tabi değil.
Meseleyi biraz daha açmak adına bir ayrıntı paylaşalım: Kanun teklifinin 8. maddesinin gerekçesinde, bu Fonun hangi yasalara tabi OLMAYACAĞI listelenmiş. Bir A4 sayfasına yakın bu listede ben 18 kanun ve KHK saydım.

***

İşin uzmanları, “etmeyin eylemeyin, Varlık Fonları, zengin madenleri doğal kaynakları olan, kaynak, nakit fazlası yaratan ülkelerin işidir” diyor ama aldıran yok.
Bilakis, teklifin gerekçesine baktığınızda, onca laf kalabalığının arasında gerçek niyeti apaçık görüyorsunuz:
“Otoyollar, Kanal İstanbul, üçüncü köprü ve havalimanı, nükleer santral gibi büyük altyapı projelerine kamu kesimi borcu artırılmadan finansman sağlanması.”
E, hani bu projelerin finansmanında sorun yoktu? Herkesçe bilinen büyük müteahhitlik şirketleri kredileri bulup getirmişti. Hani, Hazine bu borçları bir yönetmelikte üstlenmişti?
Ne oldu? Dolar üzerinden 20-30 yıl sürelerle verilen alım, araç geçiş, yolcu garantilerinde sıkıntı mı var acaba?
Hani yap-işlet-devret modeliyle yapılan bu büyük projelerde devletin cebinden bir kuruş çıkmıyordu?
Türkiye Varlık Fonu teklifinin gerekçesine baktığınızda, kurulacak şirketin sermayesini 50 milyon TL olacağı ve Özelleştirme Fonu’ndan karşılanacağı yazıyor.
Bu sermayenin kaynağı kamu değil mi?
Fona devredeceği belirtilen kurumların nakit fazlası, bu milletin değil mi?
Bir yandan yatırımcıyı “ayağına turkuvaz halı” sereceğiz diye teşviklere boğarken, diğer yandan hukuku ve denetimi hiç sayan bir mekanizma kuruyor iktidar.
Sadece bizlerin değil, gelecek kuşakların yaşamını rehin edecek bir düzenlemeden söz ediyoruz.
Kimse kimseyi kandırmasın:
Türkiye Varlık Fonu, “büyüme artışı” maskesi arkasında bu rejimin yere göğe koyamadığı 3. havalimanı, 3. köprü, Osmangazi Köprüsü ve ihalesi yeni yapılacak Kanal İstanbul’u, baş göstereceği anlaşılan finansman sıkışıklığından kurtarma işidir.  Çiğdem Toker